Sanat doğaya eklenmiş insandır. -Bacon |
|
||||||||||
|
Sekiz on yaşlarındayken şehirden kasabaya taşındık. Annem ile babamın arasında , her ne kadar belli etmeseler de, tatsızlıklar vardı. Zaman zaman çocuk aklımla bir takım çıkarımlar yapmışımdır. Çözemedim elbette. Yoğun çalıştıklarından akşamları iple çekerdim. Babam salatayı hazırlar, annem tabakları ve yemeği getirirdi. Oturduğum yerden onları seyrederdim. Bir gün sesleri yükselip ifadeler sertleşti ve ben o anı uzun bir süre için görmezden geldim. Evde en sevdiğim şey pencerenin pervazına kollarımı dayayıp dışarıyı seyretmek. Evimiz büyük bir sitenin içindeydi. Binaların ortasında kalan geniş yeşil alanda ağaçlar, banklar, spor sahaları, kaydıraklar, salıncaklar, çiçek tarhları gibi alanlar vardı. Gece karanlığında fantastik bir dünyaya dönüşürdü buralar. Sarı, çiğ beyaz, göz kamaştırıcı veya solgun ışıklı pencerelerle kuşatılmış gibiydi her yer. Başka bir gezegendeymişsin gibi değişik, heyecanlı bir his doldururdu içimi. Her an inanılmaz bir maceranın içine düşebilirdim. Ardımda tartışmalar, tabak bardak şangırtısı ve ağır, sancılı sessizlik yankılanırdı. Sitenin yakınında yerleşik pazar yeri vardı. Taze sebze, meyve, bal, reçel, el işi ufak tefek şeyler, çeşit çeşit çiçek satılırdı. Oralarda dolaşırdım. Kaykayımı alır, kapı anahtarını paspasın altına bırakıp, tezgahlar boşalıp da satıcılar oradan ayrılana kadar pazarda dolanırdım. Farklıydı, keşfetmem gereken bir gizem vardı sanki. Akşam olduğunda büyüsüne kapıldığım sihrin bozulmasına üzülürdüm. Her defasında çocukça bir hoşnutsuzlukla eve dönmüştüm. Annem ile babamın anlam veremediğim kırgınlıklarından kaçmak için odanın penceresinde kendimi unuturdum. Bir akşam daire kapısı sertçe çarpıldı . Böylece sevdiğim, doğduğum, hayallerimi büyüttüğüm şehirle vedalaştım. Bu beklenmedik ayrılığı hazmetmek zordu. Seslendiremediğim isyanı derine gömdüm. Okul yabancı, ben yabancı, sevdiğim herşeyden koparılmış, eksik kalmış gibiydim. Sanki olan bitenin suçlusuydum. Düzeltebilirmişim fakat geç kalmışım suçluluğu bir parazit gibi beynimi uzun zaman kemirdi. Anneme kızgın, babama küskün kaldım. Mahkemenin belirlediği görüş günlerinde babama sandviç hazırlardım, annemle ise hiç konuşmazdım. İçimdeki fırtınayı bencilce sadece kendime sakladım. Zamanı geri alabilsem keşke. Geç kaldım. Taşındığımız yere dair karışık duygularım oldu, ne sevdim ne de nefret ettim. Başka bir seçeneğim olmadığından bu yeni duruma alıştım. Okul ve kasaba kütüphaneleri tutunduğum nefes alma duraklarım oldu, hah, bir de yerleştiğimiz bahçe içerisinde, iki odalı küçük ev. Bahçe küçümsenmeyecek büyüklükte bir araziydi aslında. Asıl ev, iki katlı, gösterişli, merkez caddenin hemen kenarındayken oturduğumuz ise bahçenin diğer ucundaydı. Bitişikte iki odalı bir diğer daire ev sahibinin ablasına aitmiş. Yüzü her daim asık, erkeksi giyinmeyi tercih eden orta yaşlı ufak tefek bir kadın. Daha sonraları kasaba belediyesinde katip olduğunu öğrenmiştim. Göründüğü gibi de aksi birisi değilmiş. Okul dönüşü soluğu bahçede alırdım. Bahçe çitinin dibindeki süpürge otları arasında dolaşıp ceviz ağacına tırmanıp vakit geçirirdim. Zamanla yandaki komşumuz ile aramızda sessiz ve keyifli bir bağ oluştu. Kahve fincanını alıp bahçeye açılan mutfak kapısından verandaya çıkmasını beklerdim. Hiç unutmadım, vanilya ve limon kokardı evi. Geleni gideni yoktu. Kardeşiyle aralarında neler olduysa, selam sabah kesilmiş. Sonraları fark ettim ki yalnızlığını benimle iki kişilik etmiş. Yaşlı ceviz ağacına tırmanıp işten dönüşünü beklerdim. Sessizce oturduğumuz günleri düşünüyorum da, o küçük evde kaldığım birkaç yıl bir masalın içindeymişim gibi geçmiş. Yıllar yıllar sonra, şimdi hatırlamadığım bir sebep yüzünden, kasabaya yolum düştü. Caddenin iki yanındaki bahçeli evler yıkılmış, yerlerine çok katlı binalar yükselmişti. Tesadüf bu ya, buhranlı çocukluğumun sırdaşı ile karşılaştık. Farklı bir sokakta, hiç beklemediğim halde. Beni hatırlayıp hatırlamadığını çözemedim. Heyecanlı, coşkulu bir ses tonu ile rüyasını anlattı. Küçük insanların istilasından bahsetti. Kelimeler ard arda ortalığa saçıldıysa da hikayenin anlaşılması güçtü. Kısa bir an için bu puslu hüznün içinde nefes alamamıştım. "Yanında kalsaydım böyle olur muydu?" diye düşünmedim değil. Nedense, kabullenmek yerine, bu halini unutmayı seçtim. Dediğim gibi, okul günlerimin tümünde kütüphanelerin yeri ayrı oldu. Derslikler yerine satırlarası dostluklar kurdum. Heeyt be, empatinin "en" olanlarını deneyimledim. Kitapların içindeki hayatların tutsağı olmadan farklı yaşamların tanığı oldum. Yolculuklara çıktım, serüvenlere atıldım ve paragraf paragraf şaşırdım, ağladım, güldüm. Hey gidi tasasız çocukluk. Hayata ve içindeki herşeye farklı farklı pencerelerden göz attım. Her ne denli çekingen ve şüpheci olsam da yüreğimde tükenmeyen sevgi ve cesaret hep güvende hissettirirdi. Hala da öyle. Hiçbir vakit dışlanmış olduğumu düşünmedim, farklıydım. Kendimi nasıl ifade ederim diye hiç tasa etmedim. Yanıbaşımdaki hayatı bir kalın buz tabakası ardındaymış gibi seyrederken umutsuzluğa da kapıldım, yenilmez de oldum. Kimseye rahatsızlık vermeden, zihnimin labirentinde özümü arayışımda hür ve görünmezdim. Tüm duygularla, yalansız dolansız, yalın halleriyle yüzleşmek dileğimdi. Mutluluğu, acıyı, çaresizliği, öfkeyi , nefreti, merhameti, korkuyu, açgözlülüğü, hırsı, sevgiyi , Aşk'ı... Belki çok yalnız bir çocuktum ya da yaşamak çok yoğun bir duygu. Lisedeki sıra arkadaşım utangaç, sessiz bir kızdı. İnce yapılı, yüzüne mahçup bir ifade yerleşip kalmış, nezaketli ve hassas. Beni sebepsiz yere evine davet etmişti, okula yakın, şehrin merkezinde bir apartman dairesinde oturuyordu. Okul günlerimizde neler konuşup yaptığımız aklımda kalmasa da siması hala belleğimde. Hiç ummazdım, yıllar sonra duydum ki uçan kağıtlara karaladığım dörtlüklerin tümünü saklamış. O an kendimle gurur duymadım, yerin dibine girmeyi isteyecek kadar utandım. Her ne kadar hayat hepimizi farklı yönlere savurmuş olsa da sıra arkadaşımı gerçekten tanımakta geç kaldığım için yürekten hayıflandım. Utancım öylece son bulmadı. Hasbelkader kanser olduğunu öğrendiğimde onu ziyaret etmek istedim. Evinin kapısı önünde geçen birkaç dakika bana asır gibi gelmişti. Okul sonrası onunla görüşmediğim, yazışmadığım, telefonlaşmadığım için kendimi suçladım. Beni oraya götüren histen tiksindim. Merhamet miydi, suçluluk mu yoksa kibir miydi? Tut ki ölüm onu alıp götürmeden yetiştim, ne söylerdim, yüzüne nasıl bakardım? Geçen yılları mı yad ederdik, sahip olmadığı gelecek için mi gözyaşı dökerdik? Sonra tevekkül ile hayatın kısalığından, kaderden mi konuşurduk?.. "Yollarımız ayrılmış be kardeşim" mi derdik? Yine geç kalmıştım. Geçmişe bakıp o zamanlar farkına varmadığın küçük ayrıntıların kaderine ilmek ilmek örüldüğünü görürsün. Kadere inan ya da inanma, hayatın sana giydirdiğini söküp atamazsın, inkar veya kabul edersin. Avutursun, avunursun ve öyle böyle yaşarsın. Keşkelerle, pişmanlıkların sulu sepken yağmurunda ya da huzurlu ve telafisizliğin farkında veya izansız boşvermişliğinde . eylül
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © eylül, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |