İyi bir aşk mektubu yazmak için, neler yazacağını bilmeden oturman, kalktığında da ne yazdığını bilmemen gerekir. -Rouesseua |
|
||||||||||
|
Hep merak etmişimdir, iki dünya arasında sıkışmış o anı. Özellikle bilge kişilerden Sokrates, ölüme giderken dostlarına son sözlerini, “ Artık ayrılık zamanı gelmiştir. Ben ölüme gidiyorum, siz hayata. Bu yollardan hangisi iyi? Bunu ancak Tanrı bilir.” Diye söylediğinde acaba o an, nasıl bir duygu rengindeydi? O an zor bir andır... O an çok kısa bir andır... O an geri dönüşü olmayan bir andır... Ve o an, ister altınla kaplansın, ister pırlantayla, asla geri dönüşü olmayan, gelmeyecek bir andır. İtalyan felsefeci Leo Buscaglia, yüksek lisans öğrencilerine felsefe dersi verdiği bir dönemde sınıfa giriyor, henüz masasına geçmeden, “Çıkartın kâğıtlarınızı sizi sınava tabi tutacağım.” Der. Sınıf şaşkındır, hazırlıklı değildir. Öğrenciler panik halinde kâğıtlarını çıkartırlar. Tüm sınıf büyük bir sessizlik içindedir. Hoca tek soru sormuştur. “Eğer ölümünüze bir gün kalmış olsaydı, ne yapardınız?” Felsefe dersinin öğrencileri hocalarının sorduğu tek soruya hemen yanıt yazarlar. İkinci derste hoca sınav kâğıtlarını okumuştur. Her öğrenci aynı yanıtı vermiştir: “Hemen sevdiğim insana koşarım; onu çok sevdiğimi söylerim.” Felsefe hocası sesini yükselterek sınıfa haykırır; “ Bunu söylemek için illa ki ölmenize bir gün mü kalması gerekiyordu?” Bu sözler üzerine tüm sınıf boşalır. Leonardo da Vinci'nin ölmeden önceki son sözü, bana yıllar öncesinde okumuş olduğum yukarıda aktarmış olduğum yazıyı anımsatmıştı: "...Çalışmalarım olması gereken kaliteye erişmediği için Tanrıyı ve insanlığı gücendirdim..." İnsan, gerçekleştirdiklerine değil de asıl çok isteyip de yapamadıklarına hayıflanır. Yarım kalmışlık, insanı üzüyor, boynunu büküyor, yüreği bulandırıyor. Biraz da tanınmış isimlerin son nefeslerini verirlerken neler söylediklerini yazmak istiyorum: İtalya’nın acımasız faşist diktatörü, Mussolini, son anında sıkılmış veya bir an önce ölümle buluşmak istemeli ki; “Beni göğsümden vurun!” demiştir. Sefiller, adlı romanın yazarı V. Hugo bilincini kaybettiğini, “Siyah bir ışık görüyorum. “ Cümlesinden anlıyoruz. Beethoven çok sıkılmış olmalı ki, dış dünyanın görüntüsüyle, “ Komedi Bitti.” Diye gerçeğe dönüyor. Komedi dünyasının sessiz kahramanlarından Charlie Chaplin son anda başucuna dikilen papazın, ”Tanrı ruhunu affetsin," duasına espriyle karşılık verir: “Neden olmasın? Ne de olsa kendi malı, değil mi?” Doğrusu; o son anı, gözlerimin önüne getirdiğimde -papazın yüzündeki ifadeyi- görmek isterdim. Charlie Chaplin, o son anda, son rolünü oynayarak yine yüzümüzde tebessüm oluşturuyor. Macera ve gezginliği ile tanıdığımız Marco Polo; “Kimse bana inanmayacağı için, gördüklerimin yarısını bile anlatmadım, “ diye acaba insanlığa, sorgulanması gereken bir mesaj mı, vermek istemişti? Yaşamı nemli duvarların arkasında geçirmiş, acıları ve gerçeklere kalemiyle insanlığa ışık olmuş, devrimci şair Namık Kemal, “Biraz dinleneyim,” diyor haklı olarak. Ama Peyami Sefa o son anda, “ İşte bu fena!” nidasıyla bir yarım kalmışlığın ezgisinin hüzünlü tınısını hissettiriyor, bize. Çehov, “Çok zamandır şampanya içmemişimdir,“ derken K. Marx son andaki onurunu koruyan bir tümceyle bizi düşündürmüştür: “Hadi oradan. Son sözler yeterince doğru söz söylememiş aptallar içindir.” Fatin Rüştü Zorlu’nun, “Allah memleketi korusun, millete zeval vermesin, haydi Allah'a ısmarladık!” diyerek ölüme gidişi duygusallığa taşırken bizi, , “Bir Delinin Hatıra Defterinin,” yazarı Ukraynalı N. Gogol, “Bir merdiven, çabuk bir merdiven getirin!” derken acaba nereye doğru çıkmak istemişti? Cemal Nadir, “Ah iyi olsam, terliklerimi giysem, şu odada dolaşsam, şu köşeye geçsem, resimlerimi yapsam,” diyerek hala yaşama bağlılığını ifade etmiştir. Romantizmin önde gelen İskoçlu şair G.Byron, “Her şey bitti artık çok geç!” sözleriyle yüksek sezgi gücüyle yaşama veda ederken, Oscar Wilde,” Ya duvar kâğıdı gidiyor, ya da ben!” sözleri, yaşamla ölüm arasında sıkışıp kalmıştır sanki. Alman şair ve düşünür Goethe, son anda belki de hala yazmak istediklerini hayata geçirmeyi düşünüyordu; “Biraz daha ışık, “ diyerek. Çağının dehası ünlü matematikçisi, önyargılı kişilere tepkili kâşif Albert Einstein, “ Ben görevimi burada bitiriyorum.” Diye yaşama son noktayı koyar. Müziğin ruhunu besteleriyle yaşatan Amadeus Mozart son anında bizi müzikal düşündürür: “Ölümün tadı, dilimin ucunda. Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum.” Pakistanlı demokrat lider Zülfikar Ali Butto ölüme giderken, “Suçsuzum.” Derken kadınlarla zaman geçirdiğini bildiğimiz çapkın Kazanova, ” Yüce tanrım ve ölümümün şahitleri: Filozof olarak yaşadım Hristiyan olarak ölüyorum,” sözleriyle acaba günah mı çıkartmaya çalışmıştı? Amerikalı yazar William Saroyan,” Herkes ölür ama bana bir ayncalık tanınır sanıyordum. Ne olacak şimdi?” diye egosunu mu cilalıyordu. Ölüme giderken Azrail’den kendisine -vip geçiş hakkı mı?- öncelik mi istiyordu? İngiliz yazar Bernard Shaw anlaşılan hastanede hemşireye espriyle takılır:” Beni bir antika olarak saklamaya çalışıyorsun ama işim bitti, öleceğim.” Onurlu savunmasıyla ölüme korkmadan giden kadınlar da yaşamıştır dünyada. İran’da kendisine tecavüz etmeye çalışan Şii Liderini öldüren Sunni inançlı Reyhanlı Cabbari’ye hakim sorar: “Neden öldürdün?” Kadın: “Şerefimi korumak için,” der. Hakim taraf tutar: “Bu geçerli neden değildir!” diye. Reyhanlı onurlu duruşunu korur: “Sen şerefsizsen beni anlayamazsın!” Zil Şal ve Gül, Körfezdeki Dalgın Suya Bir Bak, güftelerinin yazarı Yahya Kemal Beyatlı, “Ölmek kaderde var; yaşayıp köhnemek hazin, Buna bir çare yok mu ya Rabbil alemin? “ diyerek yaşamına şiirsel son noktayı koymuş şairimizdir. Ölüm, sözcüğü göze gönle hoş gelmese de, sevdiklerimizle aramızda bir engel, acı bir veda da olsa yaşamın asıl gerçeğidir. Mevlana ne güzel demiş: “Üzülme, herkes ölür. Kimi toprağa kimi kalbe gömülür!” Ve devam eder: “Misafir gelecekmiş gibi evini, ölüm gelecekmiş gibi kalbini temiz tut!”diye. Leo Buscaglıa’nın öğrencilerine sormuş olduğu; “Ölüme bir gününüz kalsa ne yapardınız?” Sorusunu yeniden düşündüm. Peki, ölmeden önce sizin son sözünüz ne olurdu? Yaşarken daima mutlu kalın. Emin Pişiren-Aktınoluk
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |