Tarih, hiçbir zaman orada bulunmamış kişiler tarafından anlatılan hiçbir zaman olmamış olaylarla dolu bir yalan. -Santayana |
|
||||||||||
|
Gülümsedi. “Mesajlarımı okuduktan sonra böyle bir şeyi istemiş olmanı anlayamıyorum. Ben, beni sana layık bulmuyorum, kusura bakma!” Gülümsemeyi bıraktı, somurtarak sürdürdü. “Ben Oğuz’la evlenmek zorundayım.” “Yüzüğü atıp gitmiş ya!” diyecek oldum; Öz güvenli, “Önümüzdeki hafta sonu nişan merasimimiz var. Orada ortaya çıkacaktır,” dedi. İçim sızlamıştı bu yanıttan, ama bir cevap vermeyerek suskun kaldım. Sebil, ısrar ederek, “ne diyorsun?” diye sordu. Suskunluğu sürdürme ısrarım üzerine de, “susma!” diye terslendi. “Cevap ver!” Anlamamış gibi, “Neye cevap vereyim?” diye sordum. “Dinlemedin mi beni? Oğuzla evlilikten bahsettim ya…” Başını sallayarak, “seni bunun için çok seviyorum ya Sebil,” dedim. “Açık sözlü, açık kalplisin.” Ona sempatiyle baktım. “Senin bu kararına rağmen evlenmemiz için ısrar edemem.” “Bu durumda kusura bakma ne olur.” “Arkadaşlığımız da çok önemli benim için. Biliyorsun, senin ve babanın destekleriniz olmasaydı, bu noktaya gelmem kabil olmazdı. Sizin dostluğunuzu kaybetmek istemem.” “Biz de senin dostluğundan hoşnuduz Ali’ciğim.” Aklına gelen muzipliğin etkisiyle kendi kendime gülümseyince, Sebil merakla, “niye gülümsedin öyle?” diye sordu. Açıklamaya karar verdim. “Sebil’ciğim, benim annem eskiden beş vakit namazında mutaassıp bir kadındı. Nasıl ki, ben kariyere başladım, kendisinin de değişim göstererek biraz süslenmeye başlaması gerektiğini mi düşündü, ne, hiç de hoş olmayan kılıklara bürünür oldu. İnan ki, o süründüğü boyalarla, rujlarla kendini ne kadar çirkinleştirdiğinin farkında bile değil.” Sebil, onun anlattığı bu kadın tiplemesinden hoşnut, gülümsedi. “Beni böyle bir kokanaya gelin edecektin bir de utanmadan.” “Hah! Ben de tam onu teklif edecektim sana. Anneme gelin adayı ol!” Sebil, şaşırarak, “Ama Ali’ciğim, konuştuk ya,” diyerek karşı çıktığında, “Gelini olmayı konuştuk. Şimdi, sadece gelin adayı olmanı istiyorum. Geçici bir süre için. Yani, annemi, o eski anemin şekline döndürmek için…” Sebil, gülmeye başladı. “Anladım ben… Sen, kötü bir gelin adayından kurtulmak karşılığında annenle bir pazarlık yapmak istiyorsun galiba…” Boyun bükerek, “ne dersin? Oynayabilir misin kötü gelini?” diye sordum. “Bayılırım.” * Karşı dairelerinde oturan en yakın komşusu, bir ihtimal üzerine kulağını çekti annenin. “Oğlun, şayet o kızla evlenecek olurlarsa, karşı koymakta ısrarcı olma şekerim! Ayrı bir ev açarlar da, oğluna bir el koyarsa, vallahi, saçını süpürge edip bu günlere yetiştirdiğin oğlun, bir bakmışsın, avucundan uçuvermiş…” Bu komşu uyarısı iyi olmuştu; şayet oğlu evlenmekte kesin kararlıysa direnmeyecek, kızın eve gelmesine katlanacaktı. “Sonra?” “Sonrasına bakarız; Allah kerim!” * Annem, eve gelecek yeni gelinle yatak odamızı kendi elleriyle düzenleyerek, evlenme isteğime ilk yeşil ışığı yakmıştı. Sonra, sıra çabucak, kızın benimle evlenmesine gelivermişti. Evimiz, ana cadde boyunda bir koca salon ve üç buçuk odalı bir apartman dairesiydi. Üç odadan ikisi, üçüncünün ancak üçte ikisi kadar, sandık odası olarak inşa edilmiş aydınlatmaya bakan küçük oda da onların yarısı kadardılar. Taşındığımız günden beri o üçüncü büyük odada annem barınmaktaydı. Diğer iki odadan birisinde yatıp kalkıyordum, diğerini de çalışma odası olarak kullanıyordum. Benim yatıp kalktığım odayı geliniyle bana yatak odası olarak yeniden düzenleyen annem, Sebil’e gene de yaranamamıştı. Sebil, yaşayacağı evin hazırlığına bir göz gezdirmeğe gelmişti. Çat kapı odasına girdiğimizde konuşmalarımkızı dinlemeye başlayan annem tam bir şok hali yaşamaya başladı. Sebil, “bu oda evin en büyük odası değil mi?” diye sordu. . Kem küm ederek, “annemin odası,” dedim. Sebil, olanca hoyratlığı ile, “ne münasebet!” diye çıkıştı. “Yalnız bir kadın için ne gereği var böyle bir odanın? Bu oda bizim yatak odamız olmalı!” Onun bu tavrı karşısında korkmuş gibi davranarak, “Benim odamı yatak odası olarak hazırlamıştım ama…” diye kekeledim. Sebil, sözümü keserek, “orasını çalışma odası olarak kullanacağım ben!” diye çıkıştı. “İyi ama… Aneme de bir oda gerek.” Sebil için, annemin herhangi bir değeri varmış gibi… “Anneniz, daha büyük bir eve taşınıncaya kadar sandık odasında kalsın!” Annem, oturduğu yerde tepeden tırnağına kadar irkildi. “Sandık odasında mı?” diye bir inilti çıktı ağzından. “Olacak şey mi bu!” “Niye olmasın efendim? Bir tek kişisiniz. Bu koca odayı işgal etmeniz, asıl olmayacak şey!” Annem put gibi kalakaldı. Bir kenarda sakin sakin sigara içerken bana baktı, göz göze geldik. Onu niçin kollamadığını, böyle züppe bir kıza niçin ezdirdiğini sorgular gibiydi bakışları. Onu sahiplenmeyişim ile tam bir çaresizliğe düşmüştü. Gülmemek için büyük gayret sarf ediyordum. * Anne, davetsiz misafirleri odadan çıkıp gittikten sonra kendini yatağı üstüne atarak hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Ne oluyordu? Ne olmuştu bu oğlana böyle? Şımarık bir kızın elinde oyuncak olmuştu. Ne günlere kalmıştı, yarabbi! Hıçkırıkları şiddetlendi. Sonra duruldu. * Kız çekip gittikten sonra, benimle konuşmayı denedi. Gösterilen muameleden dem vurarak, “gördün mü, nasıl da soğuk davrandı? Pek geçim olmaz bu kızla ya, sen bilirsin…” diye şikayette bulunmaya kalkışınca, “Kötü muamele göreceğini düşünüyorsan, tut bir oda, taşın, ayrı otur madem,” deyiverdim. Bu tavrım çok ağrına gitti ya, yapabileceği bir şey de yoktu ki! Sesini kısıp oturmaktan başka… Koskoca Ali Cantürk’ün annesiydi güya, şuraya bak, dağdaki gelip de bağdakini kovmaya çalışıyordu. O evladını bu boya getirince kadar neler çekmişti, neler. Tam rahata kavuşup, saltanat sürmeyi düşünürken, saltanata bir el kızı gelip konacaktı. * “Allah yazdıysa bozsun!” Daha sakin düşünmeye başladı. “En doğrusu, kızla takışmaktansa suyuna gitmekti. Öyle ya, kız, “ya anen, ya ben!” diye dayatıverirse, Allah muhafaza böyle bir evlat onu sokağa da atıverirdi. İçini boşalmak için gittiği ahbabı komşusundan gelen yeni nasihat de denemeye değerdi. Kadın, “oğlunla aralarına soğukluk düşürsen,” diyordu. “Nasıl yani?” “Muska yaparak. Tanıdığım nefesi çok keskin bir hoca var…” “Hiç durmayalım madem! Hemen yaptıralım muskayı!” Aceleyle gidilen hoca efendiye derdini öyle bir anlatmıştı ki, adamcağız ona duyduğu acımayla, herkese iki yüz dolara yazdığı muskayı yüz dolara yazıvermişti; hem de, sırf soğukluk için değil, oğlunun kendisinden bir daha ömrü boyunca kopamayacağı bir sıcaklık için de… * Sebil, yaşayacağı eve ziyaretlerini, annemi bunaltırcasına sıklaştırmaya başlamıştı ve her gelişinde onu rencide edecek bir konu bulup, kendinden iyice nefret duymasını sağlamıştı. Olanları, öküzün trene baktığı gibi sadece seyrediyordum. En son olayda, odasına sorgusuz girip çıkan gelin adayının şık giyinmesi ve süslenmesi ile ilgili olmayacak laflar etmesi, bardağı iyice taşırmıştı. “Gördün mü gelin diye getireceğim dediğin cadıyı, anneni en sonunda genel ev kadınları gibi boyanıp giyinmekle de itham etti! Yazıklar olsun sana Ali, senin için verdiğim emeklere yazıklar olsun Ali! Sütümü haram etmiyorum ya, senin için tükettiğim ömre yazıklar olsun Ali!” diye diye öyle bir feryat etmeye başladı ki, artık oynadığım oyunu neticelendirmeye karar vererek annemle tartışmaya başladım. “Kız haklı be anne! Böyle allıklar, pulluklar yakışıyor mu sana? Mutaassıp bir kadındın sen, böyle birde süslenip püslenmeye neden ihtiyaç duymaya başladın sanki!” “Ben, oğlum mevki, makam sahibi oldu, bakımlı olayım azıcık diye…” “Ben, eskisi gibi giyinmeni, örtünmeni tercih ederdim!” Kadın öfkesi burnunda, “görürsün sen, daha da açık saçık giyinmez miyim ben… Görürsün sen,” diyerek söylenmeyi sürdürürken, bir anda karşı atağa geçtim. “Bak anneciğim, seninle bir anlaşma yapalım.” “O sürtükle bizi baş başa koy, huzur evlerine git mi diyeceksin a hayasız…” “Yok, tam tersi… Sen bu süslenmeyi, giyinmeyi terk edip gene mütevazi giyinmeye, örtünmeye karar verirsen, ben de o kızı almaktan cayarım!” Yanlış mı duydum acaba, der gibi baka kaldı. Tekrarlayarak, “böyle giyinip süslemeyi terk edecek misin?” diye sordum. Kulaklarına inanamayarak, “e yani? Öyle edersem, vaz mı geçeceksin o kız ile?” diye sordu. “Evet!” “O cadıyla evlenmekten vaz geçersen, iste, çarşafa bürüneyim be oğlum!” “Çarşafa değil… Aşırılıklardan uzak dur, yeter…” “Tamam… Sen nasıl istersen öyle giyinirim. Sen de bırakacaksın o kızı ama…” “Bırakacağım, söz…” Kadıncağız, sevinçten öyle bir ağlamaya başladı ki, insana, sevinçten de böyle hüngür hüngür ağlanırmış dedirterek… Odama çekilip de, ev sessizliğe büründüğünde, dış kapıyı sessizce açan annem, karşı dairede oturan ahbabını ziyarete gitti hemen. * Komşu kadın, kapıyı açıp içeri buyur ederken müjdeyi yapıştırdı hemen: “Kız senin hocanın nefesi esastan da keskinmiş vallahi! Oğlum, terk retti o afişteyi!” İki kadın sevinçle sarmaş dolaş olarak kutladılar nefesi keskin hoca sayesinde bu felaketin defedilmesini.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |