"Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı." -Mevlana |
|
||||||||||
|
“Acılarına gülümse ey yiğit kadın Her şeye rağmen yere hep sağlam basan ayaklarının aşkına Pamuk bulutları kucakla Sen kucakladığın zaman ben kucaklamış gibi olacağım Yağmur ol yağ sevdanın üstüne Bu yangın hepimizin yangınıdır” Nil Alaz’dan ithaf Gün, dinmeyen özlem ve sürekli yeni umutlarla geceye kavuşurken… Gri, mavi, lacivert… Tümü, en kıvrak, en coşkulu danslarla göğe yükselirken… Güneş, iyice mahzun , utangaç, iyice solgun pembe benziyle, sessizce çekilirken köşesine… Yani böyle bir hüzünlü bir alacakaranlıkta… Göğün gözyaşlarıyla yunup yıkanırken solgun yapraklar… Hakuranlar, saksağanlar, serçeler, çamların kuytularına kaçışırken… Bir balıkçıl yavrusunu korumaya çalışırken… Topraktan, güzün hüzünlü kokularını fişkırtırken sert ve sık damlalar… Dağların dağların ardından, yılların yılların ardından… Hiç beklenmedik bir zamanda, tuhaf, tanımlanmaz bir acının acısızlığında… Belleğin dipsiz bucağından, nice küllerin küllerin altından… Çocukluğun oyuncaklarının, oyunlarının arasından… Sonra, ilk gençliğin, gençliğin, utangaç, naif günlerinden… Hem çok cesur ve hem çok korkak kızın, delice, ürkek, pırıltılı, masum, fazlaca saf, babası kentli, anası kasabalı yanının kanadığı zamanlardan çıkıp geldin. Birdenbire, habersizce… Korkularının anası olan anasının, kasabalı kanı… Kentin uyanışını boğan o kasaba yanı…Ah, seçimlerinin ve acılarının kaynağı o kültür. Anadır her şeyin başı, anadır çünkü.. Sen! Yine o kentli nezaketinle, anlayışlı ama isteksiz boyun eğişinle… Vicdanını dinlemenin yüklediği acılarınla vicdanımın ve aptallıklarımın yüklediği acılara geliverdin birdenbire. Sisler… Sisler… Ah! Külleri eşeledikçe parıldayan kıvılcımlar… Kara küllü urbalarını yakıp atmaya hazır kor… Yaksa mı, yansam mı? Yaksam mı, yansa mı? Yaksak da yansak mı? Ah, nehirlerin zorladığı gözlerim! Şaşkınlığım, aptallaşmam, telaşım, ne yapsam’larım, ne yapacağım şimdi’lerim… Eteklerimde çalan ziller ve onları söküp atmalarım… O zillerin, dönüp ilişivermeleri eteklerime… Acısızlığın acısında, onlarca yılın bilinmezliği, bilinmezliğim, bilinmezliğin… Hoş geldin!... Hoş geldin mi?... Hayır! Hoş gelecek misin?... Yok! Elbette hoş geliyorsundur. Hayır! Sanırım hoş geliyorsundur. Belki, hoş geliyorsundur. Galiba hoş geliyorsun. Hayır hayır! Mutlaka hoş geliyorsundur. Bunca acıyla yoğrulmuşken, yaralıyken sen de… Küçücükken çorap giymeyi sevmediğimi, hemen nasıl da çıkarıp attığımı anımsıyorsan… Çocuk oyunlarımızı, bağdaş kurmalarımı, annemin kaşlarını çatıp gözlerini belertip “Kızlar öyle oturmaz” deyişlerini anımsıyorsan… Sessizce, hiç görünmeden izlemişsen bu hırçın dalgaların savurduğu, kasırgalı yaşamı ayrıntılarıyla… Belleğininin unutma odağı böylesine direngense… Ey, aldatılmışlıkların ve yalanların kavurduğu, hırçınlaştırdığı gergin yüzlü kadın, susmalısın yine. Susmalısın!... Susmalın!... Sen ki susmaya pek alışkınsın, öyle cesur, öyle gözüpek görünürken kendinden başka herkesi koruyucu korkuların adına pek alışkınsın susmaya. Belki de kendini öyle korumayı öğretmişlerdi sana. O zavallı aklın, kendini koruduğunu sanıyordu belki de… Artık korkacak ne kaldı ki güvensizlikten başka? Sineğin bacağına ip bağlayan oğlana “Yapma n’olur!” diye yerlerde tepinen kızı, el ele koşuşturmaları ve sonra artık gençliğe öykünen el ele Kızılay turlarını anımsıyorsan şimdi, susmalısın sanırım. İlk öpüşmende, çatık kaşlarıyla, beyaza kesmiş gözleriyle “Kirletilmişlik”ini haykıran ana hayaletini, ağlayışını ve o şefkatle kucaklayıp, gür kızıl saçları okşayan elleri anımsıyorsan heyecan ve hüzünle…“Sanırım” deme, sus. Sus! Korkma artık! Dağların dağların ardından, denizlerin denizlerin denizlerin ardından, yılların yılların ardından çıkagelen bir umut çağırıyor seni. Akla teslim olmamış, aklı dışlamamış bir sevgi… Rastlamadığı ve rastlamadığın bir güven umudu. Apaçık, hesapsız kitapsız “Acaba?”lardan uzak sözler… Konuşulmadan konuşmalar… Bakmadan bakışmalar… İzinsiz izinler… Sınırsız sınırlar… Sınırlı sınırsızlıklar… Sevinçlerde ve acılarda ikircimsiz buluşmalar… Özgürlükte tutsaklık, tutsaklıkta özgürlük… Kalan üç günlük ömürde, eksiklerde tamamlanmak… Ey umut! İşte böyleysen eğer, hoş geldin! Şart koşmak gibi olmasın ama böyle gelirsen eğer, bil ki ırmaklar çağlayacak sana… Yer, gök, deniz elvan elvan bakacak bize! Ağaçlar, çiçekler ve toprak bir başka kokacak. Bulutlar bir başka türlü türlü top top olup dağılacak, kucaklaşacak, salım salım salınacak. Kuşların şarkılarıyla dans edeceğiz. Sazlar ve otlar ise görülmemiş bir orkestra… Ey umut hoş geldin!... Aşk’a geldin, hoş geldin!... 22.11.2013 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |