Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
Günlerden salıydı. İsyancı kasabanın çıkışında bekliyordu. Akşama doğru bir araya toplanan isyancılar çavuşlarından emir bekliyordu. Köpek havlaması duyan bir kız korku ile evine doğru koşmaya başladı. “ Anne aç kapıyı. Çabuk aç. ” Kapı açılınca “ Kızım ne oldu ne var. Niye korktun? ” Kız “ Anne dışarıda bir köpek gördüm. İn mi cin mi belli değil. ” Kızın adı Esma’ydı. Bir tüfek sesi duyuldu. Anne “ Neferlerin aklı başında değil. Durmadan silah sıkıyor. ” Diye kendi kendine söylendi. Köpek hala havlıyordu. Üç el silah daha sıkıldı. Delibaş bağırmaya başladı. “ Kim lan o züppe. Boşu boşuna havaya ateş açıyor. ” Kapıdaki nöbetçi pencereye doğru konuştu. “ Paşam dışarıda köpek havlaması var. Ne olur ne olmaz diye silah sıkmışlar. ” Delibaş “ İndirmeyin lan beni aşağıya. Kırarım kemiklerinizi. ” Sonra karısına bağırdı. “ Hanım yarın tarhana çorbası yap. Yap ta midemiz düğün bayram yapsın.” Delibaş’ın karısının adı Meryem’di. “ Tarladan söktüğüm patatesler var. Onları pişirsem. ” Delibaş “ Yok ben onu yemem. Tarhana daha iyi. ” Delibaş enfiye kutusunu çıkardı. Bir tutam avucuna döktü. Burnuna çekti. “ Bu ne güzelmiş be. ” Diye söylendi. Ayağını oturduğu minderin üzerine uzattı. Aklında yan komşunun kızı Fatma vardı. Karısı ona hizmette niye kusursuz değildi ki. Keşke karısı geçimsiz olsaydı. Onu hemen bırakıp komşunun kızını kendine nikahlardı. Kimsede karışamazdı. Buraların padişahı oydu. Dediği dedik astığı astık kestiği kestikti. Kasabanın girişi ateşin alevi ile aydınlıktı. Nöbetçiler “Geliyorlar geliyorlar. Acele et acele et. Hendeğe girip saklanalım. ” İçeri Çumra’dan gelen iki atlı Kuvayi Milliyeciydi. Beş yüz metre ileride durdular. Atlarından inip hemen yol kenarındaki ağaçların arkasına geçtiler. Atları ağaca bağlayıp gecenin karanlığında sürülmüş tarlada kasabanın arkasına doğru koşar adım ilerlediler. İsyancılar hileyi fark edememişlerdi. Kasabanın ortasında eğlence vardı. İsyancılardan bir ozan başına toplananlara saz çalıyordu. Beş altı kişi elinde kaşıkla söylenen türküye ayak uydurarak oynuyorlardı. “ Şu birmiş samanları ah yaksam ah yaksam. Dumanları içime dolsa ah çeksem ah çeksem. ” Kuvayi Milliyeci iki nefer ağacın arkasındaydılar Türküde oynayanların teker teker nereli olduklarını seçmeye çalışıyor ve yörelerini yüzlerinden tanıyıp deftere not ediyorlardı. Bunun yanında neferlerin sayısını da kaydediyorlardı. Tam yedi ilden asker kaçağı tespit edebilmişlerdi. Neferleri adedi ise yedi yüz civarlarındaydı. Kuvayi Milliyeci iki nefer hemen oradan çekilip atlarını bağladıkları yere doğru koşmaya başladılar. İki isyancı hileyi hala fark edememişti. İsyancının biri “Mehmet niye gelmiyor bunlar. Yoksa Ankara bir şeyler mi planlıyor?” Mehmet “Beşir ağam onlar bizden akıllı mı yoksa biz mi farkında değiliz?” Beşir “ Onlar düdük çalmayı bile bilmez. Değil mi lan Hüseyin ” Hüseyin “ Aman delibaş duymasın. Bizi hemen ipe asıverir. ” Beşir “ Niye öyle dedin? ” Hüseyin “ Delibaş düşmana saygılıdır. O bizim padişahımız. Padişahımızın siyasi işlerine karıştık mı gitti o gidiş. ” Delibaş her gün kazanlarla pişirdiği etli pilavları neferlerine kendisi dağıtırdı. Herkes yemeğine oturunca “ Afiyet olsun arkadaşlar. Unutmayın ben padişahınızım. ” Derdi. İsyancılar hep bir ağızdan “ Padişahım çok yaşa “ diye bağırdılar. Bu Delibaşın çok hoşuna giderdi. İsyancılar etli pilavlarını yemeye başladı. Kasabanın giriş ve çıkışlarında nöbet bekleyen neferlere de pilav taşındı. Geceye doğru. Delibaş odasında sigarasını içip bitirdiğinde gaz lambasını söndürdü. Sonra derin bir uykuya daldı. Rüyasında isyancı neferlere hep sövüyordu. “Uyanın lan. Kırarım kemiklerinizi. ” Kimine tekme atıyor kiminin üzerine tükürüyordu. Sabahtı Güneş henüz yeni doğmuştu. Birkaç horoz sesi bir iki köpek havlaması. Delibaşın askerlerinden kaçacak yoktu. Kasabanın iki tarafı da tutulduğu için yunan zulmünden kaçan Kuvayi İnzibatiyecilerden yolu kasabaya düşenler içeriye alınıyor ve bir daha dışarıya çıkarılmıyordu. Delibaş ordusunu böyle büyütüyordu. Her yakalanan inzibatiye neferine kurana el bastırılıp “ Allah peygamber üzerine hiçbir yere kaçmayacağıma dinim imanım üzerine ” diye yemin ettiriliyordu. Sonra kendi tüfekleri ile talime katıyorlardı. Delibaşın şansına bir hayli inzibatiye askeri yakalanmıştı. Delibaş neferlerin ismini deftere kaydediyordu. Bazı isimlerin altını hatırlamak için çiziyordu. Onlar kolaylıkla emir verebileceği ve isyancıları çevirip yönetebilecek yardımcılardı. Delibaş isyancılardan bir çoğunun ismini de bu sayede ezberlemişti. İsyan saati gelmişti. Yardımcıları Delibaşa “ İsyan ne zaman paşam ” diye sordular Delibaş “İyice emin olalım” dedi. Emin olmak dediği şey isyan olayının cesaretiydi. İsyan sonu zaten belliydi. Yeter ki Delibaş adını sanını duyurabilsin ve büyük bir isyan çıkartabilsin. Delibaş düğün dernekte gibi davul ve zurna çaldırarak neferlerini teftiş etmeye başladı. Sonra köstekli saatine baktı. Sürekli susuyordu. Delibaş atına atladı. Yürüyün isyan başlıyor. ” Dedi. Bir saat gecikmeyle yaya süvarilerin arkasından atlı süvariler harekete geçti. İsyancılar Konya ’ ya doğru yol almaya başladılar. Delibaş Kaçak beyinsiz neferlerin eline tüfek teslim etmeliydi. Bunun için tüfek ticareti yapan tüccarlara gidecekti. Çünkü kaçak neferlerin çıktıkları birlikten kendilerine zimmetli tüfekleri kışlalardan çıkarmaları zordu. Tabi ki nöbetçiler onları bırakmaz yoklama yapardı kaputlarını. Bulunan tüm tüfeklerle birlikte nefer sonu da gelirdi. Kısa bir yargılamadan sonra nefer kaçakları savaştan kaçmaktan hüküm giyer, kurşuna dizilirlerdi. Ne acıydı kurşuna dizilmek. Önce dirsek teması dizilirler son arzuları sorulur. Onlar “Allah bizi affetsin” derler kaçak neferlerin oranında muvazzaf neferler hazır olurlar, tüfekleri ellerinde, başlarında subay, “Nişan al. Ateş.” Derdi. Subay belki içinden acır “Keşke güfteli gitselerdi. Trampet olsa daha iyi olurdu.” Derdi. “Ama böylesini akla getirebilecek, çekip çevirecek, bir emir, bir yönetmelik yok ki.. Keşke olsaydı. O zaman ölenleri daha iyi anlardık” derdi. Neferlerin kışlalardan kaçması böylesine artık zordu. Delibaş önce köylerden Kaime-ı Nakdiye-ı Mutebere toplamalıydı. Bunun için ilk adım yanına önceden aldığı birkaç adamıyla köyleri basıp zorla kaimeleri toplayacaktı. Kaimeler onun için önemliydi. Yanında götüreceği adamlarına topladıkları kaimeleri içine dolduracakları birer torba temin etmeliydi. Baskın akşam olmalıydı ki kimseler görmesin, gidip inzibatlara şikayet etmesin. O zaman işleri zora girerdi. Kaimeler toplanmadan tüm planları suya düşerdi. Yarın baskın kararı verdi. Önce İçeri Çumra’ya yerleştirdiği adamlarına haber göndermeliydi. Mahmut, Sadık, Ali, Mustafa, Durmuş, Ramazan, Hasan Hüseyin, Konya'nın Güneysınır ilçesine bağlı bir köyde torunlarını bırakan namı diğer Sarı bacak İsmail Efe, Ahmet, Mustafa, Eski ismi Sarı Ören Boyalı olan Ali, Akören’den Arif, Akören’den İsmail, Akören’den Tenekeci, Hadim’den İsa, Hadim’den Ramazan, Hadim’den Yasin, Hadim’den Kemal, Hadim’den İnayet, Anamur’dan kaçan, koç Ali, kardeşi Emre, Manavgat’tan kaçan Yusuf oğlu Mustafa, İzmir’den kaçan Sadettin, İstanbul Bakırköy'den kaçan ajan Mahmut, Yunanlardan kaçıp gelen Haydar, Kıbrıs’tan kaçıp gelen Hasan Hüseyin, Antakya’dan kaçak nefer İnayet, Karabük’ten kaçıp gelen Cevdet, Dersim’den kaçıp gelen Nizami, Şamdan kaçıp gelen nefer Hüseyin, Medine’den kaçıp gelen nefer Yusuf hepsi buradaydı. Delibaş isimleri kağıda çiziktirip bir kenara koymuş, onlara görevleri için İçeri Çumra’ya ve civarlarında gece ve gündüz tetikte durmalarını tembih etmişti .Onlar da Delibaş’ın tavsiyelerini tutmuştu. Geriye kalıyor onlara tüfek ikmal etmeliydi. Şimdilik yerlerinde bir dursunlar hele. Mustafa Kemal’in hesabı elbet sorulacak, ilan ettiği cumhuriyeti ele geçirecek, tek başına Ankara’ya gidip mebuslara konuşma yapacak. Kapıda askerler, içeride ki mebuslar silahsız. Onlara “Cumhuriyeti ele geçirdim. Kabul etmezseniz hepinizi öldürürüm. ” Diyecekti. Şimdi Ankara’ya gitmeye hazırdı. Atlarla beraber Konya’yı geçti. Ankara’ya doğru son sürat vardı. Doğruca Meclis binasına vardı. Hazırladığı askerler onu kapıda karşıladı. Meclis binasına girerken herkes onu alkışladı. Delibaş bizzat kaleme aldığı ve imzaladığı belgeyi okudu. ”Efendiler bu gün Delibaş Cumhuriyeti’ni ilan ediyorum. Emirlerime itaat edin.” Dedi. Allah hiçbir şeyi unutmuyordu. Her şeyi bir deftere yazıyordu. Onun kaydı Allah’ın katındaki levh-i mahfuzu Ramazan bayramlarında şeytanların kaderi değiştirmemeleri için (bazı şeytanlar buna muktedir oluyordu. İnsanların kaderini değiştirip onlara kötülük yapmanın yollarını buluyordu.) okuyordu. Allah levh-i mahfuz ilmini kuranda bildirmişti. Bazı evliyalar Allah’ın izniyle kendi menfaatleri için değiştiriyorlardı. Elbet kaynak hazreti Muhammet’ti. O Cebrail’in bildirdiğini kuranı kerime yazdırmış her şeyi açıkladığı gibi bazı şeyleri gizli tutmuştu. Bu müminlerin ilmin şiddetine dayanamamaları ve ölüp gitmelerine izin vermemesinden dolayıydı. Allah’ın katında bir kütüphane düşünün ve odacıkların birinde de kuranı kerim vardır. Elbet Allah kuranı da okuyor. Diğer kitapları okuduğu gibi. Ve Allah bu şekilde peygamberine öğretti. Peygamber bir levha alıp gizli ayetleri levhanın üzerine kazıttırdı. Levhayı gizli bir yere sakladı. Ve peygamber bu levhayı her Ramazanda okumaya başladı. Ve Ramazan bayramlarında şeytanları Antakya’da bir araya toplayıp zincirle hapsetti. Şeytanlar artık Müslümanlara ve diğer Hristiyanlara zarar veremiyordu. Delibaş bütün bunları düşününce peygamberine salavat getirdi. “Rabbım ne güzel yaratmış. Ben de bir gün Ankara’yı yeniden inşa edeceğim. Belki bana mazide yardım edici gaip bir er çıkar.” Delibaş meclis odasında kahvesini içerken yanına gelen meclis çaycısından bir pet şişe su istedi. Az sonra sipariş geldi. Delibaş suyunu içti. Kahvesini bitirmişti. Yanına gelen kurmaylarını oturttu. “Oturun şöyle.” Kurmaylar oturdu. Delibaş sağ elinde on yedilik kalın taneli teşbihini çekmeye başladı. Kurmaylar pür dikkat Delibaş’a kulak kesildi. “Arkadaşlar az önce Cumhuriyetimi ilan ettim. Ne dersiniz buna?” Kurmaylardan Adnan Menderesin cumhur başkanı Celal Bayar söz aldı. “Paşam sizi sultanımız seçmek istiyoruz. Ama önce Atatürk’ü vatandaşlıktan çıkarmamız lazım. Bunun için Anıtkabre Atatürk’ün gizli odasına gidip ona vatandaşlıktan çıkarıldığını bildirmemiz lazım.” Delibaş “Ne münasipse yapın. Atatürk’e tahammülüm kalmadı.” Celal Bayar askerlerine emir verdi. Söz dinleyen askerler acele ile Anıtkabre yol aldı. Anıtkabirdeki nöbetçiler geri çekildi. Elinde yazılı emri olan er kağıdı okudu. “Bu emir Delibaş sultanımızındır. Hemen Atatürk vatandaşlıktan çıkarılmıştır.” Nöbetçi askerler eşliğinde Atatürk’ün gizli odasına girdiler. Atatürk odasında masasının başında kitaplıktan bir kitap seçmiş viskisi ile kitap okuyordu. Askerler Atatürk’ün Delibaş’ın kararını bildirdiler. Bir saat içinde Atatürk vatandaşlıktan çıkarılıp Rodos adasına gönderildi. Delibaş o an televizyonda Atatürk’ün tüm hareketlerini takip etti. “Şükür rabbıma.” Dedi. Delibaş yeni kanunlar hazırladı. Anayasanın ilk maddesine ‘Delibaş bu cumhuriyetin sultanıdır. Ülke monarşi rejimine geçmiştir.’ Yazıldı. Ne güzel, ülke yeni baştan inşa edildi. Delibaş Konya platosuna beş adet piramit dikilmesi için emri verdi. İşçiler ayarlandı. Başlarına baş mühendis Cemal Usta atandı. Her şey hazırdı. Dev kamyonlar Toros dağlarından taş taşımaya başladılar. Konya platosuna yığılan taşlar mermer ocaklarından getirilen makinalarla düzeltildi. Delibaş inşa sürecine zaman koydu. İnşa bir yılda bitecekti. Bir yıl sonra piramitler inşa edildi. Önündeki düzlüğe Çatalhöyük adı verildi. Önceden uzaydan çağrılan bir ufoyu, içindeki gri uzaylı ile çatalhöyük platosuna gömdürdü. Piramitlerle iletişim uçan daire ile sağlanmaya başladı. İlk olarak internet akımları kesildi. Ardından radyo akımları devamında cep telefonun akımları. Geriye kalan yepyeni akımların başlatılması.. Cep telefonundan yazı mesajı gönderildiğinde oluşan radyo dalgalarından akan nuru Delibaş rabıta yolu ile bir demir zincire kilitledi. Delibaş buna hiyerkiza ismini koydu. Platonun içine gömdüğü uzaylı her şeyi ayarlıyordu. Yeni enerji türü hiyerkiza işlenmesine başladı. Gelecek tek bir dalgadan akan nur ile tüm dünya bundan faydalanacaktı. Önce Amerika’nın kartları görülmeliydi. Onlar oyunda çok hile yapıyordu. Delibaş düzeni takip etmek için profesör Kemal Tütüncü’nün odasına bağlandı. Ondan bazı görüşler aldı. Kemal ona “Önce yeni bir düşünce icat etmelisin. Yeni insan ırkına Homo Fornox demelisin. Buna bağlantı yapan insan denir. Artık Homo Fornox ırkı dünyadan yok olmayacak. Yok olacak olan Homo Sepience’dir. Bu girdabı geçmeyi başaranlar hayatta kalacak.” Dedi. Delibaş çimmek istiyordu. Ankara’ya atlarla geldiği için atlatın, toynaklarından çıkan tozlar üzerine sirayet etmişti. Paspal bir şekildeydi. Yaverine “Odunlu şofbeni hazırla. Yıkanacağım. Sonra akşam namazını beraberce eda ederiz.” Yaver konuşmadan odadan çıktı. Delibaş’ın köşkündeki hareketlilikler arttığı için banyoyu acele ile hazırlamaya başladı. Çünkü izbeden şofbene odun taşırken köşke gelecek olan misafirlerin kendi elinde odun parçalarını görmemeleri ve ortaya çirkin bir durum çıkmamalıydı. Misafirlerin aklına banyo gelir ve ayıp olurdu. Yaver Delibaş’ın en has adamıydı. Emirlerini harfi harfine yerine getirmeye çalışıyordu. O padişahtı. O paşaydı. Kendi cumhuriyetini kurmuştu. Onun emirleri taşı bile altına çeviren bir iksirdi. Cuma günü gelen misafirler yavaş yavaş odaya geliyor lidere ‘Selam sana’ deyip önce el sıkışıyor sonra boş koltukların birine oturuyordu. Delibaş gelenleri şöyle bir süzdü. “Hepinizden memnunum. Bizim görevimiz şimdi başlıyor. Cumhuriyetimiz ve devletimizin adını değiştirdim. Yeni adı ‘Ali devleti’ koydum. Biliyorsunuz benim adım Ali. Kurduğum ülkenin sınırlarını pek yakında genişleteceğim. O zaman devletimizin adı Ali İmparatorluğu olacak. Ama devletimizin adını şimdi yeni bir isimle çağa uygun hale getireceğim. Şimdi aranızda böyle yeni bir isim bulan var mı?” Misafirlerden Celal Bayar “Padişahımızın ömrü ve devleti uzun ömürlü olsun. Benim önerim ‘Bizans’ gibi insan ismi olmamalı. Bunun için ‘Kolon İmparatorluğu’ ismini uygun buldum. Delibaş “Kolon nedir? Bana yabancı geldi. Biraz açıklar mısın?” Celal Bayar “Biliyorsunuz Biz ve Ans etimolojik anlamda kelime Türkçeden çalınmış. Biz demek hep birlikte demektir. Ans ise şu an anlamında anlar demektir. ‘Kolon’ ise Almanlardan çalınma bir isim. Anlamı insanların yeryüzünde bir araya gelip koloni kurması anlamında. Padişahımızın devleti artık ‘Kolon İmparatorluğu’ şeklinde olacak.” Delibaş “Bu ismi pek beğendim. Yarın mecliste Kolon İmparatorluğu’nu sen Celal Bayar benim yerime ilan et. Orada benim adımı ilk önce söyle. Kağıttan belgene ‘Ali’ diye ibare düş. Çünkü benim gerçek adım Ali'dir. Sağ olsun benim anam Sultan bana "Senin adını Hz. Ali gibi ol diye koydum" demişti. Hz. Ali gibi olmakla büyük bir şereftir. O sırlar kapısına Ali olduğum için bende giriyorum. Amma kırklara karışmak için hayli çaba sarf ediyorum." Celal Bayar ne diyeceğini şaşırdı. Susup Delibaş'ı dinlemeyi yeğledi. Delibaş “Anamın ismi Sultan, Anamurlu. Babamın ismi Hasan Hüseyin, Mersinli. Soracaksınız peder ve valideniz nasıl bir araya geldi. Anlatayım. Anamın kendi babası iş aramak için İçeri Çumra’ya gelmiş. Mersinli babam ise tüccar. Hadim’e gelmiş. Orada satış yapamayınca önce, Akviran’a oradan da İçeri Çumra’ya gelmiş. Orada bir dükkan açmış. Güzeller güzeli anam bakkaldan ekmek almaya gelmiş. Babam ilk görüşte vurulmuş. ‘Bu kızı nasıl tavlarım, bu kız benim olmalı, ondan vazgeçemem, beni büyüledi, kalbimi çaldı’ diye düşünmüş. Planlar yapmaya başlamış. Aklına ‘Bunun babası camiye her gün geliyordur. Bende her vakit camiye gider, namaz kılar, babası beni görür, bu benim referansım olur. Kızı isteyince babası ‘Bu namaz kılıyor. Dinine diyanetine sadık. Verdim gitti.’ Der diye düşünmüş. Babam öyle yapmış. Hiç namaz kılmayan babam ne hikmetse aşık olduğu Sultan için yanıp yakılmış olarak namaza başlamış.” Delibaş misafirlerine konuşurken salona elinde tepsi ile çaylarla ocakçı geldi. Misafirlere çayları sundu. Delibaş “Maşallah çaycımıza.” Çayı dua ile pişirip salona elinde tepsi ile çaylarla ocakçı geldi. Misafirlere çayları sundu. Delibaş “Maşallah çaycımıza. Çayı dua ile pişiriyor. Ben öğrettim. Çay pişirirken 1 Fatiha 7 Ettahiyyetü okuyor. Çay o zaman daha lezzetli oluyor. Bu duayı ben camide Evirgen isimli hocamdan öğrendim. Okuyun faydasını göreceksiniz. Evirgen hocam cinleri kullanarak tarlasını sürdürüyor, ekinini cinlere ektiriyor. Çok kuvvetli bir hoca. Bir gün hocama sordum. ‘Hocam bana esrarı öğrettin. Bunun cevheri nedir? Dedim. Bana Demirden bahsetti. Her şey sağlam olana bağlanmalı. Dedi. Ben şu an devletim ve imparatorluğum için rabıta yolu ile demir zincirler ile cinlerin padişahı Humahakail’i bağladım. Yerini bana sormayın söylemem. İnşallah zincirlerin ağırlığı ve adedi tam isabet eder.” Misafirler oldukça heyecanlıydı. İçlerinden ‘Bu nasıl olur? Padişahımız sanki Hızır ilmini biliyor.’ Diyorlardı. Misafirin biri “Sultanımız bu işin sırrını biraz açılar mısınız?” Delibaş “Eğer açıklarsam sırrın içine girersiniz. Ve rabıtayı yapmazsanız psikolojik rahatsızlıklara uğrarsınız. Eğer rabıta ehli olmak istiyorsanız bunu ben size öğreteceğim. Bir başkasından öğrenmeyin. Eğer rabıta yapmaz ve nasıl rabıta yapılacağını unutursanız yine bana veya arkadaşlarıma danışınız. Arkadaşlarım da rabıta ehli.” Delibaş çaycıya “Emin çaylar niye bu kadar sıcak. İçerken ağzım yandı. Az sıcağını getiremedin mi?” Çaycı “Biraz fazla kaynattım ondan sıcak. Acele ettim ki yetiştireyim.” Delibaş çayında bir yudum aldı. Koltuğuna yaslandı. Masasının üzerinde duran kağıda çiziktirdi ‘Çay içmek istiyorum. Yemek yemek istiyorum. Su içmek istiyorum’. Misafirler hallerinden memnundu. Akşama doğru köşkün yemekhanesine indiler. Yemek yemeye başladılar. Delibaş yemek sonrası uzun bir dua okudu. Misafirler yerinden kalkıp köşkten çıktı. Evlerine yollandı. Delibaş’ta banyo yapmak için hazırlandı. Delibaş gavurların yazdığı romana el atmak istiyordu. Ama nasıl? Hiçbir bilgisi yoktu. Yine de deneyecekti. Yaverinden kağıt, kalem getirmesini istedi. İstekleri hemen geldi. “Bir kofcan da çay getir bakalım.” Dedi. Az sonra o da geldi. Delibaş yalnızdı. Roman yazacağı için heyecanlıydı. Eline kalemi aldı. Yazmaya başladı. Kağıdın en üstüne ‘Gün Bu Gündür’ diye romanının ismini yazdı. Sonra içeriğe geçti. Günlerden Perşembe. Kızımız Zeliha medresede okuyor. Çok bilgili ve akıllı. Matematiği kuvvetli. Bir gün Zeliha’ya sordu. “Kızım Zeliha, sen okumak için her şeyi bir tarafa ittin. Neden her şeyi terk ettin?” Zeliha “Ey benim muhterem öğretmenim, Sadık hocam. Eğer her şeyi ilerlediğim şeye kurban etmeseydim, bana kapılar açılmayacaktı. Ne mutlu bana. Önce ailemden uzaklaştım. Onların gönderdiği paraları harcamadım hiç. Arkadaşlarımdan uzak durdum.” Sadık öğretmen Zeliha’nın söylediklerini gayet iyi anlıyordu. Bir şeyi görmek için karşısında olmak gerekiyordu. Zeliha da kendi kanını ve çevresindekilerin kanını içmişti. Yani sıkıntılar, zorluklar, çelişkiler. Delibaş biraz durdu. Yazdığı karakteri şöyle bir düşündü. “Sadık biraz macera yaşamalı. Önce kızlara verdiği derste değişiklik yapması lazım.” Yazmaya başladı. Sadık ben. Günlük tutuyorum. Kız öğrencilerim hep beni örnek alıyor. Zeliha’yı sınıfta geçen gün anlattım. Öğrencilerim beni ilgiyle dinledi. Ama kızlardan Ümmü bana, “Öğretmenim, beni bu yaşımda ailem evlendirecek. Biraz akıl verseniz. Bundan kurtulsam.” Diye danıştı. Ona “Kızım yarın aileni ziyarete gelirim. Sana yardımcı olacağım.” Dedim. Dediğim gibi yaptım. Öğrencim Ümmü’nün evine gittim. Ümmü’nün babası “ Biz kürtler burada, Gaziantep’te geleneklere uyarız. Bizler Elhamdülillah Müslümanız. Kızım Ümmü’yü evereceğim. Lamı cimi yok. Bu iş olacak.”O günden sonra planlar kurdum. Sonunda öğrencim Ümmü ile Gaziantep’ten İstanbul’a kaçacaktım. Hemen tayinimi istedim. Ertesi gün Ümmü ile gizlice İstanbul’a kaçtık. Ümmü’yü ben okutmaya başladım. Onun tüm ihtiyaçlarını karşılıyordum. Yeni tanıdıklarımıza Ümmü’nün kızım olduğu yalanını söyledim. Şimdi İstanbul’da buradayız. Günlüğüme son verirken çok heyecanlıyım. Çünkü Ümmü gittikçe serpiliyor. Genç kız oldu. Bana manalı manalı bakıyor. Kendimi tutamamaktan korkuyorum. Ama karar verdim. Bir kerecikten bir şey olmaz. Saat ona altı da Ümmü eve gelmişti. Sadık’a yine manalı manalı baktı. Artık Sadık dayanamadı. “Ümmü kızım ne istediğini biliyorum. Gel bu işi bitirelim.” Ümmü hiç ses çıkarmadı. Sadık’a yaklaştı. Artık Sadık’ındı. Delibaş heyecanlara gark oluyordu. Romanına ara verdi. Çayından yudumladı. “Hele hele Sadık hoca, sen de ne cevherler varmış?” diye söylendi. Delibaş yazdıklarına tahrik olmuştu. Köşkün de banyoda her zaman sıcak su bulunurdu. Yerinden kalktı, banyoya geçti. “Tam hamamcı olmanın zamanı” diye söylendi. Üzerindekileri çıkardı. Kendini Sadık hocanın yerine koydu. Ümmü’yü konulu şekilde düşünmeye başladı. Aradan bir hayli zaman on, on beş dakika geçince rahatlamanın adı gün yüzüne çıktı. Hemen sıcak ve soğuk suyu açtı. Suyun ısısını ayarladı. Güneş enerjili banyosunda gusül abdesti için “Niyet ettim Allah rızası için gusül abdesti almaya.” Dedi. Yıkanmaya başladı. Banyoda “Yazdıklarımı kimse okumasa. Rezil olurum değilse. Koca bir padişaha bu yakışmaz. Gerçi romanımı yayınlarken yazar ismimi değiştiriveririm olur biter. Ama şimdi olmaz. Köşkte onca insan hizmet ediyor. Acele etmeliyim.” Dedi. Hemen üzerini kurulayıp giyindi. Odasına geldi. Allah’tan kimse okumamıştı. Çünkü odasının kapı aralığı bıraktığı gibiydi. Kapı hafif açıktı. Odasına geçti. Masasına geldi Koltuğuna oturdu. Önünde yaverinin önceden getirdiği, mecliste okuyacağı, devrimlerin yazılı olduğu belgeyi eline aldı. Gözden geçirdi. Metin vergi kanunları ile ilgiliydi. Birinci madde de esnafların vergisi, ikinci madde de memur maaş kesintisi, üçüncüsü madde de emekliler vardı. Metne yeni bir madde koydu. ‘Delibaş’a küfür etmek cezadır. Vergisi bin liradır. Küfürde ısrar eden ölümle cezalandırılacaktır.’ Allah’ın verdiği iktidara yavaş yavaş alışıyordu. Delibaş cumhuriyetini kuralı bir ay olmuştu. Kolon İmparatorluğu topraklarını teftişe çıkacaktı. Bunun için devletin yurt dışından getirdiği uçağı kullanacaktı. Uçak Bulwall markaydı. Ülkesi için Delibaş’ın yapmayacağı şey yoktu. Hemen hazırlıklara girişti. İmparatorluğuna yeni topraklar katmak için İstihbarattan Muzaffer’i yanına aldı. Muzaffer bir devletin topraklarını Kolon İmparatorluğuna katmanın yollarını gayet iyi biliyordu. Bu gizli bilgiyi padişahına anlatınca Delibaş, bu bilginin şiddetinden birkaç gün uyuyamamıştı. Gel gör ki bu bilgiyle Delibaş yeni teknikler geliştirdi. Bunu iktidarına karşı olanlar için kullandı. Yakın zamanda da meyvelerini aldı. Atatürk yanlıları bir bir gelip kendiliğinden teslim oluyordu. ‘Allah’ın mucizesi’ diye düşündü. Delibaş kendini çok yücelerde, dağların üstünde görüyordu. Bunun için bazı bedellerin ödenmesi gerekti. Atatürk yanlıları, kurulan İstiklal Mahkemelerince bir bir idam ediliyordu. Ülkenin nüfusu 90 milyondu. Yıl 2000. Ve idam edilenlerin adedi 5 milyona ulaşmıştı. Delibaş bunu için sistemler geliştirdi. İdam hükmü giyenler çabuk olup defnedilmeleri için her şehre, bir infaz evi kurdu. Burada ölenler kıyma makinesine atılıp çekiliyor ve atıklar lağım borularına iletiliyordu. Zaten şehirlerin lağımı kanalizasyonlar aracılığı ile toplanıp ayrıştırılıyor ve elde edilen gübreler tarımda kullanılıyordu. Delibaş başı dik, göğsü kabarık bir şekilde Bulwall uçağına bindi. İstikamet Almanya’ydı. Öğlen saat on üçte Almanya’ya indiler. Alman Führeri Hitler Delibaş’ı büyük bir hürmetle karşıladı. Adolf Hitler 2017 yılının noelini kutlamak için Delibaş’a kendisini bir hafta misafir etmek istediğini söyledi. Delibaş’ta kabul etti. Misafirler çok açtı. Hitler bunu bildiği için hazırlıklıydı. Heyeti hemen havalimanında ki restoranta buyur etti. Menüler et ağırlıklıydı. Baş yemek domuz kızartmasıydı. Delibaş “Ülkem için her şeyi yerim.” Dedi. Domuzun tadına baktı. Domuz çok lezzetliydi. Aldı, bir daha aldı. Bir daha da. “Allah’ım ne olursun beni affet domuz yediğim için? Şimdi Viski de içeceğim. Onu da affet ne olursun?” diye konuştu. Delibaş 115 yaşındaydı. Adolf Hitler ise 126 yaşındaydı. Bu yaşlarına rağmen ikisi de dinçti. Bunu siyasilere gizli olarak sunulan, Hızır’ın ab-ı hayatına borçluydular. Hitler ve Delibaş ölümsüzdüler. Ve yiyip içtikleri, taptıkları çektikleri ileydi. Onlar ölümü çıkmışlardı. Hayatları sürüp duruyordu. Yemekten sonra Hitler Delibaş’ı odasına davet etti. Az sonra Hitler’in yaveri viskileri getirdi. İçmeye başladılar. Hitler, Seni imparator olarak tanıyorum. Ama bana Amerikalılara karşı yardım edeceksin. Biliyorsun NASA uzay biliminde çok ileri. Ama ben onlardan daha ileriyim. Teklifim şu. Türkiye’ye uzay üssü kuracağım. Yönetimi bende olacak. Sizin çıkarınız üstte Aldaberan gezegeninden gelen uzaylı yaratıklar olacak.” Delibaş şimdiye kadar hiç uzaylı görmemişti. Hitler’e isteğini söyledi. Hitler “İstersen hemen görebiliriz.” Dedi. Beraberce kalktılar. Hitler ona köşkün yeraltı sığınağına kadar, askerlerle birlikte eşlik etti. Sığınak göz alıcıydı. Her yer şimdiye kadar tanık olmadığı renkte ışıklarla doluydu.. İçerisi bir uzay kamarasını andırıyordu. “Hitler’in uzay kamarası” diye içinden söylendi. Sonunda uzaylı bir yaratıkla karşılaştılar. Delibaş çok heyecanlandı. Demek ki uzaylılarla ‘yakın temas’ denen şey böyle oluyordu O yaratığın yanında dört adet daha yaratık vardı. Delibaş yaratığa sordu. “Sen hangi gezegenden geldin?” Yaratık “Benim adım Esiya. Lardaham gezegeninden geldim. Üstümüz Aldeberan, Kulukse, Nestar, Sions gezegenlerinden gelen yaratıklarla dolu. Amacımız insanlara bir şeyler öğretmek. Öncelikle insanlara matematik öğretmek. Uzaylıların matematiği.” Delibaş şaşkınlık içindeydi. İnsan olmayan, insan olmadığı için de hayvan olması gereken yaratık, Türkçe konuşuyor ve sanki kendisinden çok akıllıymış gibi görünüyordu. Delibaş “Sizin dininiz var mı?” Uzaylı “Biizim dinimiz İslam, kitabımız Kuran’dır.” Delibaş “Nasıl olur? Bu dünyadan değilsiniz. İslam size nasıl ulaştı?” Uzaylı “Bizim teknolojimiz çok ileri. Mesela ‘Nesekamik’ isimli bir teknolojimiz var. Atom boyutunda, anti maddeden oluşan, anti yer çekimli kameralar. Kameralarımızı istediğimiz gibi gezegenimizden dünyanıza ışınlıyoruz. Kameraları istediğimiz gibi yönlendiriyoruz. Ve peygamberimiz Muhammet’in tüm hayatı kayıtlar ile elimizde.” Delibaş şoka girmiş gibiydi. “O zaman bu bilgileri niye insanlarla paylaşmıyorsunuz?” Uzaylı “İnsanoğlu tekamülde okuduğu zaman bu bilgiler verilecek.” Geceye doğruydu. Delibaş Hitler’in köşkünde kendisine, gösterilen yatak odasında sıgara içiyor, diğer yandan kendi kendine soruyordu. “Acaba ülkemde ki Atatürk yanlılarını öldürmekten vaz mı geçsem?” Hemen cep telefonundan Celal Bayar’ı aradı. “Hemen ölümleri durdurun. Bu kadar telefat yeter.” Celal Bayar “Emredersiniz Asaletmaabımız. Keyfiniz nasıl? Afiyettesinizdir inşallah.” Delibaş “Kimseye söyleme ama domuz eti yedim, viski içtim. Ayrıca Türk birası da içtim.” Celal Bayar “Hünkarım demek bizim biramızı Hitler’de beğeniyor ve size sunmuş. Sevindim. İnşallah en yakın zamanda karşılaşırız.” Delibaş cep telefonunu kapattı. Bir sigara daha içip uykuya daldı. Gecenin karanlığında K9 kurtlar Bozkurtlarla ava çıkmış uluyorlardı. Delibaş rüya görüyordu. Elinde çömlek testinin içinde altınlar vardı. Çumra mezarlığının taşlarla örülmüş setine gelmiş, içerideki ölüler dua eder gibi, mezarlarından ellerini Delibaş’a uzatmış altın istiyorlardı. Çömlek testiden ölülere altın veriyordu. Testinin içi kan rengi kırmızılığındaydı. Sinsi bir gülümseme vardı yüzünde. Tablo imrenilecek bir özellikteydi. Bir bereket yağıyordu. Cinayetler sırtına yapışmış, potansiyeli olanın, her şeye hakim, kendinden emin, dilediğini yapma özgürlüğü yaşanıyordu. Delibaş gaipten geliyordu. Yapması gereken ölülerin ihtiyacı olanı altın yolu ile gidermiş, mezarlıkta yatan, dünyaya meyledenleri ortaya çıkarmış, el uzatan ölüleri şimdi, yeniden sorgu suale tabi tutacaktı. İsmail denen mezarlığın en eski ölü sakininin yanına gitti. “Söyle bakalım, ne günahlar işledin?” diye sordu. Ölü İsmail “Valla billa ağam hiçbir günahım yok. Duanı bekliyorum.” Delibaş “Sus, seni yalancı. Kardeşin kendi bacına niye öyle manalı baktın?” Ölü İsmail “Ağam şeytan bile benim ne yaptığımı bilmiyor. Bu unutuldu gitti. Allah’ta affetti. Bak mezarlıkta hiç azap çekmiyorum.” Delibaş “Sus soyka seni. Şimdi bacın Nil Banu’yu çağıracağım.” Yüksek sesle bağırdı. “Nil Banu, Nil Baaanuuu… Hemen gel buraya.” Delibaş’ın sorgu suali seri şekildeydi. Ölü İsmail’in hesabını kısa zamanda kesti. Sonra ona “Eğer benim peşime takılıp dediklerimi yapmazsan, tepene bir tokmak vururum, yerin yedi kat altına kadar inersin.” Ölü İsmail durumun vahametini anladı, isteklere boyun eğdi. Delibaş Ve Ölü İsmail mezarlıktan çıkıp ana yola geldiler. Çumra’nın çıkışında olan anayolda bir teneke bir levha vardı. Levhanın üzerinde ‘Almanya Dortmund 16 km’ yazıyordu. Levhanın gösterdiği yöne doğru yürüdüler. Delibaş ter içinde uyandı. Sağına soluna baktı. Abdest testisini aradı bulamadı. Sonradan farkına vardı. Burası Almanya’ydı. ‘Bu insanlar temizliği bilmez. Donlarında bok doludur. Kokularından yanlarına yaklaşılmaz.’ Diye mırıldandı. Yatağından kalktı. Odasından çıktı. Banyoya girdi. Klozette işini bitirince kalıp sabunla, ellerini ve bileklerini iyice yıkadı. Hiç istemiyordu ama birde abdest aldı. Banyodaki mavi alev rengindeki havluyla kurulandı. Odasına geçti. Henüz dışarısı karanlıktı. Sabah namazı için Kabe’nin yönünü tespit etti. “Allah’ü Ekber” diyerek sabah namazına durdu. Namazını uzun sürede eda etti. Sonra yere bağdaş kurdu. Rabıtaya başladı. Başını kalbine eğdi. Gözlerini kapattı. Dilini damağına yapıştırdı. Mevlana’nın yoldaşı Şems Tebriz-i’nin evini düşündü. Evine girdiğini, yanına yaklaştığını düşündü. Elini öpüp yere oturduğunu, sağ dizini Şems Tebriz-inin sağ dizine değdirdiğini düşündü. Ardından Şems Tebriz-inin kalbinden kendi kalbine, gül şerbeti renginde kırmızı, nurun aktığını, azami on beş dakika düşündü. Rabıtası bitince, amin deyip yerinden kalktı. Şimdi gizli olan neşeden yani rabıtadan, açık olan neşeye geçme zamanıydı. O da önünde duran gramofondan şarkı dinlemekti. Bir plak seçti. Gramofona koydu. Ses Delibaş’ı mutlu etti. Kendi etrafında sema yapmaya başladı. Bir süre buna devam etti. Dönmeden dolayı meydana gelen dengesizlikle semayı bıraktı. Yine gramofona dikkat kesildi. “Bu gavurlar amma akıllı. Bu aklı biz Müslümanlarındır. Onlar bizden öğrendi. Gramofonu icat etti.” Diye söylendi. Çalan plağın yanında üst üste dizili plaklardan birini eline aldı. Delibaş’ın Latinceye istidadı vardı. Yazıların anlamını çözmeye çalıştı. Kekeleyerek “Mozart” diyerek okudu. Gerisini getiremedi. Sonra 9 rakamını okudu. Yanında Senfoni yazısını bir hayli uzun sürede çözdü. “Vay vay vay, ne biçim müzik yapmış bu adam?” diye söylendi. Rakamlara konsantre oldu. Tarih 2019 diye yazıyordu. Düşündü, 2019’a daha iki sene vardı. Demek bu Adolf Hitler plağı gelecekten getirmişti. Onun zamanda yolculuk yaptığını duymuştu. Demek doğruydu. “Bu gavurlara güven olmaz. Bende en yakın zamanda Kolon Devletinde zamanda yolculuk araştırma ve başarma çalışmaları yapacağım. Hele bir gizemleri bir öğrenelim.” Diye söylendi. Düşündü. Atatürk Cumhuriyetine isyan bayrağı çektiği tarih 1900’lerin başıydı. Ve 2017 senesine, Osmanlı Yıldız İstihbaratının elinde bulunan gizli bilgi ile, paralel boyuta atlamış ve bu boyutta kendi cumhuriyetini kurmada başarılı olmuştu. Bu boyut Delibaş’ın cennetiydi artık. Delibaş Yıldız istihbaratının elinde bulunan Nakşibendi gizli bilgiye dayanarak, yanına aldığı on altı has adamı ile, Mersindeki Cennet ve Cehennem mağaralarına gelmiş ve tetragramoton olan, sözlerle paralel boyut atlamıştı. O sözleri sır gibi hep yanında taşıyordu. Gerçek mesele bunu, cihaz makineleri ile yapabilmekti. Tetragramoton Yahudilerden ele geçmişti. Bu işlerle uğraşan tarihte, kralları Süleyman’dı. İşin sırrı sözlere, manevi yoğunluk kazandırmaktı. İşte Adolf Hitler’in yapamadığı buydu. Delibaş acıkmıştı. Odasındaki mutfağa geçti. Buzdolabından Forme etiketli soğuk kıymayı çıkardı. Kıyma soğuk olarak tüketiliyordu. O da öyle yaptı. Ekmeğinin arasına kıymayı koydu. Sıcak şekerli çay ile yemeye başladı. Öğlene doğruydu. Delibaş ve Hitler özel bir odada gizli görüşme yapıyordu. Kapıda iki nöbetçi içeriye kimseyi sokmuyorlardı. Hitler “Ben kurduğum imparatorluğu Nazi imparatorluğuna borçluyum. Asya’da komünistleri açlığa tabi tuttum. Yahudilere eziyet ettim. Ama Müslümanlara gelince onları kendimden bildim.” Delibaş “Hah şunu bileydin. Biz Müslüman olduğumuz için toplu katliama maruz kalmıyoruz. Birkaç istisna dışında. Biz ancak kendi kendimize eziyet ediyoruz. Teklifim şudur. Suriye’de Beşar Esat’ı iktidardan indirmek. Bunun için senin Rusya Komutanı Alex Moucho efendinin bize yardım etmesi. Sizin çıkarınız ise Suriye’ye Alman sıradan halkınızı yerleştirmek. Ve bu sayede bir kolunuzun da Suriye de olması.” Hitler “Makul bir teklif. Ama öncelikle Amerika’nın bu işe sıcak bakıp bakmayacağı.” Delibaş “Gerekirse Amerika’yı da ikna ederiz. Sen bunları düşünme. Sıkıntı yok.” Odanın kapısı çaldı. İçeriye bir hizmetli geldi. Elinde bir pusula Delibaş’a verdi. Pusulada ‘Acele ülkene dön. İstanbul’da 7.5 büyüklüğünde deprem oldu.’ Yazıyordu. Öğlen 2 de Bulwall uçağı ile Delibaş İstanbul hava limanına indi. Elinde çomak ve yeni model fesi ile şık görünüyordu. Gelirken Hitler’in hediye ettiği özel radyosunu açtı. Radyo, ses zerreciklerin ışınlanarak gelmesi ile çalışıyordu. Sesi açtı. Hem yürüyor hem dinliyordu. Az sonra arabasına bindi. Deprem kriz merkezine doğrun yol aldı. Koordinasyonu buradan yürütmeye başladı. Deprem en az bir sene gündemden düşmezdi. Bunu bildiği için Delibaş hazırlığını buna göre yapıyordu. İstanbul’da depreme dayanıklı olmayan çürük binaların hepsi yıkılmıştı. İyi ki önceden kentsel dönüşümü başlatmış, depreme dayanıklı binalar yapılmasını emretmişti. “Ümmeti Müslüman bana dua ediyordur. İnsanımız ölmedi. Ama ölenlerin hepsi panikleyip pencerelerden atlayanlar. Mesulü biz değiliz. Mesulü Atatürk. İnsanlarımızın dini idrakleri kuvvetli olsaydı akıllarına, aşağıya atlamanın ölüm getireceğini bilirlerdi. Ne yapalım, Allah gani gani rahmet etsin.” Onu dinleyen Celal Bayar “Haklısınız hünkarım. Öncelikle kıyılarda tusunami bekledik. Bunun için halkımızı depremden birkaç saniye sonra uyarıldı. Bazı evleri ve bazı iş yerlerini su bastı. Ama kıyı kısımlara açtığımız 100 metre derinlikte çukurlara deniz suyu dolunca tusunami fazla zarar vermedi. Çukurları beton bariyerlerle destekledik. Vaziyet bu hünkarım.” Delibaş “Halk panik içinde. Onları sakinleştirmeliyiz. Birkaç gün sonra İstanbul halkını topla miting yapacağım. Sonra sanatçılar konser versin. Halk teskin olsun. İletişim hatları ne durumda?” Celal Bayar “Hünkarım ülkemiz kablosuz iletişime geçtiğinden beri rahatız. Tek sorunumuz insanlar evlerine depremden dolayı, erzak yığıyor. Anlamıyorum yapılanları. Her şey yolunda. Erzak sıkıntısına uğrayan insanlarımıza ise belediyemiz, çevre illerden gıda takviyesini tırları ile yapıyor.” Delibaş “Hırsızlık, cinayet vb. suçlar ne alemde?” Celal Bayar “Siz iktidara geleli beri hırsızlık, cinayet hiö olmuyor. Ülkemize altın çağ yaşatıyorsunuz.” Delibaş “Doğrudur. Eğer Mehdi gelirse bu kıyamet alameti olur. İnsanlarımızın duası ile kıyamet saatinin gelmesi gecikiyor. Ülkemizi özlenen altın çağı biz yaşatıyoruz. Haliyle bize İsa, Mehdi diyen çıkacaktır. Onları anlayışla karşılayacağız. Ama bu tür heyecanları medyaya yansıtmadan susturmak senin görevin.” Celal Bayar cevap vermedi. Önündeki bilgisayara bakan Delibaş “Şu an halka toplu olarak yemek dağıtmaya başlayabiliriz. Halkımız depremi bir nebze unutacaktır. Öncelikle Emniyet Müdürümüz Ali Sadık Hoşbaş bey, siz panik kalkana kadar, ikinci bir emre kadar polislerimizi teyakkuza geçirin.” Emniyet Müdürü Ali Sadık “Hünkarım , cinayetler, hırsızlıklar durdu. Ama uyuşturucu ticareti yapan ve uyuşturucu kullananlar çoğaldı. Benim tahminim, sigara ve alkollü içeceklere yapılan zamlar insanların aklını karıştırıyor. Ve uyuşturucuya meylediyorlar. Bir ‘pota psikolojisi’ bu. Kısa zamanda sigara ve alkollü içeceklere zammı kaldırmamız gerekiyor.” Delibaş direktif verdi. Celal bayar not alıp hemen ilgili bakana talimat verdi. Ardından bir saat içinde sigara ve alkollü içecekler ucuzlar. Tuna M. Yaşar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |