Şiir, duyguların dilidir. -W. Winter |
|
||||||||||
|
Çok samimi iki arkadaştılar. Birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlardı. Küçük yaştan beri beraberdiler. Birbirlerine çok bağlıydılar. Defalarca kavga yapsalar bile birbirlerine darılmıyorlar; her şeye rağmen dostluklarını sürdürmesini çok iyi biliyorlardı. Dostlukları kardeşlikten de öteydi onlar için. Kendilerine göre dostluk, her değerin üzerindeydi. Hayatta gerçek olan tek dostluktu onlara göre. Sadece dostluk vardı. İnsanı insan yapan en büyük değerdi dostluk. Dostça yaklaşılan, sevgi ile bakılan her şey bir baka güzeldi. Dostluktan başka ne mutlu edebilirdi insanı? Bunu bildikleri için iyi geçinirler, birbirlerini asla üzmezlerdi. İkisi de devlet kademesinde memurdu. Maaşlarından başka hiçbir gelirleri yoktu. Aldıkları maaş kendilerine fazlasıyla yetiyordu. Hiç evlenmemişlerdi. Yaşları ilerlemesine rağmen evlenmeyi düşünmemişlerdi. “Kısmet” diyorlardı. “Bir gün, anlaşabileceğimiz, beğeneceğimiz, sevebileceğimiz bir çıkar karşımıza.” diyorlardı. Kendi deyimlerine göre “Daha su yüzüne çıkmamışlardı” ne zaman durumları iyi olursa o zaman düşüneceklerdi evliliği… Baba evinde kalıyordu ikisi de. Aileleri ile birlikte yaşıyorlardı. Ailelerinin geçimlerine de yardımcı oluyorlardı. Bakkal borcu, elektrik borcu, su borcu, telefon borcu… Hep onların sorumluluğu altındaydı. Bu borçları kapattıktan sonra geriye kala paralarla gönüllerince eğlenebiliyorlardı. Fazla lükste gözleri yoktu. Mütevazı bir yaşamı seviyorlardı. Kötü denecek alışkanlıkları da yoktu. Ne kumar, ne gece hayatı bilirlerdi. Bunlardan hep uzak kalmışlardı. Ayda bir defa müzikli bir bara giderler orada bir iki kadeh bir şeyler içerler, müzik dinleyip giderlerdi. Kimseye zararları yoktu. Kendi aralarında sohbet ederlerdi. Derin ve neşeli sohbetlere dalarlardı. Genelde eskiden yaşadıkları komik olayları anlatıp gülerlerdi. Epey de çevre edinmişlerdi. Gittikleri yerde sevilirlerdi. Efendi olmaları çevresindeki insanların artmasına neden olurdu. Efendilikleri ve saygılı olmaları bu çevreyi sağlamıştı onlara. Bir hafta sonu yine bir bara gitmişlerdi. Sohbet ediyorlardı. Aralık ayı içindeydiler. Aybaşına az kalmıştı. Ocakta çift maaş alacaklardı. 13. Maaş dedikleri yıl sonu ikramiyesiydi bu. Ocak ayı başında alacakları maaştı. Tahir: - Ya birader, borçların durumu ne oldu? 13. Maaşı da alıyoruz. Borçları kapatıp rahatlarız, dedi. - Vallahi birader, borçlar öyle duruyor. Düşünmüyorum onu. Borç yiğidin kamçısı derler. Öder gideriz. Normal maaşla borçları kapatır, 13. Maaşı da harcarız. Yılbaşı da geldi. Bir yerlere gider eğleniriz. - Bakarız. - Nereye gideriz? Nasıl eğleniriz? Şöyle müzikli, danslı, eğlenceli bir gazinoya gideriz. - Hiç acele etme. Nasıl olsa onun da bir yeri çıkar, dedi. O günden sonra bu konu sık sık konuşulur olmuştu aralarında. Arkadaşı: - Ne yapacağız? dedikçe Tahir: - Acele etme, bir şey çıkar, diyordu. Aralık ayı bitmiş, 13. Maaşları normal maaşlarıyla birlikte almışlardı. Ertesi günü hafta sonu idi. Her yer kapalıydı. Taksitleri ödeyememişlerdi bu nedenle. Bakkal, elektrik, telefon, kişisel borçlar öyle kalmıştı. Borçlar iki gün sonra ödenecekti. O gece, yılbaşı gecesi idi. Yeni bir yıla gireceklerdi. Geçmişi bir tarafa bırakacak sadece önlerine, geleceğe bakacaklardı. Borçları falan düşünmeyeceklerdi. O anı yaşayacaklardı. Yiyip içip eğleneceklerdi. Herhangi bir plan da yapmamışlardı. Her şeyi oluruna bırakacaklardı. Nasıl olsa su akar, yolunu bulurdu. İçlerinden nasıl geliyorsa öyle davranacaklardı. Akşama doğru, her ikisi de tüm paraları üzerlerine alıp yola çıktılar. Deyim yerindeyse yaşayacaktılar. Vakit henüz erken olduğu için bir lokantaya oturup yemek yediler. Yanında da ufak bir rakı söylediler. Muhabbetle yiyip içtiler. Erkendi ama yasak koymamışlardı kendilerine. Sınırsız eğleneceklerdi o gece. Felekten bir yılbaşı geçireceklerdi. Yemekten sonra kalktılar. Bir bara gittiler. Oturmak istediler. Fakat bar, çok kalabalıktı. Önceden yer ayırtmadıkları için boş yer bulamadılar. Bütün yerler çok önceden tutulmuştu. Bir başka bara gittiler. Ama farklı bir durumla karşılaşmadılar. Her yer aynı idi. Bir yerde boş yer bulmak mümkün değildi. Bütün barları, tüm eğlence yerlerini dolaştılar. Ya kapalı oluyor; ya da boş yer bulunmuyordu. Her yer tıklım tıklım doluydu. Çaresiz kalmışlardı. Eğlenecek bir yer bulamamışlardı. Çareyi köye dönmekte buldular. Köye geldiklerine kahvehaneyi açık buldular. Arabadan inip içeri girdiler. Kimileri içip sohbet ediyor, kimileri televizyon seyrediyor, kimileri de küçük çaplı okey oyunu oynuyorlardı. Arka tarafta bulunan odanın kapısı kapalıydı. Merak edip baktılar. İçeri girdiler. İçerde bir masa kurulmuş oyun oynanıyordu. Oynanan oyunu izlemeye başladılar. “Bakara” adı verilen bir kumar oyunuydu oynanan. İkisi de ilk defa görüyorlardı bu oyunu. Nasıl oynandığını bilmiyorlardı. İzledikçe öğrenmeye başladılar. Öğrendikçe de zevk almaya başladılar. Az çok nasıl oynandığını öğrenmişlerdi. Kurupiyer denilen biri oyunculara ikişer iskambil kâğıdı veriyor, sayısı büyük olan oyunu kazanıyordu. Görüntüde basit bir oyundu. En büyük sayı 9 idi. 10 ve renkli kağıtlar sıfır sayılıyordu. Fazladan üçüncü kağıt istenebiliyordu. Üç kâğıdın toplamı ile yarışılıyordu. Sayısı büyük olan ortadaki parayı alıyordu. Arkadaşı dayanamadı: - Bir şansımızı deneyelim, dedi. Cebinden deste deste paraları çıkardı. Parayı görenlerin gözleri fal taşı gibi açıldı. Çok paraydı bu onlar için. Herkes gizli gizli birbirine bakmaya başladı. Kurupiyer iki kâğıt verdi. Kendisi ne yapacağını bilmiyordu. Kurupiyer oynatacaktı: - Açın elinizi, dedi Elini aç demek, kâğıdı göster demekti. Kâğıtları açtı. Toplamı 8 ediyordu. Kurupiyer: - 8 kazanır, dedi. Kazanmışlardı. Sevindi. Oysa rakip oyuncunun sayısı 9 ediyordu. Onun kazanması lazımdı. Ama kurupiyer, adama gizli bir göz atmış ve “ 8 kazanır” demişti. Bu yemden başka bir şey değildi. Bir avcı avını avlamak için tuzağa yem koyar ve avını yakalamaya çalışır, bu da aynı öyleydi. Önce yemi verdiler. İlerleyen saatlerde kat be kat geri almayı planlıyorlardı. Ama önce avı tuzağa çekmek gerekiyordu. Bizimkiler mutluydu. Kazanmışlardı ve kazanmaya devam edeceklerdi. İnanmışlardı buna. Oysa yolunacak keklik idiler, diğerlerine göre kerizdiler. Ne de olsa iş başka, dostluk başka idi. Hele de o gün yılbaşı gecesi idi. Herkes şansını deniyordu. Tabii bazılarını şansı yolunda gitmeyecekti. Biraz sonra arka oda doluvermişti. Oyuncular artmıştı. Birileri sessizce dışarı çıkmış, kerizlerin geldiğini, paranın çok olduğunu söylemişti. Para kokusunu alan avcılar da gelivermişlerdi. Masa iyice büyümüştü. Oyuncular artmıştı. Tahir, arkadaşına eğilerek: - Aman birader, kendine gel. Bunların hepsi kurt. Avcı. Bizi avlayıp yutuverirler. Sonra elimizdekilerden de olmayalım. Gel çıkıp gidelim, dedi. - Yok birader. Bugün yılbaşı. Anlaşmamız nasıldı? Sınır yok. Korkmak yok. İstediğimiz gibi eğleneceğiz. Bak, kazandık bile. Sabaha kadar bunları soyarız burada. Zengin olur gideriz. - Birader, ihtiyacımız mı var? Sadece eğlenelim dedik. - He bak ne güzel dedin, sadece eğleniyoruz. - Yapma gözünü seveyim. Adamlar bize yem attı sanki. Biraz sonra bütün paramızı alırlar. - Ya birader alsalar ne alacaklar? Kaybetsek ne kaybederiz? Çok çok birkaç bin lira, en fazla iki maaş. Canımız sağ olsun… - Peki, öyle olsun. Vakit, yavaş yavaş ilerliyordu. Bu arada Tahir de şansını denemek için oyuna girmişti. Ara sıra kahveci oyunculara küçük ikramlarda bulunuyordu. İsteyene çay, kahve, kola, bira gibi içecekler getiriyordu. İş o kadar ilerlemişti ki Tahir de arkadaşı da oyundan bir türlü çıkıp kurtulamıyorlardı. Büyük bir hırsa kapılmışlardı. Kazanma hırsı. Oysa kaybetmeye başlamışlardı. Bu defa da kaybettiklerimizi geri kazanalım düşüncesi ortaya çıkıyordu. Kaybediyorlar, kaybettikçe zararı kurtaralım diye uğraşıyorlardı. Uğraştıkça da kötüye gidiyorlardı. Battıkça batıyorlardı. Gelen biralarla da sarhoş olmuşlardı. Durmadan bira içiyorlardı. Kendilerini oyuna iyice kaptırmışlardı. Biraz sonra oyunculardan biri: - Kazanmak istiyorsan büyük oynayacaksın, ben limiti yükseltiyorum, dedi. - Kabul, diyenler oldu. Zaten bütün oyuncuların işteşi de buydu. Oyunu büyüttüler. Şimdi masada daha çok para konuşulmaya başlandı. Çünkü masada yolunacak iki keriz vardı. Ve bütün para bunlardaydı. İkisindeki para, oradakilerin toplam parasından fazlaydı. İkisinde de nereden bakılsa 4 maaş vardı. Amaç bu paraları söğüşlemekti. Herkes “Ne koparabilirsem” düşüncesine hâkimdi. Artık sarhoş da olmuşlardı. Dilleri sürçmüş, konuşamaz olmuşlar, gözleri ellerindeki kâğıtları seçemez olmuştu. Kolayca alacaklardı parayı. Sadece biraz zaman ve biraz da sabra ihtiyaçları vardı. Artık ortaya sürülen paralar kat be kat fazlaydı. Binlerden, yüz binlerden konuşuluyordu. Vakit oldukça ilerlemişti. Arkadaşı cebindeki tüm parayı bitirmiş olmalıydı ki Tahir’e: - Biraz para versene, dedi Tahir, cüzdanından para çıkararak verdi. Onun cüzdanı hala kabarıktı. Cüzdanı görenlerin ağzının suyu akmıştı. Tahir’i de bir şekilde oyuna sokmayı başarmışlardı. O da kendini oyuna kaptırmış paraları savurup durmaya başlamıştı. Sabah oluyordu. Biraz sonra sabah olacaktı. Bu arada oyunculardan çoğu kaybolmuştu. Cebini dolduran tuvalete gitme bahanesiyle odadan çıkıyor bir daha geri gelmiyordu. Her ikisi de cüzdandaki son paraya kadar oynadı. Son liraya kadar kaybetmişlerdi. Kahveci şans vermek amacıyla el altından birkaç yüz lira vermişti. Ama o şans bir sefer kaçmıştı. Bir türkü geri dönmek bilmiyordu. Son bir gayretle bir kez daha saldırdılar. Ama nafile onları da kaybettiler. Sıfırı tüketmişlerdi. Artık masa da neredeyse boşalmıştı. Bir iki oyuncudan başka kimse kalmamıştı. Bu kalanlar da kumar hastası olan kişilerdi. Kalanlar pek bir şey kazanamayan ama son bir umutla bir şey koparabilir miyiz diyenlerdi. Parayı vuran kaçıp gitmişti. Kumardı oynanan. Para dönüyordu. Birileri sürekli kaybediyordu. Ne olacağı belli olmazdı. İşin sonunda kavga da çıkabilirdi. Beklenmedik şeyler de ortaya çıkabilirdi. Temkinli olmakta fayda vardı. En iyisi kaçıp gitmekti. Karanlığın beli kırılmış, hava iyice aydınlanmıştı. Tahir ile arkadaşı kalktılar. Kimseden çık çıkmıyordu. Herkes merakla bu iki arkadaşın ne yapacağını bekliyordu. Çok kaybetmişlerdi. Mutlaka birilerine çatar, bir kavga çıkarırlardı. Arkadaşı: - Beyler, çok teşekkür ederiz. Gerçekten unutulmaz bir gece yaşadık. Daha bu kadar pahalı bir gece geçirip eğlenmemiştik. Çok eğlendik, dedi. Tahir de teşekkür etti. Arkadaşıyla birlikte kalkıp odadan çıktılar. Dışarısı aydınlıktı. Her ikisinin de yüzü sararmıştı. Ceplerinde bir kuruş kalmamıştı. Oysa buraya girerken 4 maaş bulunduruyorlardı. Şimdi ise metelik dahi kalmamıştı. Bakkal borcu, elektrik borcu, telefon borcu, su borcu, tüm taksitler daha öylece duruyordu. Epey bir sıkıntı çekeceklerdi anlaşılan. Arkadaşı: - Ya birader biz ne yaptık öyle? - Koskocaman bir eşşeklik yaptık - Ne yapacağız şimdi? Tahir gülmeye başladı: - Bir ay önceden 13. Maaşları ne yapacağız diye soruyordun. Bak gördün mü? Ne güzel yeri varmış. Buz gibi oldun mu? Aldın mı sorunun cevabını. Gülerek arkadaşının evine vardılar. Annesi ve kız kardeşi kalkmışlar kahvaltı yapıyorlardı. Kahvaltıya oturdular. Annesi çok merak etmişti: - Neredesiniz oğlum? Bütün gece eve gelmediniz. Korktum, dedi. - Korkulacak bir şey yok ana, eğlendik biraz, dedi oğlu. Tahir: - Korkma teyze, senin bu oğlan eşek oldukça bir şey olmaz, hep itibar görür, dedi. - Ne oldu? Oğlu: - Bir şey yok ana. Nasıl olsa duyacaksınız. Başkasından duyacağınıza benden duyun. Biz, bir eşeklik ettik. Tahir: - Biz deme, ben de. Ben sadece sana uydum. - Hayırdır oğlum, kaygılandım şimdi. - Kaygılanma ana. Biz bu gece kumar oynadık. Bütün paramızı kaybettik. Özür dileriz. Bu olay ilk ve son defa oldu. Bir daha asla olmayacak. Sana söz, dedi. Oğlunun bu çok kötü durumunu gören annesi alttan aldı: - Aman oğlum sizin canınız sağ olsun. Hatanızı anladıysanız o bana yeter. Hem iyi ki de kaybetmişsiniz. Eğer kazansaydınız, kumarbaz olup çıkardınız. Zararın neresinden dönerseniz kardır. Bu, size ders oldu. Bir daha kumar oynamazsınız, dedi. Gerçekten de o günden sonra bu iki arkadaş, değil kumar oynamak, kahvehanenin önünden bile geçmediler. Bu olay, onlar için unutulmaz bir anı olarak kalmıştı. Büyük bir ders aldılar. Her yılbaşı gecesinde o geceyi gülerek birbirlerine anlattılar. Güzel Bir Dünya Öyküler Kitabından
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |