..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > İronik > Öykü Yüzer




17 Nisan 2003
Eşik  
Öykü Yüzer
Beni en iyi Ali Bey anlar belki...o da hiç söylemez, ketumdur ve aralıktır gözleri...


:BDJD:
                         



EŞİK


42 yaşındayım. Adım Mehmet Egeli. Manisalıyım. Evliyim, iki kız babasıyım. Biri lise son sınıfta, küçük olan Ayşe 10 yaşında...büyüyünce astronot olmak istiyor
( huzur dolu bir gülümseme oluyor Mehmet’in yüzü tam bu anda). İstanbul’a 18 sene önce yerleştik. Büyük kızım Emine 3 aylıktı..
Tahmin edebileceğiniz gibi çok zor günler geçirdik ilk İstanbul’a geldiğimizde. Sağolsun ahbaplarımız bizi sokaklarda bırakmadılar. Paramız yoktu.
Çok zorlandık.
Ben hemen her işte çalışıyordum. Anlatması uzun sürer şimdi, o yüzden kısa geçicem.Ama pazarda don-sütyen bile sattım.
Sonra bir ahbabımızın bir yakınıyla tanıştım. Recep Ağbi...Fatih’te bir caminin imamıydı. Yaptığı iyilikleri nasıl unuturum...
Bana camii de ufak tefek işler buldu sağolsun. Çokça temizlik işleri filan işte...Allah’ın sevgili kuluymuşuz...Tabii ben başka işler de yapmaya devam ediyordum bu arada...
Eminemiz ilk okula başlayacaktı o yıl. Babamı kaybettik. 2 yıldır felçliydi garip, kurtuldu tabii. Ben yıkadım babamı, öldüğünde.O günden beri de bu işi yapıyorum. Ölü yıkıyorum.
Günde 20 ölü yıkadığım oluyor. Bir sürü tanınmış insan yıkadım. Bazılarının aileleri pahalı sabunlar getirirler bana. Onlarla yıkamamı isterler eş-dostlarını. Kırmam kalplerini, birşey demem ama bıyık altından da gülerim. Pahalı sabunlar...
Bu işe dediğim gibi babamın ölümünden sonra başladım. Recep Ağbi “ Mehmet Kardeş, gasılhanede çalışır mısın? Sevabı büyüktür hem” dedi. Ağzımın kuruduğunu hatırlıyorum o an. Öyle ölüden filan korkmazdım ben tabii de yine de biraz ürküyor insan. Recep Ağbi “Ölüden değil, diriden kork” demişti. Öyle tabii. Yaşamım değişti. Ben değiştim. Ben artık normal bir insan değilim zaten.
İlk zamanlarda ürkerek yaklaştığım solgun-cansız bedenler artık benim için sadece et parçaları...İşim esnasında akşam ne yiyeceğimi bile düşündüğüm oluyor.
Eskisi gibi değilim ve bir daha asla olamayacağım... Malmış, mülkmüş, hatta çocuk, eş, dost...herşey bitti benim için. Yaşıyoruz tabii, para gerek, çocuklarım var ama Allah affetsin, ömürleri uzun olsun tabii de şimdi duysam diyorum öldüklerini hiç birşey hissetmem...Ben ölüme dokunuyorum hergün defalarca. Siz ölümün kokusunu bilir misiniz?Benim ölüm korkum da yoktur mesela...ve inanın bu korkuymuş adamı yaşama bağlayan. Artık yaşama bağlılığım kalmadı. Ölüm de birşey değil. Dediğim gibi kaybolmuş bir Mehmet Egeliyim ben. Sevapmış, günahmış, son yolculukmuş...
Kocaman bir HİÇ bütün bunlar. Ben beyaz sabun kullanıyorum. Köpüklerin altındakini farketmiyorum bile. Bazen çok gençler geliyor. O zaman biraz canım sıkılıyor yine de...
Gasılhane eşiktir. Ben o eşikte yaşıyorum. Kimseye de önermem bu mesleği.

Ben Mehmet Egeli, zeytin ağaçlarının arasında gezinirdim köyde. Zeytin toplardık...sonra topladığımız zeytinlerden sabun yapılırdı. Koca koca , kaba saba, şekilsiz kalıplar... Ellerim küçüktü ya zor döndürürdüm avuçlarımda sabunları çocukken. Zeytinyağı sabunları sağlıklıdır. Doğaldır. Beyaz sabun zeytinyağı sabunu gibi değil hiç.

Sevişirken acı çekilir mi? Korkudan ağzınız kurur mu sevişirken? Karınızın deniz gözlerinde Ali Bey’in aralık kalmış gözlerini görür gibi olur musunuz ?Ve avaz avaza kalktığınız olur mu karınızın üstünden...hem de ağlaya ağlaya...
Koşa koşa yıkanmaya gider misiniz? Ve banyonun beyaz fayanslarını yumruklar mısınız? İlk yıllarda çok acılar çektik. Sabunlarda Ali Bey olurdu. Sular avukat Necip Bey’i akardı. Çıplaklıktan nefret ediyordum.
Bir gün büyük kızım Emine- 4 yaşındaydı-koştu koştu kollarıma atladıydı. Çıplaktı.
Çok dövdüm onu o gün. Çıplaktı. Sonra ertesi gün bir amcayı getirdiler işyerine. Ona biraz kötü davranmıştım,” Emine’me vurdum, hep senin yüzünden”.

Yıllar geçtikçe alıştım tabii...Sevap işliyordum, bu nasıl bir tatmindi anlatamam. Bütün o ölüler var ya...ben hepsini tertemiz yapıyordum. Bütün günahlar, bütün nefretler, bütün küfürler, bütün kirler tortop oluyor sulara, köpüklere karışıyor ve delikten aşağı hoooooopppp....

“Hadi babacım, artık hazırsın”
“Mis gibi oldun evelallah”
“Ne kir çıktı be kardeşim”
“Şimdi giyinme zamanı”
“Gir bakalım kutuya”
“İyi ellere düştün, darısı benim de başıma inşallah”
“İyi yolculuklar”

Vedalaşırdık böyle...

Çocuklarıma severek, dolu dolu, tüm samimiyetleriyle yaşamalarını öğütledim hep.
Ölüm hakkında hiç konuşmam onlarla. Konuşacak ta birşey yok zaten.
Ölüm ne son, ne başlangıç benim için. Sadece bunu söyledim çocuklarıma.
Ne anladılar, nasıl şekillendi yaşam-ölüm gerçeği çocuklarımın içinde hiç bilemeyeceğim. Bir ölü yıkayıcısı babanın kucağında, masasında, dizlerinin dibinde büyümek zor olsa gerek. Doğrusu ben istemezdim. Evde asla konuşulmaz baba mesleği...Ve biliyorum ki, dışarıda da konuşulmaz...

“Babam temizlikçi”
“Babam sevapçı”
“Babam camiide çalışıyor”
“Babam çok temiz bir adamdır”

Ama asla “Babam ölü yıkayıcısı değil”

Eşim artık korkmuyor benim ellerimden. Ben de Ali Bey’i görmüyorum eşimin gözlerinde artık. Ama sevişmek nedir? Ben bilmiyorum hiç. Eşimin de bildiğini sanmıyorum. Eşim de ölü yıkayıcısı olsaydı sevişmek nedir bilir miydik acaba?
Ya da yeniden bulabilir miydik? Dokunmak soğuk mermerler yerine cayır cayır yanan bir soba olabilir miydi? Ve sevişmenin rengi beyazdan kanlı canlı kırmızıya dönebilir miydi tekrar?
Eskisi gibi...


Ben çok değiştim artık. Bana tuhaf birşeyler oldu. Ben eşikte asılı kalmış bir sabun köpüğü oldum. Yaşamıyorum ki...ölemiyorum da.
Beni en iyi Ali Bey anlar belki...o da söylemez, ketumdur ve aralıktır gözleri.





                                        
12-Ocak-2003
                                        
Öykü Yüzer









Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İronik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Eşik

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Evler
Kaos
Bir... Bir...Bir...Bir...
Kalırsa, İçinde Biraz Lavanta Kalır
Sis ve Rüzgar
Sabahat Hanım
Matruşka Tükürük Hokkasında
Orman
Kim Ulan Bu Cahide?
İstiklal Caddesinde Tütsü Kokuları


Öykü Yüzer kimdir?

.

Etkilendiği Yazarlar:
edgar alan poe, sait faik abasıyanık


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Öykü Yüzer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.