"...Ve hepimiz az ya da çok rüyacı değil miyiz!" -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Bir kadın beni amirime şikâyet etmiş. Kim bu kadın, hangi kadın demeyin. Bilmiyorum. Güzel biri olmalı ki beni cezp etmiş. Aklımı başımdan almış. Akıl baştan gidence saçmalıyor tabi insan. Ağzından çıkandan kulağının haberi olmuyor. “Keşke ben de sizinle gelebilsem,” türünden bir cümle söylemişim. Hay söylemez olaydım. Yıllardır gizlediğim sapıklığım bir anda patlayıp su yüzüne çıkıverdi. Çok derin anlamlı cümlemi önce gidip bir bayan arkadaşı ile paylaşmış. İki kadın baş başa oturup cümle içersindeki gizli bildirimleri olan derin ahlaksızlığımı ortaya çıkarmışlar. Ben ayrıldıktan sonra gidip amirimle konuşmuşlar. Taciz kelimesini telaffuz etmeden iş arkadaşıma yönelik uygunsuz davranışımı izah etmişler. Amir ne yapsın sarıldı telefona beni aradı. Sen burada bir kadına böyle böyle dedin mi? “Bilmiyorum, hatırlamıyorum söylemiş olabilirim. Söylememiş de…” dedim. O gün öğleden sonra tam cinlerim tepeme üşüşmüşken seni aradım. Birisiyle konuşmaya çok ihtiyacım vardı. Büyük bir ihtimalle sen o gün, o saatte elmalar almıştın pazardan. Mavi poşetin içinde kırmızıları cam gibi parlıyordu. Satıcı az önce yanından geçtiğin kadına yalan söylüyordu. “Bahçe domatesi bunlar abla. Kestiğim domateslerin içine bak” diyordu. Şaşı satıcının kör alıcısı olurmuş. Aldırmadın.” Domateslerle ilgilenen kadın da Nisan başında daha çayırlar bile yeşermeden domates yetişmeyeceğini biliyordu. Ama kış sebzeleri pişirmekten de usanmıştı. Artık turfanda bile olsa parasının yettiği kadarıyla domates, biber, patlıcan, kabak almayı istiyordu. Her yalan kendine inanacak kurbanlar bulur. Çünkü o duymak istediklerimizin sesidir. Pazarcılar yasak olmasına rağmen birbirleriyle yarışarak bağıra çağıra satış yapıyorlardı. Kenar semtlere otobüsler gibi kanunlar da geç geliyordu. Amirim sesine heyecansız ve sıkıntısız bir tını verip konuşmasını sürdürdü. Karşı karşıya kaldığı şikâyetin onun canını sıktığını biliyordum. Çünkü bu her zaman üzerinde konuşulan bir konuydu. Böyle bir problemin uzağında kalabilmek için gerekli özeni göstermemiz isteniyordu. Zavallı ben, aciz ben, beceriksiz ben haddimi aşarak çenemin uçkuruna sahip çıkamamıştım. Amirim ne yapsın? Çalışanlardan biri seni şikâyet etmiş. “Ona keşke ben sizinle gelsem, keşke sizinle çalışabilsem tarzında bir şey demişsin” Şaka yapmışsındır diye düşündüm. Arkadaşımız böyle bir şey yapmaz dedim, ” dedi. “Ne söylediğimi, kime söylediğimi hatırlamıyorum,” diye yanıt verdim. Ama istemeden birini incitmiş olabilirim. Kendimi haklı çıkarmayı, kızıp öfkelenmeyi düşünmüyorum. Çünkü olayı tam anımsamıyorum. Söylediğim bir cümle yanlış anlaşılmış olabilir. Veya ben yanlış ifade etmiş olabilirim. Orada işim bitmemiş olsaydı yeniden gidip o arkadaşımızdan özür dilerdim. Benim adıma bunu kendisine iletirseniz mutlu olurum,” dedim. İlk kez bir kadını taciz etmiştim. Taciz değilse bile argo karşılığı ile ona ayar verip yazılıyordum. İçeriğinde belden aşağı niyetler çağrıştıran kelimeler geçiyordu. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bulamadım. Kadını araştırıp karşı atağa geçmeyi aklıma bile getirmedim. Derdi ne gibisinden didiklemek istemiyordum. Bir gol yemek ve yenilgimle baş başa kalmanın en doğru çözüm olacağına karar verdim. Böyle işlerin her zaman meraklısı vardır. Uzağında kalmayı seçseniz bile kulaklarınıza mutlaka bir şeyler çalınır. Ben o kadına tacizde bulunurken yanımda üç arkadaşım daha varmış. Hiç birisi beni frenlemeyi veya uyarmayı düşünmemiş, En azından söylediğin yakışık almadı diyebilirlerdi. Çünkü onlar ne cümlede, ne de davranışımda incitici olabilecek bir unsur algılamamışlar. Nasıl algılasınlar. Çünkü onların güçlü kadın sezgileri yok. Dört gün kulağına kar suyu kaçmış balık gibi gezinip durdum. Ne gülecek, ne de keyiflenecek halim kaldı. Boş işlerle kendimi meşgul etmeye çalıştım. Uzun yürüyüşler yaptım. Yine de içimin sıkıntısı azalmadı. Seninle konuşmaya deli gibi ihtiyacım vardı. Sen yoktun. İhtimal sen pazarı bir uçtan ötekine dolaşırken ben evde perdeleri asıyordum. Ortalara doğru ruletleri farklı raylara taktığı gördüm. Şimdi yarısına kadar çıkarıp yeniden takmam lazımdı. Pencereden dışarı bakıyorum. Komşular sanki benden başka perde takan erkek görmemiş gibi bakıyorlardı. İçimdeki sıkıntı daha da büyüdü. Onlara aldırmayıp perdeyi takmayı tamamladım. Uzaklarda, dağın yamaçlarında bir şeyler oluyordu. Bir saate kalmaz yağmur yağacaktı. Tepelerin göle bakan yamaçlarında ortaya çıkan bulutlar gittikçe çoğalıyordu. Sen pazarda yağmura yakalanıp ıslanacaktın. Sıçan gibi sırılsıklam halini gözümün önüne getirdim. Oh canıma değsin. Hoşuma gitti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |