Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Dün 27 Şubat’tı… Dün, 2012 yılının ilk MGK toplantısı yapıldı, keşke 2012 yılın ilk MGK toplantısı bugün yapılsaydı… 2012 yılının ilk MGK toplantısında neler konuşuldu ne kararlar alındı bilmiyorum ama 28 Şubat 1997 yılında yapılan MGK toplantısında hangi kararların alındığı bütün âlem bilir… Tarihe “28 Şubat Kararları” olarak geçen ve 9 saat süren 1997 Şubat ayı MGK toplantısı sonrasında açıklanan bildiride, Cumhurbaşkanı olarak o gün MGK’ya başkanlık eden Süleyman Demirel; “Bu bir süreçtir.” demişti… Yılan ıslığını andıran telaffuzuyla sık sık tekrarladı/kullandığı o bilindik yorucu kelimesiyle; “binaenaleyh” diyerek konuşmasına devam eden Demirel; “Yani Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlamış ve devam eden bir süreçtir, devam da edecektir. Bu böyle gidecek.” (29 Şubat 2000, Milliyet Gazetesi) demişti… MGK’da belirleyici güç durumunda olan ve 28 Şubat’ın hazırlayıcısı olmakla övünen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da, Demirel gibi; 28 Şubat süreci’nin 1923’ten bu yana sürdüğünü ifade ederek; “İrtica ne zaman palazlansa bu süreç kendini gösterir... İrtica tehdidi bin yıl sürse 28 Şubat süreci de bin yıl devam edecektir. Bitmiş değildir.” (28 Şubat 2000, Akit Gazetesi ) şeklinde sözler etmişti.… Şimdi aradan 15 yıl geçmiş… “Bin yıl sürecek” dedikleri o sürecin şimdi esemesi okunmuyor. Gazeteci Mehmet Ali Birand, bu süreci belgesel olarak CNN Türk’te “Son Darbe: 28 Şubat” başlığıyla haftalardır (son bölümünü bu akşam/28 Şubat Salı akşam saat 21.00’de verecek) işliyor. Birant’ın “Son Darbe: 28 Şubat” belgeselini izlerken aklıma Şehit Hamit Fendoğlu’nun eşi Mukaddes hanım geldi. Bir ara Fendoğlu ile ilgili bir kitap yazmayı aklıma takmış, araştırmalar yaparak konuyla ilgili veriler toplamaya başlamıştım. Bu vesileyle merhumun eşi Mukaddes hanımla da görüşmüştüm. Mukaddes hanıma, -nerden ağzımda kaçırdıysam- “bir gazeteci olarak” der demez kıyametler kopmuştu. Ağlamaklı sesiyle; “gazetecilere bu konuda kapım kapalı ve hep kapalı kalacaktır. Merhumun vefatından sonra evime her gelen; ‘ben gazeteciyim’ dedi ve şehidin anısına ne var ne yok tüm eşyalarını, hatıralarını alıp götürdüler, Allah için bu konuda doğru dürüst bir kelime de yazmadılar…” şeklinde tepki vererek konuyla ilgili benimle konuşmamıştı/röportaj vermemişti. O zaman Mukaddes hanımı anlamadığım için kendisine kızmıştım, onca veri, doküman topladığım halde kitap yazmaktan vazgeçmiştim. (Tabii ki; benden sonra hemşerim Gazeteci Ahmet Dinç; “Hamido/İlk Faili Meçhul” adlı kitabıyla, benim yapmak isteyip de yarım bıraktığım projeyi tamamlamıştı.) O zaman Mukaddes hanımı anlamadığım için kendisine kızmıştım ama şimdi hak vermeden edemiyorum hatta yarasını deştiğim için kendisinden özür diliyorum. Şimdi diyeceksiniz ki; ‘Mukaddes hanımla 28 Şubat’ ne alaka? Çok alaka… Ama ben, bu yazımda o çok alakaların üzerinden durmayacağım, bu günkü yazımda sırf işin benden yaptığı çağrışım üzerinde duracağım. Bir 28 Şubat mağduru olarak -bu güne kadar- benden birçok röportajlar alındı, çekimler yapıldı, görüntüler alındı. Ta.. Katar’dan, El-Cezire’den, İran’dan televizyoncular geldi tonlarca görüntü alıp gitti; Mukaddes hanımın söylediği gibi gidiş o gidiş, kimse ne bir görüntü verdi ne bir kelime etti… Haydi, yabancı basını takip edemedim, gözden kaçırdım, bizim yerli basına no’luyor? Örneğin Hilal TV adına Malatya’ya gelerek onca görüntü ve röportaj alan Bayram Küçük… Ve bir zamanlar mahkemelik olup, şimdi beraat eden “Bir İdamlık Kent” adlı kitabımın ikinci baskısını yapmak üzere kitabı hararetle isteyip, sonra da “bu kitapta sen Müslümanları fişlemişsin” diye ‘kof’ mazeretler sunan Müslüman yayıncılara/arkadaşlara ne oluyor? “Fişleme” dedikleri; söz konusu kitapta, o dönem Malatya’da mağdur olan, tutuklanan insanları gerçek isimleriyle zikretmiş olmamdır.… Belgesel özelliğini taşıyan bir kitapta o dönem mağdurların isimlerini vermekten daha doğal ne olabilir? İnsan bu kadar korkak olabilir mi? Doğrusu bu insanları anlamaktan zorlanıyorum… Bak elin adamı o dönemi çatır çatır vererek işliyor, gündeme getiriyor… Bizim pısırık insanlarımız da hala o dönemden söz etmekten öd’ü kopuyor, o dönemi birebir yaşayan ve yaşadıklarını kaleme alıp yayınlayan bir kitabın ikinci baskısını yapmaktan korkuyor ve utanmadan; “bu kitapta sen Müslümanları fişlemişsin” diyor… Şimdi siz olsanız, Mukaddes hanıma hak vermez misiniz? Şimdi siz olsanız Mahsuni’nin; “Bak hele hele..” türküsünü mırıldamaz mısınız sinirli sinirli…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şevket Başıbüyük, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |