Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
Suriye'deki karışıklıkta Kürtler, epeydir sessiz ve tarafsız kaldılar. Silahlı çatışmalardan uzak durmaya çalıştılar. Çünkü ne iktidardaki Esed yönetimi ve ne de bu yönetime karşı muhalefet eden Araplar, Kürtlerin haklarını öngörmüyorlar ve onlara herhangi bir statü vermeyi düşünmüyorlardı. İş gittikçe kötüye doğru evrilince, Kürtler de, biz, ne olacağız, diye telaşlandılar ve arayışlara girdiler. Güney Kürdistan Federasyonu Devlet Başkanı Mesut Barzani' nin de yardımıyla tüm Kürt partileri bir araya geldiler ve güç birliği üzerinde uzlaştılar. Şimdi bir Ulusal Konsey oluşturmuşlar. Bu Ulusal Kürt Konseyi, Kürt kentlerinde boşalan iktidar boşluğunu doldurmaya başlayınca, bazıları, bağımsız bir Kürdistan mı doğuyor, diye telaşlanmaya başladılar. Gerçi Kürtlerin yoğun olduğu ülkeler; Türkiye, Suriye, İran ve Irak egemenleri, Kürtleri, bağımsız bir devlet savunmaları için, icraatlarıyla adeta onları tahrik edip, zorluyorlar. Yine de, Kürtler, her şeye rağmen makul duruş sergilemeyi ihmal etmiyorlar. Kim ne derse desin, Kürdistan, dört parçalı bir yürektir ve her paçadaki acı, diğer parçaları da incitecek ve üzecektir. Aslında tarih, Kürtler olmadan olmaz. Kürtler, Nuh'un gemisinin durduğu ve insanlık tarihinin başladığı yerde kendi topraklarında en kadim bir halk olarak yaşadı ve hala aynı yerde yaşıyorlar. Tarihteki rolleri hep yadsınmış ve inkâr edilmiştir. Kürtlerin, çağdaş Selahaddin' lere ihtiyaç duydukları kesindir. O Selahaddin ki, yalnız kendi halkının birliğini tek değil, tüm bölge halklarının birliğini sağlamıştı. Öyle ki, o, Batının gözünde "şövalye ruhlu" bir imparator; Doğunun gözünde birleştirici muzaffer bir komutandı. Şimdi ise, herkes, onun (Kürt) halkına karşı düşman oluyor ve onların birlik olmasından adeta ürküyorlar. Oysa ki, Kürtlerle ortak dinden olan halkların, onlarla ortak tarihi kültüre sahip olan halkların, Kürt halkının birlik ve beraberliğinden zevk almaları gerekirdi ve onları, bu yönde teşvik etmeleri gerekirdi. Unutulmaması gereken bir gerçek de şudur ki; başka halkları ezen hiç bir halk, özgür olamaz ve asla yaptığı zulümden dolayı huzur bulamaz. Türk egemenlerinde de, Kürt saplantısı, hâlâ bir fobi gibi devam ediyor. İçerde, hâbire “Birlik ve beraberlik ruhu” aşılanırken de, öncelikle içerdeki Kürtlerin, kendi kimliklerinden sıyrılıp sunî “Türkçü birlik” içinde eritilmesi hedefleniyormuş. Çünkü Suriye’de “Batı Kürdistan” şiarı altında Kürt partilerinin, bir araya gelerek geliştirdiği birlik ve beraberliğe bizatihi Başbakan Erdoğan karşı çıkıp, bu “birleşme” yanlıştır, diyor. Yani, söz konusu Kürtler ise, onların “birlik ve beraberliği” yanlış oluyor. Hatta bir tehlike gibi algılanıyor; neden?! Çünkü kendi içindeki Kürtlere, evrensel hukuk normlarına uygun şekilde haklarını vermiyor ve vermeyecek de ondan. Sıradan kırıntılarla, milyonlarla ifade edilen koca bir (Kürt) halkı (nı) kandırmayı hayal mi ediyorlar hâlâ; ya da onları, çok mu saf görüyorlar?!. Oysa bence, kendileri, hâlâ sosyal ve toplumsal bir körlük ve ırksal bir bağnazlık içerisinde bocalanıyorlar. Kürt halkında hiç bir problem yoktur aslında. Türk devleti, tarihi bir fobi haline getirdiği Kürt saplantısını, acilen terk etmesi gerekir ve açık, şeffaf ve demokratik bir çözüm sürecini derhal başlatmalıdır. Zararın neresinden dönülürse kârdır; bu anut ırkçı taassuptan gelen zarar, binlerce Türk ve Kürt genç değerlerimizin hayatına ve trilyonlarca ekonomik zarara mal oldu. Artık yetsin bu inat ve bağnazlık. Ortadoğu' da gelişen nesnel verilere iyice ve doğru bakılsın; toplumsal algı temelinde, ortak toplumsal akıl sistematiği ile kangrenleşmiş bu derinlikli soruna, artık objektif yaklaşılsın ve art-niyetsiz bir öngörüyle çözüm bulunsun. Bireysel tepkilerle, kendi kendini ırksal tatmin ile hiç bir sorun, tarihte çözülmedi, çözülmeyecek; bir etkisinin de olamayacağını yine bize tarih öğretiyor. Mizansen senaryoları artık terk edelim; sosyolojik bilim aynasına bakarak, sürecin bize dayattığı manzarayı çıplak gözle görelim ve acı gerçeklerden yüzümüzü kaçırmayalım. Gözlerimizi sorunlardan kaçırarak, onları yok sayamayız. Sorunlar, böyle yok olmaz. Osmanlı dönemini referans ederek, kriminal bir zihniyetle, ittihatçı argümanlarla hayalperest bir hülyaya saplanmayalım. Güvenlikçi politikalar iflas etmiştir. Günümüzde uluslar, demokratik argümanlarla yücelebiliyor ancak; eşitlik ve adalet kriterleriyle ölçülebiliyor ulusların toplumsal seviyeleri. Bir ülke büyüyecekse, öncelikle, kendi ülkelerinde, özgürlüklere ve adalet parametrelerine uygun politikaları uygulayabilmelidir. Nesnel verili tabana uygun olarak politikalar üretmelidir. Mevcut partilerin programlarında, evrensel sosyal parametreleri öngören tespitler yerine afâki ve hayalperest argümanlarla, nabza şerbet hamasi söylemler yer alıyor hâlâ. Mevcut halkları gözleri görmüyor adeta ve onların halk olmaktan gelen doğal ve meşru hakları hiç öngörülmüyor. Hâlâ hepsi ırkçı bir deve kuşu gibi, başlarını kuma gömmüş, inatla halklar gerçeğinden yüzlerini çeviriyorlar. Sorunlar, böyle çözüm bulamaz. Şu anda Ortadoğu gerçeğinde, en barışçıl halk, Kürtlerdir ve her parçada sadece demokratik kanallarla doğal ve meşru haklarını elde etmek istiyorlar. Kürtler, dar çıkarcı ve ırksal bir mantıkla hareket etselerdi, örneğin Suriye'de şu anki durumdan katbekat kan akardı ve çoktan ırki ve mezhepsel bir iç savaşa sürüklenmiş olurdu. Kırımlar yaşanırdı. Ancak Kürtler, verili fırsatları ve Araplar arasındaki mezhepsel çelişkileri menfî çıkarları için değerlendirmediler; daha fazla kardeş kanı dökülsün istemediler. Oysa böyle güzel bir halkın birlik ve beraberliğinden herkes ürküyor nedense; bence bu, onların, kendilerine ve geçmişteki kötü icraatlarına olan güvensizliklerinin sonucu ile açıklanabilir ancak. Türkiye yöneticileri, sözde, içerde Kürt açılımı yapıyor; ama yanı başındaki (on yıllardır kimliklerinden bile mahrum bırakılan) Kürt halkının "birliği" karşısında agresif davranabiliyor. Onları terör gibi lanse edebiliyor. Görülüyor ki, Türkiye'yi yönete(meye)nler, Irak olayından hiç ders çıkaramamışlardır. O zaman da Irak için "Kırmızı çizgiler" çizdiler; ne oldu, o çizgilerin üstü çizildi. KDP ve YNK' nin birliğinden kahrolup, bu partilerin liderlerine ağza alınmayacak hakaretlerde bulundular. Olmadı, daha önce hiç bir zaman acılarına ortak olmadığı Türkmenleri, Kürtlere karşı koz olarak kullanmak istediler; o da tutmadı. Aksine, Kürtler, kendi Kürdistan meclislerinde Türkmenlere fazlasıyla hak tanıyıp onlara demokratik özgürlükler sundular. Türkiye, o kötü senaryolarını şimdi Suriye'de oynamak istiyor. Şimdi de Suriye'de bir Türk nüfustan söz etmeye başladılar. Her şey, Kürtler, daha fazla hak elde edemesin, diye birer bahanedir. Dün, Türkiye'nin Suriye üzerinde böyle bir politikası yoktu; resmi ağızlardan, orada kitlesel bir Türk nüfusunun varlığını duymadık. Başbakan, Suriye'deki Kürt birliğine tehditler savurmaya başladı ve kendi dışişleri bakanını da Güney Kürdistan liderini baskılamak için yolladı. Bu ne öngörüsüzlük ve Kürtleri anlamamaktır ki, bizi hayretler içinde bırakıyor!. Başbakan, dünyanın dört bir yanındaki 40-50 milyon Kürdü sağır, dilsiz ve tepkisiz insanlar olarak mı görüyor acaba? Bu yaptıklarının, tüm Kürtlerin onurlarını inciteceğini öngöremiyor mu? Bu kadar ırkî bir körlük içinde olabilir mi karizmatik bir başbakan; doğrusu hayretlerimi yaşıyorum. Artık hamasi nutukların, boş kahramanlık naraların, Osmanlı kabadayısı türünden dayılanmaların; sahte “kardeşlik” cambazlıklarının alıcısı kalmadığı gibi, getirisi de tükenmiştir. Unutulmamalıdır ki, bu bölgenin en kadim yerleşik halkı Kürtlerdir. Onlar, asırlardır, tarihi Kürdistan coğrafyasında, işgalciler ve talancıların saldırılarına maruz kalmış ve bu saldırılara karşı sayısız kere Kürdî isyanlar ve direnişler sergilemişlerdir. Her etki, tepkiyi davet eder ve Kürtlerdeki tepkinin sonu gelmeyecektir; toplumsal tarih buna şahittir. Devlet de dahil, artık herkes Kürt realitesiyle tanışmış veya onu tanımıştır. Devlet, bu realitenin altını en hızlı bir şekilde doldurmak zorundadır. Ortadoğu’ daki gelişmeler, öyle bir hızda gelişiyor ki, rehavete düşmek herkes için lükstür ve çok risklidir. Artık bu çuvala, Kürtlük mızrağı sığmıyor. Ortadoğu’ nun yeniden şekillenmesi Kürtleri hesaba katmadan asla mümkün değildir. Hatta temel şekillendirici unsur Kürtler olacaktır, denilse yanlış olmayacaktır. Kürtlerin birlik ve beraberliğine karşı olan veya bundan ürken hiçbir halk veya kimse, onlarla “kardeş” bir halk veya Kürt halkının dostu bir kimse olamaz. Onun için, din, mezhep, parti, örgüt, ideoloji farkı gözetmeden, tüm parçalarda ve diyasporadaki bütün Kürtlerin, ulusal birlik ve beraberlik şiarı etrafında yerini almalı ve düşmanlarına inat birbirlerine sıkı sıkaya kenetlenmelidir. İktidar partisi ve muhalif partilerdeki Kürt milletvekilleri de, partilerinin, Kürt sorunu ve diğer parçalardaki Kürtler karşısındaki tutumlarını ve bölgede yaşanan süreci doğru tahlil edip, kendilerini ve bulundukları partilerdeki konumlarını yeniden gözden geçirmelidirler. Hızla gelişen toplumsal sürecin cenderesinde, Kürtler, ulus olarak, ağır hasarlar görmemek için, böylesi bir birlik ve dayanışmayı gerçekleştirmeleri şarttır. Birlik olmayanların değeri olmayacağı gibi; onların var olan çelişkilerini kullanarak, Kürtlerin aralarına nifak sokmak isteyen sürüyle düşman pusuda beklemektedir. Birlikten kuvvet doğar. Dinsel, mezhepsel ve fikirsel farklılıklar, demokratik bir yapı içerisinde, demokratik bir ahlak ile herkesin hakkı gözetilerek, birbirlerine saygı ve sevgi çerçevesinde pek âlâ barışçıl bir zenginlik olarak görülebilir ve huzur içinde bir arada yaşanabilir. Bütün bölge halkları, kendi içinde birlik ve beraberlik içinde olmalı ve birbirleriyle de dostça bir dayanışma içinde olmalıdır. Dünyanın, böyle daha güzel yaşanabilir hale gelebileceğine inanıyorum. Bölgemizdeki tüm halkların, eşit ve özgür olarak; savaşsız ve sömürüsüz bir sistemde, barış ve huzur içinde yaşayabilmeleri umut ve temennisiyle, tüm bölge halklarının kardeş olmalarını diliyorum. Selam ve sevgiyle kalın. M.Nazım Güler info@mnazim.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |