Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine |
|
||||||||||
|
- Bize kendinizi tanıtır mısınız lütfen? O ise sanki “ne yapıyorsunuz” der gibi üstüne basarak ona kendisinden emin bir ciddiyetle cevap verdi: - Ben insanım, adım varmış, yokmuş, şuymuş, buymuş, önemli değil. Bunun üzerine stüdyodaki seyirciler arasında yer yer gülüşmeler, yer yer de şaşkınlık nidaları duyulmuştu ki Acun alaycı bir şekilde hafifçe güldükten sonra yine diğer jüri üyelerine dönüp “nerden çıktı bu” dercesine bir bakış attı ve ona dönüp makul bir hal katmaya çalıştığı belli olmasına rağmen yine inceden alaycı bir tebessümle konuştu: - Peki sayın insan, seni izliyoruz. Fakat o, yine istifini bozmadan donuk ama sorgular bakışlarla jüri üyelerini süzmeye devam etti, birkaç saniye geçmişti ki Sergen sıkıntılı bir ciddiyetle oflayıp ona aynı ciddiyetiyle bakarak sertçe konuştu: - Hadi ama, başla artık, bize vakit kaybettiriyorsun! O yine istifini bozmadı ve ona yine sanki uyandırmaya çalışan bir ciddiyetle cevap verdi: - Ben çoktan başladım zaten… Bu sefer alaycı bir şekilde gülen Sergen oldu ve bir Acun’a, bir ona bakıp şaşkın bir tebessümle konuştu: - Bu ne ya, şaka mı bu? Acun, yine bir kamera şakası mı yapıyorsun? Fakat Acun da en az diğerleri gibi şaşkın bir gülümsemeyle karşılarındaki genç adama bakmaktaydı ve ondan önce konuşan kişi genç adama daha da sert bir ciddiyetle bakarak konuşan Hülya oldu: - Ne yapmaya çalıştığını hemen söyle de sadede gel, yoksa yayını kesmek zorunda kalacağız. O ise yine soğukkanlı bir kendisinden emin ciddiyetle jüri üyelerine bir süre daha baktı ve yavaş hareketlerle ellerini havaya kaldırdı, parmaklarını yavaş yavaş açıp kapamaya başladı, bir yandan da öncekine göre daha sakin bir kendisinden emin ciddiyetle ağır ağır, kelimelerin üstüne basarak konuşmaya başladı: - Yapabileceklerimi çoktan göstermeye başladım, gördüğünüz gibi iki elim, on tane de parmağım var, kollarım da iki tane… Bu kez sadece jüri değil, tüm seyirciler gülüşmeye başlamıştı ki o, kimsenin konuşmasına izin vermeden sözlerine daha da kendisinden emin bir ikna edici ciddiyetle devam etti, gülüşmeler bitene kadar da sesini duyurmak için olacak yüksek bir ses tonuyla konuştu: - Hepiniz gördünüz, buraya gayet normal bir şekilde yürüyerek geldim, normal bir şekilde konuşup sizin söylediklerinizi normal bir şekilde duyarak size sevap verdim, bunun yanında, gözlerimin gördüğünü de sizinle göz teması kurarak size belli ettim. Bu dünyada birçok insanın elleri kolları olmadan, yürüyemeden, konuşamadan ya da duyamadan, göremeden, ya da zihinsel engelli olarak yaşamaya devam ettiğini düşününce, sizce tüm bunlar az bir şey mi? Bu sözler üzerine onun ne demek istediği anlaşılmış olacak stüdyoda da, üç jüri üyesinde de derin ve şaşkın bir sessizlik başladı, sessizliği bozan ise başlatan o oldu ve yine kendisinden emin bir ses tonuyla kâh jüri üyelerine, kâh seyircilere bakarak konuşmaya başladı: - Burada hepiniz oturmuşsunuz, başkalarının yaptıklarını büyük bir zevkle izleyip duruyorsunuz. Ekran başındaki insanlar da öylesine büyülenmiş ki, hep başkalarının mutluluklarını, hüzünlerini, başarılarını, dramlarını boş gözlerle izliyor. Ama hanginiz en son bir filmde ya da dizide rol icabı birbirine aşkla sarılan iki insan gibi birisine aşkla, ama gerçek aşkla sarıldınız, en son ne zaman birine içinizden gelerek en derin sevgi cümlelerini kurdunuz? En son ne zaman filmlerdeki sahte öpüşmelerin gerçeğini yaşadınız, en son ne zaman birisiyle ruhunuzu bile çırılçıplak soyup ortaya koyarak seviştiniz? En son ne zaman başka birisinin söylediği, çaldığı bir şarkıyı dinlemek yerine kendi kendinize şarkı söyleyip eğlendiniz, ya da ne zaman kendi şarkılarınızla birini mutlu ettiniz veyahut hüzünlendirdiniz? En son ne zaman bir yazarın, şairin bir cümlesini okuyup duygulanmak yerine kendi cümlelerinizi kâğıda döktünüz? En son ne zaman bir başkasının, bir düşünürün görüşünü benimsemek yerine kendi görüşünüzü ortaya koydunuz? Ve en son ne zaman kurgusal trajedilere ağlamak yerine kendi trajedileriniz için hıçkıra hıçkıra ağladınız? En son ne zaman bir sporcunun ya da takımın zaferini kutlamak yerine kendi zaferinizi yaşadınız? En son ne zaman kendi kaybedişinize üzüldünüz? En son ne zaman birilerini alkışlamak yerine alkışlandınız? Yer yer duygulanmış görünen seyirciler arasında, onun son sözlerine rağmen, yavaş yavaş ve çekingence başlayan ama çığ gibi büyüyen bir alkış koptu; o, sözlerine devam edemeden de Acun seyircilere dönüp onları eliyle susturmaya çalıştı. Fakat seyirci ona aldırmamışçasına bir süre daha alkışlamaya devam ettikten sonra ancak durdu ve Acun, ona yine inceden alaycı bir şekilde ama eskisine göre karşısındakini daha ciddiye aldığını da belli ederek bakarken konuşmaya başladı: - Bu söylediklerin gerçekten de çok anlamlı, ama sen de kabul etmelisin ki bu dünya üzerinde o söylediklerinin tümünü hakkıyla yapabilecek kimseyi bulamazsın. Mesela Hülya Hanım şimdiye kadar birçok kez şarkı söyleyip kendi şarkılarıyla insanları mutlu etmiştir, Sergen futbol oynadığı zamanlarda birçok kez kazanmıştır, ben de şimdiye kadar çok güzel aşklar yaşadım ve hala da yaşamaya devam ediyorum, yani o dediklerinin hepsini birden yapacak hiçbir mükemmel insan yok ne yazık ki. Bunun üzerine o ise hemen eskisine nazaran çok daha heyecanlı bir ciddiyetle ona bakarak konuşmaya başladı, sözlerine yine herkese hitap ederek devam etti: - Hah işte, benim de yapmaya çalıştığım tam da bu zaten… Ben bunları söylerken hepiniz de kendi yaşamlarınıza döndünüz, kendi gerçek yaşamlarınıza… Ve benim saydıklarım arasında şimdiye kadar neleri başardığınızı bulmaya çalıştınız. Elbette herkes bu saydıklarım arasından birisini ya da bir kaçını yapmıştır, ben kimseye “ot gibi yaşıyorsun” falan demek istemiyorum, tam tersine, herkesin yaşamının kendisine bu dünyanın en etkileyici filmi, en etkileyici hikâyesi olduğunu göstermeye çalışıyorum. Bırakın başkalarının mutluluklarını, zaferlerini, hüzünlerini, dramlarını, kendi hayatınızın keyfini çıkarın, gerekirse kendi hayatınızın acısını yaşayın, ama kendinize dönün. Zaten sistemle birlikte hepimiz tüketim çılgınlığının kurbanı olduk, bari başkalarının hayatlarını ya da düzmece yaşamları tüketmek yerine hepimiz de önce kendi hayatımızı tüketelim. Yine stüdyoda bir alkış başlamıştı ki Acun da, diğer jüri üyeleri de bu sefer alkışların kendiliğinden sönmesine izin verdiler, derken Acun şaşkın bir şekilde hafifçe kendi kendisine gülüp ona döndü, kararsız bir ciddiyetle ve kararsız cümlelerle konuşmaya başladı: - Ne diyeceğimi bilemiyorum, yani bu programda da, bu programın benzeri olan, yurtdışındaki diğer programlarda da böyle bir şey daha önce hiç yaşanmadı sanırım. Güzel konuşuyorsun da, yine de senin burada olman senin kendinle bir çelişkiye düşmen demek değil mi? O, bu sözleri makul bir ciddiyetle başını sallayarak dinlemişti ki araya Sergen girip önce Acun’a, sonra ona bakarak kendisinden emin bir ciddiyetle konuştu: - Evet, bu yüzden ne yalan söyleyeyim, ben seni hiç ama hiç samimi bulmadım. Bana burada şov yapıp tribünlere oynuyormuşsun gibi geldi. O ise ona kendisinden emin bir tebessümle cevap verdi: - Ben zaten buraya kendi yeteneklerimi ya da kendimi göstermek için gelmedim, tek tek sizlerin kendi yeteneklerinizin farkına varmanız için geldim. Emin olun ki benim burada başka bir amacım yok, tek amacım sizi kendi hayatlarınıza döndürdükten sonra kendi hayatıma geri dönmek. Bu sözler üzerine salonda derin bir sessizlik oldu, derken sessizliği Acun ona kararsız bir ciddiyetle bakarak konuştu: - Eğer söyleyecek daha fazla bir şeyin yoksa, oylamaya geçiyoruz. O ise inceden yine kendisinden emin bir makul tebessümle kafa salladı, ardından Acun bir ona, bir diğer jüri üyelerine bakarak yine inceden kararsız ama kendisinden emin olmaya çalıştığı da belli olan bir tebessümle konuşmaya başladı: - Açıkçası onun amacı ne olursa olsun itiraf etmeliyim ki ben etkilendim, ayrıca böylesi etkileyici bir hitabetin de başlı başına bir yetenek hem de hayatta gerekli olan çok önemli bir yetenek olduğunu düşünüyorum, bu formattaki programlarda böyle bir şeyin ilk olduğunu da düşünerek benim oyum evet. Seyirciler bu kararı da, o gizemli gencin konuşmasını da beğenmiş olacaklar güçlü bir alkış başlattılar ve o alkışlar sönerken o gizemli gence kendisinden emin bir ciddiyetle bakarak konuşan kişi bu sefer Hülya oldu: - Ben de Acun’a katılıyorum, ama daha çok yarışmanın ileriki elemelerinde neler söyleyeceğini çok merak ederek “evet” diyorum. Bu sözlerle de seyirciler bir alkışa başlamıştı; ama o, çok şaşkın bir ciddiyetle kendisine “evet” diyen jüri üyelerine bakakalmıştı, yine de üzerinde ne yapacağını bilmez görünen bir hal yoktu, hala kendisinden emin görünüyordu, derken Sergen de ona kendisinden emin bir kararlı ciddiyetle bakarak, biraz da küçümser bir tavırla konuştu: - Benim kararım hala aynı, senin samimiyetine güvenmediğim için oyum hayır. Fakat Acun, Sergen’e dönüp inceden şakacı bir ikna edici gülümsemeyle konuştu: - Senin oyuna saygı duyuyorum Sergen, ama şu da bir gerçek ki böylesi şov programlarında insanların illa ki samimi olması gerekmez, rol yapan bir oyuncunun samimiyetini bekleyemeyiz mesela, değil mi? Ama bu onun iyi oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu sözler üzerine cevap veren kişi araya girip kendisinden emin bir içten tebessümle her iki jüri üyesine hitaben konuşan genç adam oldu: - Sergen Bey haklı Acun Bey, ben burada rol yapmadığımı, kendim olduğumu ve sizleri de kendinize döndürmek amacında olduğumu ta başından beri söylediğim için benim samimiyetim çok önemli. Üstelik ben buraya bir üst aşamaya geçmek için gelmedim, hem seyircileri, hem bizi televizyon başında izleyenleri, hem de tek tek tüm jüri üyelerini ikna etmek için geldim. İşte bu yüzden şimdi vereceğim kararla birlikte Sergen Beyi de ikna edip kazanacağımı düşünüyorum. Bunun üzerine Acun ona çok meraklı bir ciddiyetle “nedir o karar?” diye sordu; ardından o, sözlerine kararlı bir ciddiyetle devam edip tüm sözlerini bitirdi: - Ben izninizle yarışmadan çekiliyorum, hepinize hayatta, ama kendi hayatlarınızda başarılar. Ardından, yine kendisinden emin ve yavaş adımlarla, alkışlar eşliğinde stüdyonun çıkışına, yani kendi hayatına yöneldi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seyda Kesikoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |