..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Karakterler Üzerine > pınar




16 Ağustos 2012
Kızımı Ben Oğlumu Sen Öldürdün - 3. Bölüm  
her son bir başlangıç

pınar


artık şu andayız ya da değiliz...geçmiş peşimizde....


:AGDC:
- HER SON BİR BAŞLANGIÇ-(3. bölüm)


Geçmişte yaşanan acı hatıralar, istemediğin ot burnunda biter misali, hatıralar geçidi içinde yanı başımızda her an bitmesinden korkarız. Çünkü acının bitişinde, ruhlarda korku ile son yazılıdır. Halbuki acılar bitiş sahnesinin ardından yeni bir oyuna perdelerini açmasından ibarettir. Gelecek, bilinmeyen ışığın süzmesinde, acıların yıllar sonra gülümseyerek bakılan hatırasıdır. Şaşırtır……

Hatırlanamayan acı geçmiş ise, yeni başlangıçlara meydan okuyordur. Fark etmeden her son başlangıçtır…


Dün akşamki davetten dolayı, geç yatmıştı. Ödül töreninden sonra, verilen partiden epey geç eve dönmüşlerdi. Ödül töreni, bir sürü şak şakçı ile doluydu. Kendisi için ise ödül törenleri, boy göstermekten, öte değildi. Hayatın akışı üzerinden, iz sürerken, elinden geldiğince yapılan her yardım, amaç gütmeliydi. Onun için, onun gibiler sadece araçtı. Her zaman ki gibi, ödül töreninde, birbirinden şık kadınların kendi egoları çerçevesinde hava yaptığı, takıların yarıştığı, boş sohbetlerin döndüğü, yaşlı adamların eşleri yanında olmasına rağmen kızları yaşındakilere, ufak çaplı yaptıkları kurlar, içini bulandırmıştı. Kendisinin takı anlayışı, törene katılan kadınlara nazaran oldukça sadeydi. Alyansı ve büyük teyzesinden kalma tek taş pırlanta küpeler vazgeçilmez takılarıydı. Her törende veya yemekli toplantılarda, siyah diz üstü elbisesi gibi. Gündelik hayatında da, sadeliğinden asla ödün vermez, kıyafetlerinde, toprak ve siyah renkler hakim, saçlarını ise ensesinde sımsıkı toplardı. Kocası böyle törenlerde en mükemmel psikolog eş havalarında, koruyucu tavrını sürdürmeyi başarıyordu. Kendisi ise sessiz kalıp, çevreye gülümseme rolünü iyi benimsemişti veya benimsetilmişti.

Üç yıl içinde, dernek çatısı altında, iki yurt kurmuşlardı. Üsküdar ve Ada da bulunan evleri, bu şekilde değerlendirmek kocasının fikriydi. Kocası, her zaman ikisi adına, o güne kadar güzel işler yaptığından itirazsız kabul etmişti. Kocası psikolog, kendisi avukat olunca, iş kolaylaşmıştı. Bir sürü prosedürden geçilse de, karı koca el elle verip başarmışlardı. Kocasının, tatlı ve gizli baskıları ile verasetin neticesi olarak, elinde olanları değerlendirmişlerdi. Derneğin amacı; çocuk esirgemede, on yedi yaşını doldurup, başının çaresine bakılması için, hayata bırakılan gençlerin umudu olmaktı. Eğitim masrafları, barınma, iş bulma, psikolojik sorunlarından, hukuksal her türlü ihtiyaçları, yardım istedikleri sürece, derneğe aitti. İş bulanlar kendi kanatlarına güvenip, uçmak istediklerinde, ev arkadaşı bulup veya ev arkadaşı bulmadan yurttan ayrılmalarında sakınca görülmediği gibi, sorunları oldu mu, karı-koca ikisinden birine ulaşırlardı. Merkezi Üsküdar seçtiklerinden, Üsküdar’da bulunan çocuk esirgemeye bağlı olarak dernekleri faaliyet gösteriyordu.

Üsküdar’da, üç katlı müstakil evi, kızlar için açmışken, Ada da ki evi de, erkekler için açmayı uygun görmüşlerdi. Ada da bulunan yurdu açalı, altı ay, Üsküdar’da ki yurdu ise bir buçuk yıl önce faaliyete geçirmişlerdi. Her açılışta, özellikle kocasının çağırdığı gazeteciler sayesinde tanınmaları uzun sürmediği gibi belirli çevrede saygınlık kazanmaları zor olmamasının altında yatan başlıca sebeplerden biride, kocasının çalıştığı hastanede, kimi zaman sahtede olsa sevimliliğini kalburüstü gelen hastalarına gösterip, bağlamayı başarmasıydı. Kocası, babasından gördüğü; memur zihniyetinin oluşturduğu dürüstlük sonucu, memur çocuğu olmanın getirdiği kıt kanaat yaşamın zorluklarını bildiğinden, hayata karşı duruşu, geçmişini aşma çabasının özetiydi.

Bu yükseliş her ikisine de maddi ve manevi artılar sağlamış, kocasının planları bir bir işlerken, kendisi ise doğru zamanı kolluyordu. Şimdilik, tribünde seyirci konumunda olmak zorundaydı.

Yurtta kalan gençlerin hepsinin ablasıydı, annesiydi, teyzesiydi. İletişim eksikliği içinde olanlarla bile bir şekilde iletişim kurmayı başarırdı. Kendi ruhunu, onların ruhunda, şefkat duyguları ile arındırıyordu. Bu arınmanın altında yatan sebeplerden bir tanesi de, geçmişte kendi anne babası yaşarken, aile sevgisinden mahrum kalmış olmasıydı.

Gençler, genellikle kendi temizliklerini kendileri yapsalar da, hazırda bir temizlik yapan, mutfak işlerine bakan iki yardımcı bayan bulunuyordu. Sorunlarına yardımcı olan müdireleri, sabah dokuz akşam sekiz görevini aksatmadan, her iki yurtta hazırdı. Kendisi, hukuk bürosundan, kocasının da hastane ve klinikten kalan zamanlarını (en çok kendisi) gençlere adamışlardı.

Evin çalışma odasına, dinlenmek amacı ile koyulan; bordo, kadife, ince, uzun kanepeye diz üstü bilgisayarı ile boylu boyunca, son incelemeleri yapmak için uzanmıştı. Yorgundu…. Ertesi güne iki önemli davası vardı. İlk davası, ortağı olduğu hukuk bürosuna ait dosya, diğeri ise yurtta yaşayan ve ismini değiştirmek için dava açan, genç kıza aitti. Duyan herkese, bu dava çok gülünç gelse de, yetimhanede büyüyen genç kız için, gayet doğal durumdu.

Doğduğun gibi, herhangi bir yere bırakılıp, bulunduğunda, en yakın karakola teslim ediliyorsun ve sana tanımadığın birileri tarafından isim konuluyor. “KADER”. Gün gelip, düşünüyorsun. “Aile yadigarı isim olsa bir nebze katlanılır ama kadersiz kadere sahip olana Kader ismi konulur mu hiç” diye. Kader için, as olan, yeni hayatına, yeni isimle devam etmek istemesiydi.

Uzandığı yerde, sırtını dikleştirdi. Ertesi günkü davalarla ilgili, hazırladığı dosyayı incelerken, eksik kaldığı yerleri araştırmak üzere notlarını alıyordu. Bu yoğunluk içinde çalışırken, sonbahar esintisini hissetmek adına, pencereyi aralık bırakmıştı. Kurumuş, sararmış yaprakların kokusu, esinti ile odasına dolarken, kendi umutları gibi, yeniden yeşermeyi bekliyordu.

Önünde bulunan çalışmalara dalmışken, kocasının odaya, girdiğini fark etmedi. Arkadan sarıldığında, kendi teninde kocasının tensel sıcağını hissedene kadar…. Yan gözle bakıp, gülümsemekle yetindi. Kocası, amaçları doğrultusunda, hayatın içinde kendisine sımsıkı sarılmıştı. Her zaman olduğu gibi…..

“Kocasının bir tanesi, bir kahve molası vermek ister mi?”derken, yanağı karısının yanağındaydı. Karısının gözleri ise önünde duran diz üstü bilgisayarında ki notlardaydı.

“Aşkım, birazdan içeriz. Son düzeltmelere bakıyorum.” dedi, kocasına bakmadan.

“Peki aşkım. Ama sonbaharın final esintisi adamı çarpar. İstersen pencereyi kapatayım.” derken, kollarını, karısından çözüp, pencereye doğru yürüdü.

Üç yıllık evlilikleri boyunca, kocasının yörüngesinden çıkmak istememişti çünkü kocası her zaman kendisine karşı düşünceli tavrı devam ettiği gibi, iltifatları, sürprizleri, maskeli balo şenliği içinde, eksik olmazdı. Bu oyundan ikisi de memnun gözüküyordu. Kocası odadan çıkmadan önce, pencereyi kapattığı gibi, karısının dudağına minik buse koydu. Ne şimdi nede daha sonra bilinmez sebeplerden dolayı busenin devamı gelmeyecekti. Gelmesi gerekiyor muydu? Emin değildi. Soruları çok fazlaydı.

Davaları incelerken, yaptığı okumalara, uykusuzluğu eklenince, uzandığı koltukta, uyuya kaldı. Hastane günlerinden beri, uykusuzluk öteki adı idi. Geçirdiği kazadan sonra, travma, hayatının belirli kesitlerini, hatırlamak istememe durumuna uygun olarak, bilinçaltında depolanırken, her gördüğü rüyanın, bilinçaltının oyunu olduğuna emindi ve emin olduklarının gizemi, onun sırrı haline gelmişti.

Rüyalarında; iki kişi vardı, biri erkek, diğeri kadın. Erkeğin esmer, boylu ve kalıplı olduğu, dişinin ise, minyon, erkek kesimi dikleştirilmiş sarı saçları belirgindi. Ama her ikisinin de suratı karanlık, gözleri, burunları, ağızları oyulmuş olması rüyalarının kabusa dönüşmesine engel değildi. Gece yarısı veya sabaha karşı, kabuslarından her uyanışı, titreme ve sıçramalarla son noktayı buluyordu. Rüyaları bir tek bunla sınırlı değildi. Dedesinden kalma portakal bahçelerinin içinde, pazen elbise ile soluksuz koşan kadını arkadan görüyordu. Sonra ardından kocaman adam yakalıyor ve ikisi birden yere yuvarlanıp, portakal kokusunun eşsizliği ile kan ter içinde uyanırdı. Ve bunun gibi niceleri bilinçaltının oyunları eşliğinde kan ter içinde uyanmasını sağlıyordu.

Ne kadar uyuya kaldığını bilmiyordu. Yeni kabusu ile birlikte, çıkardığı korkunç haykırışla, ayağının dibinde uyuyan kedisinin (Rüküş’ün) koltuğun arkasına kaçması aynı anda oldu. Kocası, telaşla içeri girdiğinde, karısının saç diplerinden itibaren, yeni duştan çıkmış gibi, sırılsıklam olduğunu gördü.

Karısına sarılarak, güç vermeye çalışıp, sakinleştirmek adına, karısının doğal kızıl saçlarını okşuyordu. Karısının başını avuçlarının arasına aldığında, cam mavisi gözlerinden, akan yaşları öpmeye başladı. Bu öpüşlerin altında yatan; vicdanını rahatlatmak ve bir yandan karısının kendisine sağladıklarının faturasıydı.

“Yinemi aynı rüya aşkım?”derken, karısına iyice sarıldı.

Karısı da sarılmaya karşılık vererek, kabusunu kovmaya çalışıyordu. Yaşlı mavi gözlerini kocasına dikip, evet anlamında başını sessizce salladı.

Gerçek hıçkırıkları dinmeden, timsah gözyaşlarını önüne katarak, uyuya kaldığı koltuktan, diz üstü bilgisayarını yanında oturan kocasının kucağına şiddetle koyup, yerinden fırladı. Uyuya kalmadan az önce kocasının kapattığı, pencereyi açtığı gibi, sonbaharın sorgulayan ince sızı kokusunu, ciğerlerine kadar çekti. Her rüyadan sonra olduğu gibi fevrileşip, deliye döndü. Çalışma masasına yönelip, kocasının yıllardır rüyalarını yazdırdığı defteri çıkarttı. Kocasına doğru sallayarak “Dediğiniz her şeyi, hastanede ki diğer arkadaşlarının dediği gibi yapıp, yazıyorum. Ne oluyor bir hiç!!! Sonuç sıfır!!!” derken, söylediklerine kocasını inandırırken, kendisi de inandı.

“Aşkım bir ay hastanede yattın. Uyandığında, sağ tarafına felç inmiş, travma geçiriyordun ve hatırladığın anıların, hayatının belirli kısmı idi. Hatırlamadıklarını, anlatmaya çalıştığımızda, kafan daha çok karışıp, neden ve niçin soruların seni rahat bırakmadı. Daha çok rahatsız oldun. Tam bir yıl ben ve meslektaşlarım ipuçları ile yardım etmeye çalıştık, bunun bir çare olamayacağını seninde onayını alarak karar vermiştik. Ve şu anda sen istesen de, istemesen de, beynin seni zorluyor. O seni zorladıkça, sende zorlanıyorsun. Geçecek bunlar. Rahat ol bebeğim. Yazmaya devam etmek zorundasın. Geriye dönüp sıkça okumalısın ki ipuçlarını birleştirip, sorunlar bitmeli.” derken, şimdide söylediklerine ne içindeki ses ne de karısı inanıyordu. Her ikisi de maskesini takmış birbirlerini teselli ederlerken, kendi açılarından zaman kazanıyorlardı.

Kocası konuşmasını bitirirken, defteri masaya doğru fırlattığı gibi kollarını göğsünde kavuşturup, pencerenin önünde, kinayeli bakışları tepkisizce kocasına bakıyordu. Sonbaharın finalinden kalma, rüzgarın sert vuruşlarını sırtında hissetse de, şu anda üşüme hislerine dokunmuyordu. Gözyaşlarını sildi ve kararlı, ne istediğini bilen, yaralarını kendi sarmak isteyen kadın geri geldi. Kocası bu bakışları çok iyi biliyordu ve en çok korktuğu bakışlardı çünkü her rüyadan sonra, karısının içinden tanımadığı biri çıkabiliyordu. Gün gelip de, karısının her şeyi tam manası ile hatırlayıp, kendisini suçlu bulup, ki suçluluk payı büyüktü, karısının onu terk etme korkusu içini kemiriyordu. Bir anda kendini, dipte bulur, maddi, manevi biter, vicdanının karşılığında, kazandıkları koşar adım elinden kaçardı.

Karısının kendisine ihtiyaç duyduğunda, her an yanında olacağını hatırlatmak istercesine, karısının ellerini tuttu ve öpmek istese de karısı buna izin vermedi. Az önce yere fırlattığı evrakları, uzandığı yerde açık duran diz üstü bilgisayarını ani hareketle toplayıp, odadan çıkarken, arkasından kedisi, onu takip etti.

Yatak odasında, yatağının ucuna oturdu. Rüyasında ki kişileri kocasına anlattığında, aldığı cevapları ve kafasında ki soruları gülümseyerek hatırladı. Zaman içinde geldiği noktaya inanamıyordu.
Entrikalar ile dolu hayatın sonunda, hayata karşı öfkesini kini ile besleyen, kocasının vicdan azabını bilirken bilmemezlikten gelip, diğer insanlara benzeyip canavarlaşan ruhu ile kocasını basamak kullanan, güvensiz küçük kızdan, olgunlaşmaya çalışan kadına nasıl oldu da dönüşmüştü? Şimdi yatağının ucunda bu dönüşüme şaşırıyordu. Genetik miras olarak babasına mı benzemeye başlamıştı yoksa? Yoksa hayat onu başladığı yere gerimi döndürecekti?

Kocasını, yatak odasının kapı eşiğinde, kendisini izlerken yakaladı. İkisi de, kendi köşelerinde fırtınanın dinmesini beklemiş, bu dinginlik yeniden birbirlerine gülümseyerek bakmalarını sağlamıştı. Her ikisi de maskelerini ısrarla bırakmıyorlardı.

“Anlayışlı kocama yine sorun çıkarttım sanırsam. Her rüyadan sonra, elimde olmadan huysuzlanıyorum dimi?” derken, elini kocasına doğru uzattı, yanına oturması için. Bu cümleyi kurarken dahi, aklında olan tek şey, planlarının aksamaması idi.

“Sen benim karımsın, canımsın, her şeyimsin. Beraber atlatacağız.” deyip, kocası, yeniden karısına sarılırken, içinden bir oh çekti.

Rüküş, karısının kucağından, yatağın öteki ucuna çoktan geçmişti. Karı- koca uslu, liseli gençler gibi başları önlerine eğik, birkaç dakika sessizce, oturdular.

Kocası, sessizliği bozup,“ Bu güzel bayan, benimle sahilde, yürüyüş yapmaya ne der acaba?” dedi.

Karısı, bıyık altından gülümserken, tek kaşını kaldırıp düşünüyor gibi yaptı. Fazla geçmemişti ki, kocasına şakadan omuz atıp, gülümsedi. “Bence mükemmel olur.”

Üsküdar’da bulunan dede yadigarı evi, yurt haline getirmek için düzenlemeye başladıklarında, Teşvikiye’de oturdukları evi kiraya vermeye karar vermişlerdi. Aslında, kocasının isteği evi satmaktı. Karısına miras kalan portakal bahçelerini satmak istediği gibi. Karısının geçmişine ait ne varsa silmek en büyük amacıydı. Karısı Teşvikiye’de ki evi kiraya ikna olmuşken, sıra portakal bahçelerine geldiğinde, her zaman ki gizli baskılarıyla, portakal bahçelerinin satışını itirazsız kabul ettirmişti. Portakalın keşfiyle, ailesine ait aşk hikayelerinin başlangıç noktasını ve çocukluğunun yaz aylarının tek hatırasını, satmaya razı olmasının altında yatan, başladığı yere geri dönmeme isteğiydi. Şimdi oturdukları evi portakal bahçelerinden kalan paranın bir kısmı ile satın almışlardı ve bir kısmı ile karısını stajyer olarak başlattığı hukuk bürosuna ortak olması için kullanmışlardı. Böylece maskelerinin ardında, her ikisinin menfaatleri gerçekleşiyor, daha güçlü kadın olmanın keyfi için kendisini, kocasına emanet ederken, geçmişin izlerini ört bas edebiliyordu. Kocası da planlarının tek amacı olan karısını kendine mecbur kılıp, bağlarken, maddiyatın getirdiği çevreden faydalanıyordu.

Sahile ulaşmaları için, koru içinden geçmeleri gerekiyordu. Korunun içindeki, merdivenlerden yürürken, sağ ve sol tarafları ağaçlarla, mis kokulu çiçeklerle çevriliydi. Akasya çiçeklerinin, kokusu, tatlı huzur dönüşümü ile ruhlarına kadar sızıyordu. Sonbaharın misafiri, göç eden kuşların sesleri ile el elle sessizlik içinde yürüyorlardı.

Gözleri arada, kocasına doğru süzülürken, kocasına her baktığında, kendi ruh yansımasını görüyordu. Kocası, karısı tarafından süzüldüğünün farkına vardığı anlarda, oyunu asla bozmazdı. Oyunu bozmadığı gibi, vicdan muhasebesinin altında uyuyan gururunun okşanmasına izin verirdi.

“Aşkım bakar mısın korunun karşı köşesinde ne var?”demesiyle, karısının kendisini izleyen gözleri, hayranlıkla, korunun köşesinde duran, uçsuz bucaksız büyüklükte ki seraya takıldığını gördü.

Seranın içinde, bir sürü mevsimsiz açan meyve ağaçları vardı. Ama karısı, pür dikkat, bütün meyve ağaçlarını, gölgede bırakacak, köklerini hatırlatan, meyvesini vermiş olan iki portakal ağacına gözleri dikildi.

“İnanamıyorum aşkım. Ben o seranın içinde olmak istiyorum. Portakallara dokunup, kokularını içimde hissetmek istiyorum. Ne olurrrrrr….” dedi, çocuksu istekle.

Kocası, seraya nasıl girmeye başaracağını, bilemese de, karısı için başaracak, gerekirse portakal ağacını satın alıp, Üsküdar’da ki yurdun bahçesine dikecekti. Vicdanını rahatlatmanın diğer yolu olarak da, karısı asla üzülmemeliydi…..





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın karakterler üzerine kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kızımı Ben Oğlumu Sen Öldürdün - 2. Bölüm

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kızımı Ben Oğlumu Sen Öldürdün

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Canım Kocama [Öykü]
Yalnızlığa Doymuş Çocukluk [Öykü]
Sessiz Çığlık [Öykü]
Bisiklet [Öykü]
Ne Dün, Ne Yarın, Sadece Bugün [Öykü]


pınar kimdir?

en büyük silahım kalemim ve kalemimin ucundaki özgürlük. ve bu özgürlüğün çözümü ancak beni ifade edebiliyor. Biliyorum ki ben bir gün kağıdımın ve kalemimin ucunda son nefesimi vericem. Son nefesimde bir gülümseme olacak insanları aydınlattığım için.

Etkilendiği Yazarlar:
duygu asena, inci aral, elif şafak, orhan pamuk,hıfzı topuz, reşat nuri güntekin,


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © pınar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.