"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Van sallandı, Erciş ve köyleri yerle bir oldu. Acılar ve ölümler beynimize demir bir mızrak gibi saplandı. Televizyonların karşısında çakılıp kaldık. Üstelik şanslıydık, deprem bize çok uzaktı. Benim yaşadığım kentte bu şiddette bir deprem olsa daha çok insan telef olacaktı. Bunu bütün uzmanlar ve benim gibi bu kentte yaşayanların hepsi biliyor. Yerel televizyon kanalı sokaklarda dolaşıp insanların korkularını paraya çevirmek isteyenlere canla başla hizmet eden sorular soruyor. "Evinizi deprem sigortası yaptırdınız mı? Eviniz depreme dayanıklı mı?" diyor. Sanki deprem sigortası yaptırırsak ölmeyecekmişiz gibi bir hava yaratıyor. İnsanlar evlerinin depreme dayanıklı olup olmadığını bilemiyorlar. Zaten muhabir de soruyu özellikle muhataplarına değil onlara soruyor. Ölsek de kalsak da hep biz suçlu oluyoruz. Deprem haberini duyar duymaz televizyonlara koşuyorum. İlk haberlerde Van'da çok az sayıda bina hasar gördü, henüz can kaybı haberi gelmedi deniyor. Bu kadar şiddetli bir depremde hiç kimsenin zarar görmemesine çocuklar gibi seviniyorum. Ertesi gün bütün haberler değişiyor. Erciş'in yarısı haritadan silindi, köyler yerle bir oldu diyorlar. Başka türlü olmasının mümkün olmadığını bilmeme rağmen İnanmak istemiyorum. Kanal kanal dolaşarak depremin boyutlarını anlamaya çalışıyorum. Ama inatla ve ısrarla bütün televizyonlar çöken bir binanın önünden başka yere ayrılmıyorlar. Kentin içinde dolaşmıyor, Erciş'e veya köylere gitmeye çabalamıyorlar. O enkazın altından sağ, yaralı ve ölü olarak çıkarılanları izlemeye mecbur oluyoruz. Birden tablo kararmaya başlıyor: Ölü sayısı yüz, iki yüz, üç yüz derken dört yüzün üzerine çıkıyor. Yaralı sayısı da binin çok üzerine ulaşıyor. Vatandaşın bilgi edinmek için televizyondan başka kaynağı olmamasına rağmen televizyonlar inadına habercilik yapmıyor. Haber kuşaklarında ne idüğü belirsiz uzmanlar tereden tepeden gün boyu gereksiz laf salatası üretmeyi sürdürüyor. Bütün programlar kaldırılıyor. Günlerce içi bol bol reklam kuşağı ile sulandırılmış haber yayınları izliyoruz. Oysa sadece tek bir bina görebiliyoruz. Etrafında karınca kadar çok insan var. Üç gündür aç, susuz, uykusuz çalışan insanlar ekrana fon ediliyor. Köylere yine ihtiyaç malzemeleri ulaştırılamıyor. Çadırlar ve yardım malzemeleri kapışılıyor. Birileri gözyaşları içersinde yakınlarının cansız bedenlerinin enkazdan çıkarılmasını beklerken, kim olduğu, nereden geldiği bilinemeyen insanlar yardım kamyonlarının önünü kesip yağmalıyor. Devlet baba Kızılay'ı sınıfta bırakıyor. Böylece kendisi lekesiz ve tertemiz kalıyor. Hiçbir kusur ve sorumluk hükümete ve iktidara yapışamıyor. Birkaç gazeteci eski acıları da anımsatarak bu karmaşanın içinde en akıllı en doğru sözleri yazıyor. Ama kimse okumuyor, kimse duymuyor. Kimse görmüyor. Deprem değil insanları rüşvet öldürdü diyor. Bu binaları denetleyenler, imar izni verenler, ruhsatları onaylar, mimari ve mühendislik denetimini yapanlar bütün yasaları ve yönetmelikleri görmezden geldiler. Günah keçisi veli Göçer veya Salih ÖLMEZ'ler yaratıp kurtulmasınlar. Kusurlu olanların hepsi yargılansın. İnsanların ölümlerine neden olanlar, bu binaları inşa edenler çoktan zengin olup sırça saraylarına taşındılar. Şimdi onların hepsinin hatırlı dostları ve tepe mevkilerde koruyucuları var. Fasulyeden açık oturumlarla ömür tüketeceğimize bu ölümlerden ve acılardan sorumlu olanlar hesap versin. Van depreminde ilk kez dikkatimi çeken başka bir konu daha var. Enkaz kurtarma çalışmalarına katılan bazı kuruluşlar özellikle parlatılmaya çalışılıyor. İHH ve sağlıkçılardan oluşan bir başka yardım gurubu ön plana çıkarılırken öteki insanların emekleri ve özverileri yok sayılmaya, gizlenmeye çalışılıyor. Bir taraftan dar günde birlik çağrısı yapılırken, öte yandan bizim yardım kuruluşumuz ve ötekiler gibi bir fiili durum yaratılmaya çaba harcanıyor. Televizyon kanalları bazı kuruluşların adından bile söz etmiyor. Örneğin ben Haberlerde Van Valisini hiç görmedim. BDP'li belediye görevlilerinden veya partilerinden birini de… Ve ne yapara yapsın sürekli Kızılay sınıfta kalıyor. Yardım kamyonları yağmalanıyor ve nedense önlem alınamıyor. İnsanları deprem değil binalar öldürüyor. Rüşvet çarkı ve adam kayırmacılık öldürüyor. Yoksul köylüler kerpiç binalarda, kentlerdekiler de malzemeden çalınmış ve hatalı mühendislik ile inşa edilmiş binalarda ölüyor. Yoksulluk köylülerin suçu, çürük binalarda kiracı olmak da kentli orta sınıfın günahı gibi görülüyor. Devlet binalarının, öğrenci yurdunun yerle bir olmasını kimse konuşmuyor. İhaleleri kimin verdiği, kimin aldığı aracıların ne kadar komisyon almış olabileceğinden hiç söz edilmiyor. İnsanlarımıza yaşananlar kader diye yutturuluyor. Kader kurbanlarına yardım yine yüreği merhametli olan diğer insanlara bırakılıyor. Oysa devlet insanını başkasının merhametine mahkûm edemez. Başkasının merhameti yerine kendisi sarmalar, korur, barındırır. Büyük illerden birinin belediye başkanı televizyonlara çıkmış. Şu kadar yardım topladık diyor. İnsanların acılarından hala rant, siyasi güç sağlıyor. Onlarca televizyon kanalı aynı anda ama özellikle aktif olarak izleyicinin televizyon başında bulunmadığı bir saatte ortak yardım kampanyası düzenliyor. Madem babalarının hayrına yapıyorlar. Neden reklam kuşağı girip duruyorlar? Televizyon yayınına canlı bağlanan bir iş adamı " Benden bir milyon lira," diyor. Acayip cömert, acayip sevecen ve babacan işte… Ne güzel. Aklıma hep aynı soru takılıyor. Bu bağış vergiden düşülebiliyor mu? O adamın sahip olduğu işletmelerinde asgari ücretle ve taşeron firmadan sağlanmış çalışan insanlar var mı? Varsa eğer neden onlara da cömert davranmıyor? Bu gün büyük gazetelerin birinin internet sitesinde bir süreliğine bir haber yer aldı. "Salih ÖLMEZ, Erciş Ölür ," yazıyordu. Yıkılan binalardan bazılarının müteahhitliğini yapan Salih Ölmez dört dönüm bahçe içinde yer alan villasının önüne Kızılay çadırı kurmuş. Villasın depremde zarar görmemiş. Ama korkuyorlarmış işte, ondan kurmuşlar. Korkmak kınanacak bir şey değil, çok insanca bir duygu. Ama ihtiyacı olmadığı halde o çadırı nerden bulmuş? Kim vermiş? Çadır, villa falan bir yana Salih Ölmez Veli Göçer mi yapılmak isteniyor? Salih Ölmez suçluysa yıkılan binaların hesabını versin. Ama diğer sorumlular da sakın bir yere kaçmasın. Ölümlere ve acılara bakınca hep aynı hissi yaşıyorum. Bu sefer de yırttık. Bize de çıkabilirdi. Şanslıydık, deprem uzakta oldu. Şu anda benim yaşadığım kentte aynı şiddette bir deprem olsa Van'dakinden daha fazla can kaybı yaşanırdı. İnsanlarımızı deprem öldürmedi. Binalar, ağaçlar, dereler, denizler ve rüzgârlar da öldürmedi. Acıları kader gibi algılamamızı sağlayan basın kuruluşları ve politika bombardımanı, hırsızlığın ve vurgunun her türlüsün olağan sayan ve bunu yaygınlaştıran anlayış (hap yap para kap) öldürdü. Elbette içimi acıtan bir gerçek var. "İnsanlar hak ettiği biçimde yönetilirler. " Seyfullah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |