Bilen sever. -Leonardo da Vinci |
|
||||||||||
|
SİS Sis vardı. Bildiğimiz sis. Ürküten bazılarımızı, Heyecanlandıran kimilerimizi Yaşamın parçası sis Aslında kendisi mi? Bu sabah vapurları kaldırmadı bu sis Donuk rengi içime de işledi Matlaştım. Hele bir de acı içindeydim Özlem ve çaresizlik içinde Ve kırıla kırıla kabullenmeliydim Üstüne üstlük sis te vardı işte Mat, boğucu, ürküten bazılarımızı Heyecanlandıran kimilerimizi Ve bu bir şiir değil... Ama belki de Boş Sessiz Donmuş Bir yalnızlık Bu bize, aslında hep yalnız olduğumuzu; özellikle “unutanlara” hatırlatan bir doğa olayı Bu sis böyle... Şimdi... Artık susma vakti Gitmek, yollara düşmek değil yapabileceğimiz Sakinleşme vakti diyorum Kendimizle el sıkışma, dans etme, bir adım daha yaklaşma ve dayanamayıp öpme vakti Bu siste nereye gidilir ki hem? Olduğumuz yerde sakince durup, sisin kalkmasını beklemek gerekmez mi ? Gerekir. Sise rağmen, bir adım ötesini göremeden nereye? Bu sis yerde kalmaz ki hem. Bu sisin de öyküsü gün gelir yazı olur Uzaklardan bakakalır Bir doğa olayı nihayetinde... Olduğu yerde kaldı sisteki insanlardan erkek olanı. Şimdilik. Hazır bir adım bile atamıyorken, bu hareketsizliği değerlendirmek ve şöyle bir sislenmek sisin ortasında fena olmayabilirdi... Ürkerek, boğularak yaşamaktansa sisi... Bir şekilde tadını çıkarmak çok mu imkansızdı yani? Gözlerini yavaşça kapadı sisteki adam... Bu siste o bildiğimiz hafif çekik gözlerin yapabileceği fazla birşey yoktu zaten Bir yerlere gizlemiş belki de unutmuş olduğu gönül gözünü aradı ceplerinde... Pantolonunun arka ceplerini yokladı önce... Orada bulamadı... Yeni aldığı uzun gri paltosunun iç cebine hamle yaptı gözlerini bir an bile açmadan... Sigara paketi önce... ve Eline nemli nemli bir şey değdi... Cebin alt köşesine resmen bulunmamak için saklanmıştı sanki göz. İşaret parmağıyla kenarından yakaladı gözü ve cebin kumaş duvarından da destek alarak yukarı doğru itekledi. Artık göz, cepten dışarı çıkmak üzereydi. Cebin içindeki kırıntılar, kumaş parçaları yapışmıştı göze...Nemli nemli ve üstü tozdan pürüzlenmiş gönül gözü artık adamın büyük etli avucundaydı. Nemli nemli baktı sahibine. Onu hep gizlemiş olan sahibine. Belli ki çok gözyaşı dökmüştü adamın güzel gönlünün güzel gözü...Sisteki erkeğin içi acıdı onu böyle görünce.Kendi gönlünün o güzel gözündeki yaşlara nasıl, neden sebep olmuştu ki? Başka gözler için yaşayıp giderken...en kıymetlisi olan gönlünü nasıl terketmişti? Ne için, ne sanarak yaşamı? Kendinden, gönlünden kaçmıştı ya hep ama hep...Bu siste kaçacak bir iğne deliği bile yoktu ya şimdi...Kendiyle öyle kötü başbaşaydı ki şimdi...en korktuğu karşılaşma, hep kaçtığı karşılaşma, hep ertelediği karşılaşma kıskıvrak yakalamıştı şimdi erkeği...hem de sis gibi bir kelepçeyle de bağlamıştı ellerini...Kaçamayacaktı artık. Artık şimdi ne ana, ne baba, ne sevgili...artık kendi vardı yalnızca...kendinden başkası yoktu. Başı döndü...destek alabileceği bir elektrik direği, bir köşe, bir bank...yoktu...varsa da bu siste bulması, görmesi mümkün değildi...Kaldı öylece avucunda nemli gönül gözüyle... Binbir parçaya bölündü uzaklarda bir cam...şangır şungur indi aşağıya bir anda koca cam... Tuzla buz oldu cam...Gözle görülemeyecek küçüklükteki parçaları rüzgarla birlikte uzaklardan geldi erkeğe doğru...bildiğimiz gözler göremezdi küçük cam kırıklarını...oysa erkeğin avucundaki göz? O hep görürdü de söylemezdi...hep böyle bir sisi bekledi...artık birşey söylemesine gerek kalmayacaktı nihayet...artık erkek kaçmayacaktı çünkü...belki... Böyle umdu gönül gözü...sisteki erkeğin gönül gözü...nemli nemli baktı...nefesini tutarak, umarak... 2.BÖLÜM RÜZGAR Ben kırdım Evet ben O camı aşağı indiren bendim Sevincimden, aldığım galibiyetin verdiği sarhoşluğun etkisiyle etraftaki bütün camları şangır şungur indirdim. İçimde kalmadı toz toprak... Birbirine zincirli, geçmiş yaşamlar bir baktım ki artık beni terketmişler... Nasıl sevindim nasıl... Eskiden bir Cahide vardı...cam sevmezdi... Onun hatırasına indirdim ben o camları aşağı... Ama ne tesadüf; ben de sevmem cam. Ve bir nefeste HEYYYYYYYYYY diye bağırarak içime dolan özgürlük coşkusuyla indirdim hepsini... O BENDİM. Ayaklarımda kalın kalın sapasağlam botlarım vardı, o yüzden yerdeki cam kırıklarından hiç ama hiç korkmadım ben...üstlerine tüm gücümle basarak yürüdüm geçtim...çıtır çıtır çıtır ezildiler benim altımda...hiç ama hiç önemsemedim bile...hatta müstehzi bir gülümseme oldu dudağım, çıtırdatırken ayaklarımın altındakileri... Geçtim gittim. Bir kerecik dönüp te bakmadım geriye. Savaş bitti. Ve ben kazandım. Geride bir rüzgar çıktı...Bir hortumdu belki...Dönüp bakmadığım için tam bilemiyorum. Ama hafiften esintisi geldi bana da...ama sadece saçlarımı hafifçe uçurdu...hatta tatlı tatlı uçurdu...Oysaki cam kırıklarının oralarda fırtınalar kopuyordu sanırım. Bir deli rüzgar hortum olup döndüre döndüre topluyordu yerdeki camları...Tek bir kırıntı kalmadı geriye...Rüzgar aldı götürdü herşeyi. Ve ben merak etmedim, dönüp te bir kerecik bile bakmadım hemen arkamda kopan fırtınaya. Niye bakayım ki? Bir doğa olayı nihayetinde. Nereye yönlendi ki bu cam kırıkları? Hangi yaşamları etkilemek üzere toparlanıp gittiler? Elimden birşey gelmezdi. Hava güneşli ama çok soğuktu...poyrazdı sanırım. Elimde 2 ağır torbayla kendimi zor taşıyordum...bir de şu rampayı tırmanmak vardı...sağ tarafımda deniz köpük köpük yaşıyordu...Şöyle bir durdum...hem biraz da dinlenirdim böylece...denize öyle bir baktım öyle bir baktım...beyaz beyaz köpürmüş deniz ne kadar yaşam doluydu...ne kadar sağlıklı, ne kadar koskocaman ve cesurdu. Öyle bir OHHHHH çektim ki...öyle bir parçası oldum ki...sardı beni deniz, doğa... Bir mutluluk, bir güven, bir korkmadan yaşama hevesi geldi kondu omuzlarıma....kollarım güçlendi...o ağır torbalarla uçabilecek hale gelmiştim nerdeyse...Bir koştum bir koştum...uçtum... Uçmak bu şekilde ne güzel, sağlıklı olmak...içinin kendinle huzur bulması... Ve rüzgar almış götürmüşşşş Ve satamasa da geri getiremeyecekmişşşş Çünkü çok uzaklara gitmişşşşşşş.... 13/14-Ocak-2005 ö.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Öykü Yüzer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |