Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
Olasıdırki analitik düzlemde bütün hissettiklerim ve sessizlikte seslediklerimle oluşan sistem çökebilir. Olasıdırki anlam diye sarıldığım benzersiz ben olma yolu anlamsızlığa dönüşebilir. Ama kelimelerin beni soyarak çıplak bırakması için bu cesareti göstermeliyim. Belirsizliğin boğucu atmosferinde nefes alabilmenin ve kaosun kesik kesik ve dalgalı hareketine uyum sağlayabilmenin tek yolu bu. Kendimi belirlemenin tek yolu ikinci tekil şahıs sıradanlığında ve dışardaki bir noktada durduğumu farzedip yabancılaşmanın getirdiği güvenli mesafeden seslenmek. Aslında aklım bunu çok daha önce farketti. Ben sadece tanımlıyorum. Yani eylem tanımdan çok önce geldi. Önce sen ve ben beraber ve birdik, herşey anlamlıydı. Varoluşsal boşluklara düşmek diye bir şey yoktu. Çünkü sorgulamanın bir gereği yoktu. Bütün acılar acıydı, bütün kediler kediydi ve zaman kendinden başka bir şey ifade etmiyordu. Zaman sadece zamandı. Akıp gidiyordu. Aldığın ufak tefek yaraların ve benzerlerim diye tanımladıklarının etkileri aklının bulduğu bir tanımsız kelimeyi kavramaya yetmiyordu; Hiçlik! Konuşulan, düşünülen ve yaşanılan herşey doğal, sıradan ve tanımlamaya ihtiyaç duymayan olgulardı. İnsanları düşünmeye ve tanımlamaya iten eğilim çoğunlukla akışında veya rayında giden hareketin tahmin edilemeyen ve öngörülemeyen ani bir kesintiye uğramasıdır. Belirsizlik trajedinin ardından gelir. Belletilen ve sezgilerle yada el yordamıyla hareket edilen yaşamın bu trajedi ertesi durağanlığında insan gözlerini açarak ilk kez gördüğü değil ama ilk kez baktığı yani biliçli olarak içine aldığı nesneleri tanımlamak veya sınırlamak ister. Oysa durağanlıkta hiçbir nesne birşey anlatmaz. Kuşkulanmaya da böyle başladın. Belliki bir rüyaydı herşey yada gördürülen bir rüyaydı. Öyleya bu ani kaza yada trajedi sana gördüğünü sandığın nesnelerin yada yaşadığını sandığın hayatın gerçek olmadığını ispat etmişti. Trajedi öncesinde meydana gelen gerilimle birlikte duygulardaki patlamayla hissedilen şiddet sevgi, korku, aile, hayal, istek gibi nesnelerin hep ezbere replikler, hep oynanan roller olduğunu göstermişti. Sen hiç dokunmamış, hiç istenmemiş, hiç deneyimlememiş, hiç korkmamıştın Yalnızca beraber hareket ettiğin sürünün huylanmalarına sesinle eşlik etmiş, ürkmeleriyle koşmaya başlamış, her türlü açlığını hızla ve tad almadan vahşice doyurmuştun.Bunu sen istemiş olamazdın. Birileri bu rüyayı sana gördürüyor olmalıydı. Zorla izletilen bir film gibi. O halde dışarı bakmanın bir faydası yoktu. Çünkü herşeyin ezbere oynatıldığı bu oyunu durmadan tekrar etmek hiçbirşey farkettirmediği gibi dayanılmaz bir ızdıraptı. Seninle böyle ayrıldık. Yabancılaştım sana. Önce hayvani isteklerinle dalga geçerek başladım. Sonra bütün o açlığını adeta mekanik bir üslupla tanımlamaya yani sınırlamaya başladım. Aşağıladım seni. Çünkü seni tanımak istiyordum. Çünkü böylece kendi içime yani sana döndüğümde hergün yaşamak için anlamlı olduğunu uydurduğum hikaye anlam bulacaktı. Böylece bir zamanlar bir ve beraber olan ben ile akıl ayrıldı. Hayvani içgüdü sessiz kaldı. Senin hakkında öğrendiklerim çoğu zaman beni mutlu etmesede en azından elimde manüpüle edilemeyen bir bakış açısı vardı artık. Sürüden ayrı olup sürüden birini incelerken beklentilerimi azaltıp korkulana karşı koyabilirdim;Yani hiçliğe. Böylece, benliğimden ayrı düşüncede var olan bir akıl olabildiğim sürece, hiçlik varoluşsal boşluğun çatlaklarından düşmeme neden olamazdı. Ara sıra seni özlememi, yani kendim olmayı özlememide bir kenara bırakırsak bu varoluş biçimi kabul edilebilirdi. Ne yazıkki korkulan oldu. O çıktı karşımıza. Bana sen mesafesinde yaklaştı. Öyleki artık ikinizi ayırd edemiyordum. Bütün akılcı uyarılarım bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Bana " Doğal olan bu." diyordun. Onun varlığı sayesinde yeniden ben ve kendin bir olabiliriz eskisi gibi. Sana onun ikimizi bir araya getirmek gibi bir niyeti olmadığını, senin yerine geçmek istediğini, benlik olmadan aklın kendi bulunduğu yeri tanımlayamayacağını söylesemde, bana sınırsızlık, bir olma, hep olma gibi şeylerden söz ettin. Bense inatla bunun hiçlik olduğunu insan bilincinin sınırsız olanı kavrayamayacağını, o sınırsızlık içinde kendi bilincini tanıyamayacağı için yok olacağını anlatmaya çalıştım. Benden öyle uzaklaşmıştınki seni kaybettim. Dilin olanakları içinde en kısa biçimde öznel olana işaret etmeye çalıştığım bu işaretler bütününde beni çıkışa yöneltmesi için gösterdiğim çabada bana eşlik ettiğin için müteşekkirim sayın okur. Çünkü Descartes'in varlığını ispat etmek için ortaya koyduğu dahiyane düşünce dizgesi varlığımı ispat etsede kayıp benliğimi huzura kavuşturmuyor. Süregiden hikayemde senin tanıklığına muhtacım.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gökhan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |