"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Yıl boyu fakirliğin gözü kör olsun dedirten bir yokluk. Vitrinlerdeki renk, renk şekerleri çocuklar sümüklerini çeke çeke seyredecekler. O çocukların yazgısı mı bu? Suçları o vitrindeki şekerleri alamayacak kadar fakir bir ailenin çocukları olmaları mı? O çocukları bu denli yokluğa mahkum eden kötü yöneticiler, hortumcular, yıl boyu varlık içinde yüzüyorlar. Hani nerede ilahi adalet? Onun da mı gözü kör olmuş? Yıllar önce bir matbaada çalışan on beş yaşında bir çocukla tanıştım. Çocuk orta ikide okuyordu. Ailesi çok fakir olduğu için köyünü terk edip ile gelmiş. Matbaada yatıp kalkıyor ve karın tokluğuna çalışıyordu. Varlıklı bir insan olmamama rağmen o çocuğu geçici olarak himayeme aldım. Zira matbaadaki kurşun oksit çocuğun yüzünde kan bırakmamıştı. Kireç gibi olmuştu yüzü. Ona bir lokanta gösterdim. Yatması ve rahat ders çalışması için dükkanım geçici olarak meskeni olmuştu. Öğretmen arkadaşlarımdan birinin amatör fotoğraf çalışmaları yaptığı iki odalı küçük bir evi vardı. Bir odası boştu. Odaya bir odun sobası kurup yeteri kadar odun aldıktan sonra çocuğu o eve yerleştirdik. Çocuk hayatından memnundu. Zaman içinde evimi dayayıp döşedikten sonra kendi elimle pişirdiğim yemeklere onu da ortak ettim. Çok sakardı. Okumaktan başka hiçbir becerisi yoktu. İnsan sakar olur ama, başka birinin onun kadar sakar olabileceğini sanmıyorum. Bir gün onu yoğurt ve yumurta almak üzere bakkala gönderdim. Bakkalın verdiği yumurtaları ceketinin ceplerine yerleştirmiş. Eve geldiğinde elindeki yoğurt tabağını buz dolabının kapısı üzerine koyuyor. Cebindeki yumurtalara el attığında tüm yumurtaların kırılmış olduğunu fark ediyor. Öfkeyle buz dolabının kapısını açmasıyla yoğurt tabağındaki yoğurdun tamamı üstüne dökülüyor. Tepki göstereceğimden korkmuş olacak ki, yüzüme baktı. O ana kadar gülmemek için olabildiğine zorlanıyordum. Daha fazla kendimi tutamayıp kahkahayı patlattım. Gülme krizine tutulmuştum. Gülme krizinden kurtulmamı bekledi. Sakinleştiğimde, Ağabey be dedi. Sen bana sakar dediğinde kızıyordum. Meğer ben sakar değil, sakar oğlu sakarmışım. İş yerimde çalışıyordum. Telefon çaldı. Açtım. Karşımdaki kişi, Ben Kızılay başkanıyım. Sizin bir öğrenciyi himayenize aldığınızı öğrendik. Bu konuda size takdirlerimizi ve teşekkürlerimizi iletmek istedik. Ayrıca bizim de bu çocuğun geçimine ufak bir katkımız olsun diye ona fitre zarflarını dağıttırmak istiyoruz. Bu çocuğa kefil olur musunuz?dedi. Elbette dedim. Gerekli evrakları gönderin imzalayayım. İmzanıza gerek yok. Sizin sözünüz yeterli. Çocuk okul dönüşü mutlaka bana uğrardı. Geldiğinde hemen Kızılay başkanlığına gitmesini söyledim. Biraz sonra kucağında kocaman bir paketle döndü. Çok sevinçliydi. Belki de hayatında ilk defa para kazanabileceği bir işi olacaktı. Kendisine dikkatli olmasını ve yapacağı işin ağır sorumluluğu olduğunu söyledim. Zarfları dağıtım işi bittikten sonra, sıra toplamaya geldi. Yaklaşık iki saat sonra geri döndü. Gözlerinden oluk gibi yaş akıyordu. İlk anda korktuğum başıma geldi diye düşündüm. Kendi deyimiyle sakar oğlu sakardı ya. Sordum, Ne oldu? Neden ağlıyorsun? Bir eve gittim. Kapıyı çaldım. İçeriden cılız bir ses gel dedi. Girdim. Tek odalı bir ev. Evin duvarları bile sefaleti haykırıyordu. Yerde bir yatak. Yatağın içinde yaşlıca bir kadın. Oğlum, masanın üzerinde bir lira var. O parayı bana zekat olarak biri vermişti. Benim de lisede okuyan bir oğlum var. Onu ev işlerine giderek okutuyorum. Hasta olduğum için bu günlerde çalışamıyorum. Seni boş çevirdiğimi öğrenirse çok üzülür. O parayı al ve zarfa koy. Kalkamadığım için kusura bakma dedi. Ceplerimi yokladım. Sadece yirmi beş kuruşum vardı. Yirmi beş kuruşu bir liranın yanına koyup zarfı boş olarak aldım. Moralim çok bozulduğundan zarf toplama işini yarına bıraktım. Dükkanımın bir köşesinde babamın gönderdiği boş keleterler vardı. İki tanesini aldım ve gel benimle dedim. Sürekli alış veriş yaptığım toptancıya yöneldik. Toptancıdan onar kilo toz şeker, fasulye, pirinç, bulgur, sıvı yağ, margarin, on paket çay ve küp şeker aldıktan sonra caddeye çıktık. Köylünün biri üç katır ve bir eşek yükü odun satıyordu. Kaça diye sordum. Hepsimi? Evet hepsi Seksen panganot dedi. Pazarlığa başladık. Vur aşağı derken elli beşe anlaştık. Keleterleri gösterdim. Bunları da katıra yükler miyiz? Dedim. Tamam dedi. Çocuğa, Evi bulur musun? diye sordum. Bulurum dedi. Oduncunun elli beş lirasını verdikten sonra çocuğa da elli lira verdim. Bu parayı da o kadına verirsin dedim. Ertesi gün çocuğa dükkanda oturmasını söyleyerek doğruca valiye gittim. Vali makamında her zamanki gibi kestiriyordu. Hasta kadını ve okuyan çocuğunu anlattım. O kadına ve çocuğa yardım edilmesi gerektiğini söyledim. Hafifçe gözlerini araladı. Olur dedi. Ne bir not aldı, ne de bir soru sordu. Çok af edersiniz dedim. Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Ulus ve Demokrat İzmir gazetelerinin il temsilcisiyim Neeee dedi. Lütfen oturur musunuz? Rahatsız etmeyeyim. Yok efendim memnun olurum. Oturdum. Düğmeye basıp kahve söyledi. Kahvelerimizi içerken tekrar düğmeye bastı. Görevliye Milli Eğitim Müdürünü çağırmasını söyledi. Az sonra gelen müdüre vali beye anlattıklarımı yineledim. Müdür, Şu Vakıf Yurdunu halletseydik bu sözünü tamamlayamadı. Vali kaş göz işaretiyle müdürü susturdu. Müdür gerekli notu aldıktan sonra beraberce kalktık. İzin istedik. Vali müdür beye kal diye işaret etti. Dükkana gittiğimde çocuğa, Milli Eğitim Müdürü bir vakıf yurdundan söz etmek istedi ama vali izin vermedi. Ne iştir bu? diye sordum. Abi sen bilmiyor musun? Neyi? Vakıf yurdunu. Ne bileyim ben. Daha ne oldu bu kente taşınalı. Söyle de öğreneyim. Lisenin bahçesine halktan toplanan dört milyon lira ile Vakıf Yurdu olarak kullanılmak üzere bir bina yapıldı. Lise müdürü bu binayı işgal ettiği için bir türlü yurt açılamıyor. Tamam anlaşıldı dedim. Hadi bakalım sen zarfları toplamaya devam et. O gece yazdığım bir yazıyı Devrim gazetesine verdim. Bu yurt açıldığında, vali beyin başarısı en az yüz ailenin şükran duygularıyla süslenecektir dedim. Ertesi gün yazım yayınlandı. Vali bey telefonla arayıp yurdun en geç ayın birinde açılacağını söyledi. Birine yetiştiremediklerinden ayın beşinde açıldı. O iki çocuk da yurda alınacaklarda liste başı oldular. O iki çocuk belki de çocukluklarında çukulatayı tatmamışlardı. Doyasıya şeker de yememişlerdi. R.T hukuku bitirip avukat oldu. A.K. yi hiç tanımadım. Bildiğim tek şey Vakıflar tarafından okutulduğu ve üniversiteden mezun olduğu. O yıllarda doyasıya çukulata ve şeker yiyemeyen çocuklar vardı. Şimdilerde doyasıya çukulata ve şeker yiyebilen çocuklar var. Yiyemeyenlerin yanında devede kulak. O günden bu yana otuz beş yıl geçti. Çocuklar ellerinde naylon torbalar kapı kapı dolaşıp bayramlaşıyorlar. Amaç biraz şeker toplamak, bayramlaşmak bahane. Zira ancak bu şekilde şeker ve çukulata yeme şansını yakalayabiliyorlar. Yazık, hem de çok yazık. Özcan Nevres
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |