"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
1923 Yılı her iki aile için de, mutsuzluklar ve yıkımlardan, yeni dersler çıkarmalarını sağlayacaktı. Gereksiz öfkenin kontrolsüzlüğü, sabırları zorlayınca, yıkımlar kaçınılmazdır. Ama önemli olan, her yıkımın, tekrar ayağa kalkmak için, yeni bahanesini doğurmasıdır. Bazen de, çabaladıkça, ailelerin, temelden yarattığı izdüşümleri dibe vurup, çaresizlikleri yanı başımızda bitiriverir. Hüsranı beraberinde getirir. 1919-1923 Yılları arasında yapılan Kurtuluş Savaşı, hayat şartlarını dibe indirmişti. Bir savaş kazanılıyordu ama nice zorluklarla ve gözyaşları içinde. 29 Ekim 1923 Tarihinde, Cumhuriyetin ilanı ile gözyaşlarının bedeli, en güzel şekilde halka veriliyordu. Bir devir kapanıp, yeni devir açılırken, savaşlar, sıtma hastalığını da beraberinde getirmişti. Bütün dünya sıtma ile boğuşmaya başlamıştı. 1924 yılında sıtma hastalığı, tavan yapmıştı. Sıtma, en büyük belirtilerini, Antalya ve çevresinde göstermeye başlamış, bu çevrede pirinç tarlalarının olması, sıtma hastalığını yaygınlaştırmıştı. Tarla sahipleri, bir çok kız işçisini kaybetme korkusu ile kaşı karşıyaydı. Güçlü ve Sapan beyinin tarlalarında, çalışan işçilerin arasında hastalığın belirtilerinin göstergesi kayıplardı. İki ailenin beyi, daha fazla kayıp vermemek adına, derhal çare bulmaları gerektiğini biliyorlardı. Küçük İnci bir yaşını sürerken, annesi de travmayı atlatmış gözüküyordu. En azından, eskisi kadar olmasa da, gülmeye başlamış, belirli kişilerle iletişime geçebiliyor, odasından dışarı çıkıyordu. Küçük İnci, ablası Saadet ve küçük Rıdvan dışında fazla kimseden ilgi görmüyordu. Küçük İnci ilk adımlarını, dahi küçük Rıdvan’ın elinden tutarak atmıştı. Yaz mevsimi geldiğinde, sıcaklar, nem ile birlikte Finike’yi, nefes alınmaz yer haline getiriyordu. Bu yüzden, iki ailede verandanın en serin yeri olan, palmiye ağaçlarının gölgesinde nefes alıyorlardı. Özellikle, iki beyin hanımı ve çocuklar için palmiye ağaçları günün vazgeçilmezi arasında yer alıyordu. İki kadının, beş çocukla uğraşması, ev işleri derken zor koşullar sağlayacağı için, iki ailenin de yardımcıları olması, ev işleri için avantajdı. Finike’nin, en büyük pirinç tarlalarına sahip, anı, şanı olan aileye de böylesi yakışırdı. Sapan ailesinin, verandasının az ilerisinde ki palmiye ağacının, altına kurulan masada, bir kuş sütü eksikti. Güçlü ailesini çaya bekliyorlardı. Küçük Rıdvan oyuncaklarını, itinayla, Küçük İnci için çoktan sıralamıştı. Küçük Rıdvan üç yaşını doldurmuş, zeki ve paylaşımı seven çocuktu. Artık, derdini anlatacak kadar konuşabiliyor, daha o yaşta, anlayışlı tavırlarını, ablalarının kendisine karşı hasetliğine, kıskançlığına karşı gizli direnç gösterebiliyordu. Kızlar da bahçenin diğer köşesinde, yeni öğrendikleri, körebe oyununu oynuyorlardı. Küçük İnci, Saadet’in kucağında, anneleri yanlarında bahçeye girdikleri gibi ilk fark eden küçük Rıdvan olmuştu. Küçük İnci, ablasının kucağından, inip, vakit kaybetmeden kendilerini karşılayan oğlan çocuğunun elini tutup, oyuncakların yanına gittiler. “İki lanetli birbirini buldu.”dedi, Güçlü ailesinin gelini, dişlerini sıkarak ve çocukların arkasından bakarak. Saadet, “Anne kardeşime bunu demeye hakkın yok.” deyip, annesinin sert bakışlarını umursamadan, kızlara doğru hızlı adımlarla yürüdü. Saadet, altı yaşında olmasına rağmen, annelik modelini özümsemesi, yaşından büyük davranışlara ve konuşmalara itiyordu. Yaşıtlarına göre kısa kalmış boyu, beyaz teni, özellikle burnunun üstünde belirginleşen çilleri, buğday rengi saçları, gömük siyah gözlerine, ruhunun aydınlığı yansıyordu. Saadet isminin anlamı gibi, zayıf suratından düşmeyen gülümsemesi ile her koşulda saadet ve huzur veren bir çocuktu. Sapan ailesinin gelini mutfakta çayı demlemekte ve bir şeyler hazırlamakla meşguldü. Palmiye ağacının, serinlettiği, gölgelik yere gelindiğinde, Güçlü ailesinin gelini laf sokmakta geri kalmadı. “Sizin kalfaya ne oldu? Üç çocukla uğraşmaktan yorulup kaçtı mı? Eee tabi şekerim ev işleri, bir yandan tarlaya yardımcı oluyor. Haklı kaçmakta tabi ki de.”derken, bütün lafları nefes almadan arka arkaya sıralayıp, ardından çocukları bile tedirgin edecek kahkaha attı. “ Yoo kaçmadı. Çocuklarla hele Rıdvan ile ilgilenmek en büyük zevki. Tarlada kız kardeşi çalışıyor, arada ona, kendi isteği ile yardıma gidiyor. Biraz ateşlenmiş kusuyor, terliyor, ateşten arada titreme nöbetleri tuttu bugün. Sanırsam üşüttü. Akşam ağabeyin gelirken, doktor getirecek.” dedi, Sapan ailesinin gelini sakinliğini koruyarak. Güçlü ailesinin gelini, arkadaşının, bu kadar sakinlikle ağzının payını vermesine daha da sinirlenerek, “Geçmiş olsun. Sende çok yaklaşma. Maazallah, üşüttüyse, sana da geçirir. Küçük oğlunla kim ilgilenir?”dedi. Sapan ailesinin gelini, arkadaşını çocukluğundan beri iyi tanıyordu. Abisinin, yengesine olan aşkının sonucu, evlenmeleri ile birlikte yengesinin içindeki önlenemez doyumsuzluğu, istekleri, fesatlığına ek olarak artan bir ivme kazandırmış, hele ki Rıdvan doğduğunda, ruhunda, önlenemez kin baş göstermeye başlamıştı. Küçük Rıdvan, Küçük İnci ile oynarken, kızlarda körebeden sıkılıp, kendi aralarında evcilik oynuyorlardı. Saadet, oyun oynarken bir yandan da kardeşinin genel ihtiyaçları için, oyununu yarıda kesmek zorunda kalıyordu. Büyükler çaylarını yudumlarken, lafa ilk giren Sapan beyin karısı oldu. “Saadet, kardeşi ile ne güzel ilgileniyor. Benim kızlarda nerdeyse Rıdvan’ın gözünü oyacak.” dedi, tüm samimiyetiyle. “Şekerim ailenin beyinden yegane erkeğini doğurdun. Gözler senin ve Rıdvan’ın üstünde. Normal değil mi kıskanmaları? Pabuçları dama atıldı.” derken, Güçlü ailesinin gelini kinayeli bir şekilde kinini kusmaktan geri kalmamıştı. “Aslında, kızlara bu durumu yansıtmamaya çalışıyoruz. İleride, büyüdükçe bu durum değişir diye düşünüyoruz.” dedi, Sapan ailesinin gelini, her zamanki zarafetini, anlayışlı tavrını ve sabrını korurken. “Umarım.”deyip, Güçlü ailesinin gelini, sinsice gülüşünü dudağına yerleştirdi. Akşama doğru, iki kadında, akşam yemeğini Sapan ailesinde, yemeğe karar verdiler. Kızları, babalarına haber vermeleri için tarlaya yolladılar. İki ailenin beyi ise, tarlanın yakınında, kurdukları; derme çatma, ahşap, evden bozma ofiste, Demir bey ile kafa kafaya verip, sıtma hastalığından dolayı, pirinç tarlalarının geleceğini tartışıyorlardı. Demir bey, her iki bey gibi Finike’de hatırı sayılır bir aileden geliyordu. Araştırmacı olma özellikleri ile nam salmışlardı. O dönem içinde, tarlaların gelişimi için, en küçük kardeşi, sürekli Avrupa’ya seyahatlerde bulunup, yeni fikirler sunardı. Demir beyin, araştırma yapması için küçük kardeşini seçmesinde ki en büyük sebep, kardeşinin uçarı, ele avucu sığmaz yapısıydı. Demir bey tıknaz, tombul gövdesine yakışır ses tonu ile konuyu fazla uzatmak niyetinde olmadığından, direkt giriş yaptı. “Beyler sabahtan beri memleket meselelerine daldık. Evet zor dönemden geçiyoruz ama bu zorlukların altından, sonuç itibari ile Paşa’nın gözü pekliği ve keskin zekası, ülkenin Cumhuriyet dönemine giriş yapmasını sağladı. Bizim de pirinç tarlalarımızın dönemini kapatma vakti geldiği fikri içindeyim. Sıtma hastalığı yayılıyor. Gücümüzü kaybediyoruz.”dedi, masada karşısında oturan iki beye gözlerini döndürerek. “ Her şey güzelde. Pirinç dışında bu tarlalar ile ne yapabiliriz ki. Hem de sil baştan, yeni bir başlangıçtan bahsediyorsunuz.”dedi, Sapan ailesinin beyi. Güçlü ailesinin beyi konuşmalara katılmıyordu. Önünde bulunan kağıda, alakası olmayan şekiller çiziyordu. Konuşmalara katılmamasının sebebi, fazla açık olmamasından, ticarete yönelik kendini geliştirmemesinden ve en iyi bildiği şeyin toprağı işlemek olmasından kaynaklanıyordu. Her şeye rağmen yıllardır ortaklıklarında, ustalıkla birbirlerinin eksikliklerini tamamlamayı başarmışlardı. “Benim ufak kardeşim Portekiz’den yeni geldi. Tüm kasabanın ve sizin de bildiğiniz gibi yurt dışında ki gelişmeleri takip eder ve bize de yön verir. Portekiz de portakal adında yeni meyve ithalatı başlamış. Örnek teşkil etmesi için meyvenin kendisini de getirdi.” derken, Güçlü ailesinin beyinin uzaklarda olduğunu fark edip, Sapan ailesinin beyine yönelik konuşuyordu. “Pirim, iyi güzel söylüyorsunuz da, biz ne anlarız portakal işinden. Hadi anladık diyelim, pirinç tarlalarının yerine portakal eksek tutacak mı ki? Bu konu hakkında fazla bilgimiz yok. Risk almak iyi hoşta, amma ve lakin hiç bilmediğimiz bir alan.” dedi, Sapan ailesinin beyi. “Haklısınız babalardan kalma işleri genişlettik, yürütüyoruz. Bu durumda, risk almamak adına, tarlaların bir kısmında portakal yetiştirip, pirinç tarlalarının büyük bir kısmı ile devam edeceğiz. Portakal yetiştirmeyi becerirsek, diğer kısımlara da portakal fidanlarını ekeceğiz. Ben bunu denemeye kararlıyım. Kafamızdaki bütün soruların cevaplarını kardeşimden alabiliriz. Bu konu için aylardır Portekiz’de çalışmalarını sürdürüyor. Çalışan kızlardan birisi evden çağırırsa, hemen sorularınız cevaplanmış olur.” dedi, Demir bey tebessüm ederek. Sapan ailesinin beyi, “Olur tamam. Çıkış yolunuz mantıklı geldi. Kardeşinizde, bazı soru işaretlerini cevaplarsa. Sizin gittiğiniz yoldan gitmek kaçınılmaz gözüküyor.”dedi, tebessüme tebessümle karşılık vererek. Üç bey karanlığın çökmek üzere olan sessizliğinde, semaver üstünde kaynayan çaydan demlenirken, kısa bir süre sonra, Demir beyin küçük kardeşi büroya geldi. Abisi ile aralarında fazlası ile fark vardı. Özellikle fiziksel görüntüleri taban tabana zıttı. Giyim tarzı ile tam bir Avrupalı idi. Hatta geriye taradığı, uzun koyu kestane saçları, ela gözleri, uzun ince yapısı ve gençliği ile bu civarda pek çok genç kızın canını yaktığını doğrular durumdaydı. Herkesle tokalaşıp, selamlaştıktan sonra, Sapan ailesinin beyinin karşısına, abisinin yanına oturdu. Semaverden kaynayan çaydan ikram edilip, günlük hoş sohbetten sonra, ilk söze giren Sapan ailesinin beyi oldu. “Portakal iklim şartları açısından, Finike’ye ne kadar uygun ?”diye sorarken, güvensiz gözleri tam karşısında oturan muhatabına yönelmişti. “Portakal, iklim açısından Finike’ye çok uygun.-2 derecenin altında zarar görüyor. Tabiî ki, 45 derecelik bir sıcakta portakal için maksimum zarar görme değeri. Rüzgar, portakal yetişmesinde önemli etken. Bunun içinde, portakal bahçelerinin güney yamaca bakması gerekiyor. Bizim topraklarımız içinde, sizin topraklarınız içinde uygun bölge.” dedi. Demir beyin küçük kardeşi, dersine iyi çalışmış öğrenci tavrındaydı. Sapan ailesinin beyi sözünü bölerek, “Topraklar güneye bakmasına rağmen, her şeye hazırlıklı olunması gerek. Tedbiri elden bırakmamak gerek.”dedi. “Doğru söylüyorsunuz. Portakal fidanlarının en büyük düşmanı, rüzgar. Portakal bahçesini, yayvan, dikine selviler ile çevrelememiz yeterli.” dedi. Demir beyin kardeşi, geldiğinden beri, Güçlü ailesinin beyinin, merhaba dışında sesini duymamış veya bakışları ile karşılıklı gelememişti. Bu yüzden muhatabı olarak Sapan ailesinin beyinin, gözlerinin içine sadece bakıyordu. Sapan ailesinin beyi, “Az kalsın en önemli soruyu unutuyordum. Pirinç tarlalarından, portakal bahçesine geçiş dönemi nasıl olacak?” dedi, ikna olmak üzere olan bakışlarla. “Drenaj yapmalıyız. Çünkü taban suyu yüksek olan pirinç tarlalarının su seviyesini indirmek gerek. Siz sormadan, bir şeye daha açıklık getirmem gerek. Finike’nin sıcağı ile baş etmek için de yazın sulama işlemi çok önemli. İşte burada da pirinç tarlalarımız da kullanılan tava usulü, portakal bahçelerimiz içinde geçerli olacaktır.” Saatlerdir, ağzını bıçak açmayan, sadece onay ifade eden tavırlar içinde ve suskun olan, Güçlü ailesinin beyi soru sorma gereği duyup,“Peki hasat ne zaman?”dedi, önünde karaladığı kağıttan gözlerini ayırmadan. Demir beyin kardeşi, ciddiyetini koruyarak kendisine bakmayan Güçlü beyin suratına bakarak,“Ocak ve Kasım ayları uygun. Öncelikle de etek dallarında ki portakallar toplanmalı. Toplanmış olanlar, kasalarına yerleştirilip, bir gece bekletilmeli.”dedi. Sapan ailesinin beyi sıcağı sıcağına lafa girip,“Bu fidanları nasıl getirebiliriz?” dedi. “Yeni ticaret yolu olan Ümit burnunu kullanacağız. Diğer tüccarlar gibi. Öncelikle ben gidip, birkaç firma ile satın alma prosedürlerini konuşacağım. Uygun olanla anlaşmayı imzaladığım gibi, fidanları gemiye koyup, döneceğim. Tahminlerime göre önümüzdeki ilkbahar ekmiş oluruz.” Sapan ailesinin beyi çenesini okşadı, Güçlü ailesinin beyine baktığında, kafası önüne eğik, önünde ki kağıtla oynuyordu. Sapan ailesinin beyi bu kararda yalnız olacağını anlamıştı. Sapan ailesinin beyi, Demir beyi muhatap alarak, “Biraz düşünelim ve bu bilgiler doğrultusunda, aramızda tartışıp en yakın zamanda size uğrar, kararımızı bildiririz.”deyip, Sapan beyi ayağa kalktı. Sapan beyin ayağa kalkması ile tüm beyler kalkıp, bir dahaki buluşmaya kadar iyi dileklerini, belirtip, tokalaşırlarken, Demir beyin küçük kardeşi cebinden küçük bir portakal çıkarıp masaya koydu. “Bu sizde kalsın. Verdiğim meyveyi, öyle bir koklayıp içinize çekin ki, kokusu sizi alıp götürsün. Öyle kararınızı verin.” dedi, Sapan ailesinin beyinin gözlerinin içine anlamlı bakarak. Misafirler gittikten hemen sonra, konuşma esnasında düşündüklerinin sonucunda, kendi içindeki hesaplaşması; Portekiz yolculuğunda, ya kendisinin ya da Güçlü ailesinin beyinin, Demir beyin kardeşinin yanında gitmesi gerektiğini düşündürttü. Sapan ailesinin beyi, ortağının gitmesini uygun görse de, bu kararını akşam yemeğinden sonra, tartışıp, kısırdöngü içinden kurtulup, vakit kaybetmeden geleceği planlamaları gerekecekti. Sapan ailesinin beyi kendi düşüncelerine dalmışken, Güçlü ailesinin beyinin aklı karısında idi. Kapı hızlı şekilde vuruldu. Kapı aralığından ilk gözüken, tarlada işçi kızların başında duran kahya idi. “Doktoru getirdim beyim.” derken, gözlerini önce Sapan ailesinin beyini sonra Güçlü ailesinin beyinin üzerine çevirdi. Güçlü ailesinin beyi sinirlenerek, “Ne duruyorsun aval aval be adam!!!!!Doktoru içeri alsana.” dedi. Sapan ailesinin beyi, Güçlü ailesinin beyini tanıyamaz hale gelmişti çünkü kendisi fevri hareketleri sayesinde nam salmışken, Güçlü ailesinin beyi sakin tavırları ile anılırdı. Güçlü ailesinin beyinde baş gösteren ters gelişmeler, ürkütücüydü. Doktor, çay içimliği kadar soluklanırken, iki beyin büyük kızları kapıda göründüğü gibi, akşam yemeği yaklaşırken, doktoru alıp, Sapan bey’in evine gidildi. Akşam yemeği, veranda da bulunan, çardakta hazır edilmişken, Evin hanımları, bahçenin serinliğinin verdiği rahatlama ile el işi yapıyorlardı. Küçük Rıdvan ile küçük İnci, birbirlerine sarılıp, uykuya dalmışlardı. Sapan ailesinin kahyası, akşama doğru git gide kötüleşmişti. Titreme nöbetleri ve ateşi artmıştı. Arada kusuyordu. İki beyin eşliğinde, eve gelen doktor, vakit kaybetmeden, kahyanın odasına çıktı. Doktor kontrollerini yaparken, herkes kapının dışında haber bekliyordu. Doktor, odadan dışarı çıktığında, başı önüne eğikti. Sadece gözlerini tek tek beylerin ve eşlerinin üstünde gezdirdi. “Küçük hanım ile kim ilgileniyordu?” dedi, soğukkanlılıkla. “Ben ilgileniyordum, doktor bey.” diyerek, Sapan beyin karısı atıldı. Doktor, gözlerini Sapan beyin karısından ayırmadan, “Hastalık ilerlemişe benziyor. Bazı ilaçlar hazırlayacağım. Vakit geç olduğundan, yarına kaldı. Otları, gündüz vakti bulmam lazım. Başka çaresi yok.” dedi. Doktorun cümlesi, dördününde kulaklarında bir kere daha çınladı. Doktorun hastalık demesiyle, kahyanın sıtmaya yakalandığı anlaşılıyordu. Doktor sessizliğin hakimiyetini, yeniden ele geçirip, Sapan ailesinin gelinine doğru bakarak, “Hanımefendi, hazırladığım ilaçlardan sizde kullanmalısınız.” dedi. Sapan ailesinin beyi telaşlı gözlerle, “Doktor bey eşimin de, sıtma hastalığına yakalanma riskimi var.”dedi. “Evet olabilir. Biz önlemimizi almalıyız. Hasta ile en yakın ilişkide olan eşiniz.” “Aman Allahım!!!!!”Güçlü ailesinin gelininin, tiz sesi koridorda çınladı. Aralarında, en telaşsız, soğuk kanlılığını koruyan Sapan ailesinin gelini idi. “Doktor bey buyurun yemeğe geçelim. Çocuklarda acıkmıştır. Daha sonra yatağınızı yaparım. İyice dinlenin. Yarın önümüzde uzun bir gün olacağa benzer.”dediğinde, doktor başı ile Sapan ailesinin gelinini onaylamakla yetindi. Hepsi birden, yeniden baş gösteren sessizliğin hakimiyeti ile aşağı kata, verandaya indiler. Akşam yemeği ve sonrasında hastalığın evreleri konuşuldu. Çocuklar, yemekten sonra, aşağı kattaki salonda, karşılıklı kanepelerde gece uykularına dalmışlardı. Sapan ailesinin beyi bir ara, izin isteyip, Güçlü ailesinin beyi ile çalışma odasına geçti. Çalışma odasına geçerken, salonda uyuyan oğlunun yanağına okşayıp, alnına öpücük kondurdu. Sapan ailesinin beyi , kızlarla mesafesini korur, paylaşımlarını sınırlı tutardı. Ama erkek evlatta, fazla şımartılmaya gelmezdi. Bu yüzden oğlunu, uyurken severdi. Sapan ailesinin beyi ve Güçlü ailesinin beyi baş başa, karşılıklı oturuyorlardı. Lafı dolandırmadan, Sapan ailesinin beyi direkt söze girdi. “ Bugün Demir bey ve kardeşi ile konuştuğumuz portakal bahçeleri hakkında ne düşünüyorsun?” “ Benim için fark etmez. Sen karar verdikten sonra bana uygulaması düşer.” dedi, Güçlü ailesinin beyi, başı önüne eğik. “Ama fikrin önemli benim için. Toplandığımızda hiç konuşmadın, kafana takılan soru varsa, paylaşalım.” “Hayır yok. Ama denemeliyiz. Sıtma ailenin içine kadar girdi.” Sapan ailesinin beyi sıtma lafını duyunca, karısı aklına geldi. “Ya karımda sıtma olduysa. Ya onu kaybedersem.”diye içinden telaşlandı. “Evet haklısın denemeliyiz. Ama Demir beyin kardeşine güvenmiyorum. Havai bir yapısı var.” Güçlü ailesinin beyi önüne eğik başını kaldırıp, gözlerini, Sapan ailesinin beyinin gözlerine dikerek, “Sonuçta güvenmezsek, başka çözüm yolu var mı? Portekiz ile bağlantı kuracak olan adam kendisi.” dedi. Sapan ailesinin beyi kafasındakileri aktarmanın zamanı geldiğini görüp, kararlı tavrı ile “Var!!! Sen onun ile gitmeye ne dersin?”dedi. Güçlü ailesinin beyinin gözleri fal taşı gibi açılarak,“Karım daha yeni kendini toparladı. Gidemem. Bunu benden isteme ne olur.”dedi. Sapan ailesinin beyi, Güçlü ailesinin beyinin tepkisini, hassasiyetinden kaynaklandığını düşünüp, anlayışla gülümseyerek, “Tamam. İş Portekiz’e gitmeye, kaldığında, yeniden konuşuruz.” dediği gibi, birbirlerine gülümseyerek odadan çıktılar. Ertesi gün doktor işe koyuldu. Finike’de yabani otların bulunduğu bölgeye, Güçlü ailesinin ev işlerine bakan kahyası ile gittiler. Doktor ve kahya bolca, doğadan söğüt yaprağı topladılar. Eve geldiklerinde, doktor vakit kaybetmeden, hazırlıklara başladı. Bir litre kaynatılmış suyun içine, ufaladığı söğüt yapraklarını koyup, hem evin hanımına hem de Sapan ailesinin ev işlerine bakan kahyaya içirdi. Doktor bu karışımın evin hanım için hastalığı engelleyebileceğini düşündü. Bir hafta sonra, portakal bahçeleri için, hem Demir bey ve kardeşi, hem de Sapan ve Güçlü aileleri kolları sıvayacaktı. Önce işe, tarlaların portakal dikimi için, kullanılacak kısmını seçme işlemi ile başlayacaklardı. İki tarafında, bilmedikleri bir işe girişmesi, kasaba halkı için delilikti. İki aile, yeni başlangıcın verdiği merak ve umudun sevincini taşımaktaydılar. Sıtma, evin içini çok derinden vurdu. Önce kahya, ardından Sapan ailesinin gelini hayatını kaybetti. Sapan ailesinin beyi, eşi vefat ettiğinden beri, ne yerde ne gökte idi. Eşinin vefatı portakal bahçesine olan inancını güçlendirmeye yetmişti. Sığınacağı tek liman portakal oldu. Demir beyin kardeşinin ilk gece verdiği küçük portakalı koklamak hayata olan inancını güçlendiriyordu. Karısına olan bağlılığını çocuklarına yönlendirmek yerine portakala tüm ilgisini, yaşamını vermeyi tercih etti. Güçlü ailesinin beyine teklif ettiği, Portekiz’e gitme işini, kendi için yoğun biçimde düşünmeye başladı. Babalarının, yeni eş ile evlenmelerini kabul edemeyecekleri için, kızlar, yeni kahya ile birlikte evin işini götürmeye çalışıyorlardı. Küçük Rıdvan’ı kıskanmak yerine anne görevi ile sahiplenmeye başladılar. Sapan ailesinin beyi aylardır, fazla bir şey yememekten dolayı, kilo kaybındaydı. Sabah kuşluk vaktinde, evden çıkıyor, akşam geç saatte geliyordu. Bir erkeğin, giden kadın yerine, başka kadın koyması, bazı durumlarda imkansızlaşır. Kadın zerafeti ile erkeğini sahiplenmesini ve erkeğine karşı durması gereken yerde, yumuşaklıkla başkaldırısını birleştirdiğinde, erkeğini elinde tutmaya başaran türdür. Zekasını, erkeğini ezmek için değil, her koşulda yanında durmak için, kullanacağını, erkeğine hissettirmesi ise mucizevi duruştur. Sapan ailesinin beyi, karısının yerine kimseyi koyamazdı. Onun eşi benzeri yoktu. Çünkü karısı bir mucizeydi….. Güçlü ailesinin gelini ise, çocuklara ne yakın mesafede, ne de uzak mesafede duruyordu. Kendi çocukları ile birlikte, Sapan ailesinin çocuklarının yükünü kaldıramayacağını düşünüyordu. Bunu akşam yemeklerinde, sık sık dile getirmekten çekinmiyor, “Ağabeyimin karısı öleli, iki ay oluyor. Ne olacak böyle? Erkek kısmı, kadınsız duramaz. Yaradılışına ters. Kızlarda, küçük anne modeli ile daha ne kadar idare edecekler?”diyordu. Güçlü ailesinin beyi karısından her fırsatta işittiği bu cümlenin ardından, yılmadan, “Çocukların yanında bu konuları konuşmak istemiyorum. Akşam yemekleri dahil her günümüzü huzurla, tartışmasız geçirmek istiyorum.” diyordu, sinirle. Sonuçta ölen kendi kız kardeşi idi. Karısını alttan almaktan bunalmış, olmadık saldırılarını, gün geçtikçe kaldıramamaya başlamıştı. Güçlü beyin eşi, “Sonuçta ters bir şey söylemiyorum. Bu çocuklara birisinin sahip çıkması gerek. Ayrıca, yalnız kalanda benim ağabeyim.”diyerek, tartışmaların üstüne gidiyordu. Güçlü beyin eşi, dik başlı, tehdit boyutuna varan tavrını koruyordu. Kendince, kocasının vazgeçilmeziydi. “Yeterrrrrr!!!! Anladın mı yeter!!! Sus be kadın. Ölen kız kardeşimdi. Gerekirse sen analık edeceksin.” diyerek, Güçlü ailesinin beyi son noktayı koymaya çalışsa da, karısının içindeki kibirini susturmaya yetmiyor, saldırıların ardı arkası kesilmiyordu. Günlerden bir gün, Güçlü ailesinin beyinin sabrını gene taşırdığında, “ He, yok ben analık yapmam diyorsan ki, kendi çocuklarına bile zor yapıyorsun. Kendin bilirisin. Ahanda kapı, ahanda sapı. Herkesin yeri doldurulur. Sevgim seni iyice şımarttı. Sen bulunmaz hint kumaşı değilsin, yeni analık bulmak zor değil.” deyip, kapıyı çarptığı gibi evden kısa süreliğine gitmişti. Birkaç gün eve uğramaması, karısını telaşa düşürse de, Güçlü ailesinin beyi geri dönünce, karısında sadece ufak değişimler olmuştu. Köklü bir değişim beklenemezdi. Zaman her şeyi örtüyor mu, geçiştiriyor mu, yoksa özlemleri daha çok mu arttırıyor bilinmez. Zaman geçtikçe, Sapan ailesinin beyi yaralarını daha çok kanattı. Demir beyin küçük kardeşi ile Eylül ayının ortasında, Portekiz’e gitmeye karar verdi. Uzun süreçte, kalacakları kesindi. Çünkü işi kavramaları ve Finike için bağlantı kurmaları, kendi planları içinde, en az altı veya yedi ayı alırdı. Daha önce planlandığı gibi; Bu süreç içinde, pirinç tarlalarının bir kısmı, portakal bahçesine uygun kıvama getirilip, selviler dikilecekti. Bütün bu işlemleri Güçlü ailesinin beyi halledecekti. Herkes için zor bir süreç başlıyordu. Bu gidişten, en çok Güçlü ailesinin beyi ve çocukların hepsi etkilenecekti. Bu etkiyi yaratan; evde ki huzursuzlukların bitmek tükenmeyen acısının, öfkenin, gizli dostu, Güçlü ailesinin gelini olacaktı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © pınar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |