Yalnızlık güzel birşey, ama birilerinin yanınıza gelip yalnızlığın güzel birşey olduğunu söylemesi gerekir. -Balzac |
|
||||||||||
|
Tavsiyemi dinlerseniz, Facebooktan benim iç işleri bakanı ile arkadaş olun, davet edilmeseniz bile çat kapı bize misafirliğe gelin. Bizim ev illaki ilave bir misafir barındırılamayacak kadar dolu olacağından, iç işleri sizi otelde oda tutup orada misafir edecektir. Böylece o altmış teleyi ödemekten de kurtulacaksınızdır. İnanmıyor musunuz? Deneyin, görün kardeşim; yalan borcum mu var size? O paralar iç işleri bakanının kendi paraları değil. Benim paralarım. Her ay başı aldığım bindört yüz tele emekli maaşım bu işlerde kullanılır. Hanımefendi, birkaç gündür facebook arkadaşlarını ağırlamaktan parası kalmadığı için varlığımı nihayet hatırlayarak yanıma geliyor. “Misafirlerini de getirseydin ya, otelin havuzunda yüzerlerdi.” “Yok… Bu gün de sen denize gel. Misafirleri deniz kıyısına yolladım. Seni almaya geldim. Hadi kocacığım, şöyle bir yürüyüş yapalım, misafirlerin yanına girdip denize girelim” diyor. Hayret, para talebi yok… Biraz nazlanacak oluyorum, “sağlığın için… doktor öyle diyo…” diyerek ısrar ediyor. Mecbur kalıyorum hazırlanmaya. Denize gideceğim zaman daima deniz şortumu giyer, onun üstüne de bermuda pantolonumu geçirir öyle giderim. Gene aynı şeyi yapmak için , çantamdaki deniz şortumu çıkartıyorum. Kıçımdaki külotumu çıkartıyorum… Ansızın, odanın kapısı açılıyor. İçeri, yabancı bir bayan kafası uzandıktan sonra, beni o halde görmenin de utangaçlığıyla “sorry! Sory!” diyerek geri çekiliyor. Kadının bu ani baskınından asıl ben utanarak aceleyle Bermuda pantalonumu bacaklarımdan geçiriyorum, “hadi gidelim!” diyerek iç işlerini odadan çıkartıyorum. Elele tutuşup, genç aşıklar gibi el ele, benim tempomda, kah yürüyerek, kah dikilip nefeslenerek, gidiyoruz. Genelde, “o yolda beşinci köşe başında bi tane çomar var, beni görünce saldırıyor; yok o yolda da kasabın iti var, pusuya yatmış beni bekliyordur puşt!” diyerek gidilecek güzergahları ben belirlerim. Kendime soru sorabilmek için kurabildiğim en kibar cümle: “bu kadar ahmak olmak zorunda mısın, Kemalciğim?” dir. Biraz ilgi, biraz sevgi ile kolayca olabildiğim bir şeydir bu ahmaklık. Yürüyüş yaptığımız her güzergahta köpeğin sürüsüne bereket. Bunu her defasında tecrübe etmeme karşın, ciddi ciddi cümlelerle yorumlar yapıp yeni güzergahlar belirlemenin ne gereği var ki! Bu defa belirlediğim güzergahta ansızın karşılaştığımız ise bir değil, tam yedi köpek. Karşımıza öyle aniden çıkıyorlar ki, tam bir gafil avlanma yaşıyorum. Sağımda üç köpek, solumda dört köpek. İç işleri bakanına öyle bir sokuluşum var ki, kesin etini delip içine gireceğim onun. Gözlerim kararıyor, bacaklarım titriyor, bayılıp düştüm, ya da düşeceğim, o vaziyet. Birden, içişleri yürüyor köpeklerin üstüne, bir iki “hoşt!” diye nara atıyor. Köpekler, ortaya çıktıkları hızla geçip gidiyorlar. İç işleri bakanı, “Gördün mü bak, seni korudum onlardan,” diyerek böbürlenmeye başlıyor. Hayretler içindeyim! Hiçbir tanesi bana saldırmaya teşebbüs etmiyor. Nedenini anlayabilmek için göz ucumla arkalarından bakıyorum ve en öndeki kızana gelmiş köpeği fark ediyorum. Ötekilerin hepsi onunla bozmuşlar kafayı, beni gördükleri yok. “Sen kovmuş değilsin onları. Onların derdi, zaten ben değildim, en öndeki dişi köpekti…” diyerek ona ne kadar akıllı olduğumu kanıtlıyorum. En öndeki dişi köpeğin ancak yarı beline gelebilecek bir erkek köpek, diğer iri yarı köpeklerin de hırlamalarından, gürlemelerinden bıkmış olacak ki, sürünün peşinden gitmeyi bırakıp aniden bize doğru gelmeye başlıyor. Olacak şey mi şimdi bu? Sol taraftan gitse aramızda iç işleri olacak, ama o benim yanımdan geçmeye karar vermiş. Hemen iç işlerinin öbür tarafına dolanıp gene aramıza onu sokmuş oluyorum. Tam da geçip gitmek üzereyken ani bir frenle dikilip başlıyor bana bakmaya. Ben tam siper sinerek beni görmemesi için çabalasam da o benim çoktandır farkımda. Gözleri üstümde benim tarafıma dolanmaya başladığı an ben de hemen öbür tarafa dolanıyorum, bir taraftan da iç işlerine dil döküyorum. “Haydi, kov şunu! Kovsana yav!” “Demin ötekileri sen kovmadın, onlar zaten dişi köpekten başka bir şey görmüyordu gözleri, diyordun ya!” “Ne olmuş dediysem? Bunu kovuver işte!” Geri zekalı köpek de ben ne tarafa dolanıyorsam aynen dolanmayı sürdürmekteyken kulakları dikip hırlamaya başlamasın mı! “Yahu, Allah rızası için defet şu pire torbasını!” “Olmaz!” “Para veririm!” “İki yüz elli lira verirsen kovarım.” “Çüş…Elli lira yeter!” Köpek, kendisine bu kadar düşük fiyat biçmemden alınarak hamleler yaparak başlıyor havlamaya. “Tamam! Yüz vereyim, hadi!” “Ne senin dediğin olsun, ne benim dediğim olsun, madem ki yüz elliye halledeyim.” Köpek ısırdı ısıracak. “Tamam!” diye haykırıyorum. “Yüz elli olsun!” “Çıkar ver!” Bermuda pantalonun paça cebinden çıkarttığım paraların arasından seçtiğim yüz elli lirayı teslim ediyorum. Parasını koynuna sokuşturduktan sonra, “ne diyon lan, sen!” deyip bir iki tepinerek köpeğin üstüne yürüyor. “Defol git uyuz şey!” diyerek bir de tekme sallıyor. Köpek başlıyor kaçarak gitmeğe. Ben, bu kadar basit bir işlem için kaptırdığım yüz elli teleye yanarken, o; “Hadi, bu kadar yürüyüş yeter. Deniz kıyısına gidip denizimize girelim artık,” diyerek beni plaja doğru çekiştirmeye başlıyor. … Denizin kenarında, facebook arkadaşları sere serpe güneşlenmekle meşguller. İçten, sevecen, hepsini teker teker selamlıyorum. “Merhaba kızlar!” “Merhaba! Hoş geldin!” Biz de aralarına katılıyoruz. İç işleri bakanı grubun ön tarafında temizce bir yere süngerimsi yaygıyı serdikten sonra, aynı yere şemsiyemizi dikmeye uğraşıyor. O arada ben de ayağımdaki pantolonumu çıkartıp deniz şortumla, denize gitmeye hazırlanacağım. Pantolonumun fermuarını açıp indiriyorum aşağıya. Facebook arkadaşlarımızdan, “a!” diye bir nida yükseliyor. İç işleri bakanı şemşiyenin altından bir çığlık atıyor. “Kemal, napıyorsun sen!” Arkadakiler kikirdemekteler. Bir bakıyorum, kıçımda deniz şortum yok; hiçbir şey yok! Olanca hızımla pantolonu geriye çekiştiriyorum. Allah’tan ön tarafımızda sadece deniz var ve facebook arkadaşlarımıza sadece popom dönük. Turist kızın yanlış odaya girmesi esnasında dalgınlıkla şortu giymeyi unuttuğumu fark ediyorum. Kızlar, aralarında kikirdemeyi sürdürürken, ben kızarmakla meşgulüm…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |