..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Kemal Yavuz Paracıkoğlu




22 Ekim 2011
Kiraz... (2. Bölüm)  
Aklın Yoksa Şahit Ol...

Kemal Yavuz Paracıkoğlu


─Yavaş yavaş gelen her şey gibi, ansızın geliyor bahar, belli ede ede, sarmalayarak… âşık ıslatan yabani yağmurun; saçlarımı ıslatıyor damlacıkları, sindire sindire soluyorum, akciğerlerim ıslanıyor. kanatları ıslak bir kırlangıç kışı sağ salim atlatabilmiş, meyve ağaçlarındaki tomurcuklarla dans ederek sevinç çığlıkları atıyor… Yakında güller de açacak; güller, sarı, beyaz, kırmızı…Hissetmeyi seviyorum mutluluğu…Çok! Kendi kendimle barış ilan ediyorum. Barış, bana çok yakışıyor. ─


:AFJA:

AKLIN YOKSA ŞAHİT OL…

Derya, gazetesini, spor olsun diye, onbeş dakika gidiş, onbeş dakika dönüş,her gün yarım saat yol yürüyerek alıp dönüyordu.
Derya’nın mantığı bu düşünceye hemen tepki gösterdi. “Spor mu dedin? Yarım saat sallana sallana yol yürümek mi spor? Kendi kendini kandırıyorsun! Tepeden topuğa deforme olan vücudunda yağ rezervi artarken kas rezervi azalıyorsa ve apartmanın birinci katındaki evine girebilmek için çıktığın merdivenler seni nefes nefese bırakıyorsa, yarım saatlik bir yürüyüşten daha fazla bir şeyler yapman lazım demektir; mesela, sigarayı bırakmak gibi… Sigarayı bırakmadığın sürece, ne yaparsan yap, fasa fiso!”
Mantığına hemen duygusal bir tepki göstererek, “Sana ne yahu, kendi işine baksana sen!” diye mırıldandı. “Evet, sigarayı bırakmam gerektiğini biliyorum, ama bırakamıyorum işte… Sigarayı bırakamıyorsam bile, sıkı bir diyetle fazla kilolardan kurtulabilirim, yürüyüş mesafemi arttırabilirim, nefesimi zorlamayacak biçimde egzersizler yaparak kaslarımdaki erimeleri önleyebilirim, filan…”
Mantığıyla duygularını, hiçbir zaman yerine getiremeyeceğini bildiği bu önermelerle harmanlandığı an, mutluluğu hissettiren şeylere yönelme becerişi hoşuna gidiyordu. Evet, kendini mutlu hissediyordu.
─Yavaş yavaş gelen her şey gibi,
ansızın geliyor bahar,
belli ede ede, sarmalayarak…
âşık ıslatan
yabani yağmurun;
saçlarımı ıslatıyor damlacıkları,
sindire sindire soluyorum,
akciğerlerim ıslanıyor.
kanatları ıslak bir kırlangıç
kışı sağ salim atlatabilmiş,
meyve ağaçlarındaki tomurcuklarla
dans ederek sevinç çığlıkları atıyor…
Yakında güller de açacak;
güller, sarı, beyaz, kırmızı…
Hissetmeyi seviyorum mutluluğu…
Çok!
Kendi kendimle barış ilan ediyorum.
Barış, bana çok yakışıyor. ─
Hemen arkasındaki kıza dönerek, laf olsun diye sordu : “Ne yapacaksın hükümet binasını?”
Kız, saf saf, “valiye çıkacağım,” dedi.
Güldü. “Bugün vali orada değildir ki, bugün tatil olduğu için, vali evinde istirahat ediyordur.”
“Ne yani, valiylen konuşamaz mıyım?”
Kızın yüzündeki hayal kırıklığı fark etti. Vali ile görüşemeyecek olmanın doğuracağı bir felaketin kaygısı vardı o hayal kırıklığında. Altıncı hissi onu hiç yanıltmazdı. “Vali ile ne konuşacaksın?” diye sordu.
Bu kızcağızın barış güvercini yoktu. Var da, kanadı mı kırıktı yoksa? Vali ile görüşmeyi bu kadar önemli kılan hikâye, belli ki barışsızlığın zorlamasıyla yaşanmış; bu yüzden babası olabilecek bir ‘amcaya’ da itimadı yoktu. “Hi-iç! Gideceğim tarafı bi’deyiver sen hele!” diyerek üstüne vazife olmayan şeylere burnunu sokmaması için ikaz etti Derya’yı.
“Yok. Hayır. Bu kızla barışmalıyım. Beni itimat edilemez bir sapık gibi başından savuşturmasına razı olamam. Hikâyesini öğrenip, bir çözümsüzlüğü varsa, çözüm bularak barışabilirim onunla. Israrcı davranarak da kızı ürkütmemeliyim.” Gittikleri yönü göstererek, “vilayet binası bu yolun sonunda ama bugün orada valiyi bulamazsın,” dedi. “Vali benim tanıdığım olur. Eğer, onunla konuşacağın şey çok önemliyse, seni onun yanına ben götürürüm. Birlikte evine gideriz, konuşacaklarını onunla evinde konuşursun.”
Kız, ona kurduğu tuzağa düşünce umutlandı. Safça, “es-sah mı?” diye sordu. “Konuşturur musun? Bugün valiyle konuşabilir miyim?”
“Seni, ben götürürsem konuşabilirsin; yoksa kapısındaki polisler seni eve salmazlar!”
“Kapısında polis mi durur, onun?”
“Her önüne gelenin valiyi rahatsız etmemesi için…”
“Polisler, senin tanıdığın mı olur?”
“Polisler, vali, hepsi.” Yalan söylediğini anlayamayacak kadar saf bir genç kız olduğu çok belliydi. Hem insanlara itimat etmediğini belli eden, hem de itimat etmediği bir adam tarafından kolayca kandırılabilen bu kızcağıza kötülük yapmak öyle kolaydı ki!
“Sen beni içeri sokabilirsin, he?”
“Sokabilirim ama onunla ne konuşacağını bilmem lazım. Bu kız seninle, şunu şunu konuşmak istiyormuş demeliyim ki, seninle konuşmaya razı olsun. Değil mi? Haydi söyle bakalım, valiyle ne konuşacaksın?”
Kız, kısa bir tereddüt geçirdikten sonra anlatmaya başladı. ”Muş’ta, onaltı yaşındaki bir kızı, kırk yaşında zengin bir herifle, zorla evlendirmeye kalkışmışlar. Kız da evden kaçıp Muş’un valisine sığınmış. Sonra, vali kıza yardım etmiş de, kız da o herifle evlenmekten kurtulmuş.”
Derya, kızın, yaşamakta olduğu problemi ve amacını başka bir kızın kimliğinde anlattığını düşündü. “Anlaşılan o ki, evlendirilmek istenildiği adamın yaşlı olmasındanmış bana karşı çekimserliği...” Kız, bu problemi için validen yardım isteyecekti. Bunu teyit ettirmek için sordu. “Seni de mi yaşlı bir adamla evlendirmeye kalkıştılar?”
“A-ah!”
Gazete bayiinin önündeydiler. Gazetecinin onun için her gün ayırdığı gazeteyi almak için dükkândan içeri girdi. Kız, kapının önünde, onu valinin evine götürmesini beklemekteydi.
Gazeteci, gazetesini teslim ederken, “Kim bu, ağabey?” diye sordu.
“Evinden kaçmış. Biraz evvel yolda karşılaştık. Benden yardımcı olmamı istiyor.” Bunları bir anda boş bulunarak anlattı ve anlattığına hemen pişman oldu. Evinden kaçmış küçük yaşta bir kız onun başını da belaya sokabilirdi. Onu hemen başından atmaya karar verdi.
Gazeteci pişkin bir oğlandı. “Abi, istiyorsan, kızı atacağın bir yer ayarlarım. İstersen, benim arabayı da alabilirsin,” diyerek sırıttı.
Derya, “Bugün benim barış günüm,” diyerek dükkândan çıktı. Gazetecinin, ne demek istediğini anlamadığından emindi.
Kız, Derya yanına vardığı an, “hah, işte!” diyerek, heyecanla elindeki gazeteyi kaptı. “İşte bu gastede yazıyordu.” Hızla gazetenin sayfalarını çevirdi.
“Ne yazıyor? Neyi yazıyor?”
Kızın önüne tuttuğu sayfayı okudu. Manşetteki haber : “SATILIK KIZIN TÖRE İSYANI,” diye başlıyordu. Okumaya devam etti. : “HAMAL BABASI TARAFINDAN BAŞLIK PARASI İÇİN KIRK YAŞINDAKİ BİR ADAMLA ZORLA EVLENDİRİLMEK İSTENEN ONALTI YAŞINDAKİ SAADET AKSOY, MUŞ VALİSİ ASLAN KÜTÜK’E SIĞINDI. VALİ, BABAYI İKNA EDİNCE GENÇ KIZ ZORLA EVLENDİRİLMEKTEN KURTULDU.” (HÜRRİYET,28.04.2000)
Kız, gazete haberini örnek almıştı. Derya, kızı, yanına sokulup da yol sorduğu an, yolu tarif edip başından savmadığına pişman oldu. Ama o kadar saf bir kızdı ki, o zaman da çapkın bir serserinin tuzağına düşme riski olacaktı. Onu, böyle bir riskten uzak tutmalıydı. En iyisi, onu ailesinin yanına dönmeye ikna etmekti.
“Ailen nerede oturuyor?” diye sordu.
“Benim ailem yok’kine!”
Şaşırdı. “Ailen yoksa kimden kaçıyorsun?”
Kız, onu şaşırtmaya devam ediyordu. “Kimseden kaçmıyorum ki ne!”
“Saçmalamaya başladın. Az önce babanın, seni yaşlı bir adamla evlendirmeye kalkıştığını, onun için evden kaçarak validen yardım istemeye gittiğini söylemiştin ya?”
“Yok, be, amca-a!” Bu defa o Derya’nın saflığına gülümsüyor. “Valiler, başı sıkılanlara yardım ediyormuş ya…”
“E, o halde senin başındaki dert ne? Onu bir anlat hele! Ailem yok diyorsun, anan baban Eskişehir’de oturmuyor mu? Eskişehirli değil misin?
“Değilim. Bulanık’tanım.”
“Muş Bulanık’tan mı?”
“He ya! Anamla babam oradaydı. Ben on yaşımdayken babam öldü.”
“Neden?”
”Neden olacak, içkiden! Her gün zıkkımlanırdı…” O günleri yeniden yaşıyormuşçasına gözleri buğulandı. “İçer, içer, anamı döverdi. Onun yüzünden sinir hastası olduydu anam. Sonra öldü de, anam başka bir herife verildiydi. Yeni herif de beni Bulanık Yetiştirme Yurdu’na verdiydi…”
Kıza sempatiyle bakmaya başlamıştı. ”Sen ne zaman ayrıldın yurttan? Çok oldu mu?” diye sordu.
“Yok,” dedi kız, “bi’sene evvel ayrıldıydım.”
“Bir sene evvel ha?”
Kızın, yurttaki yaşamı hakkında sorular sormaya başladı. Aldığı cevaplardan hüzünlenerek, ona, “İyi ya be kızım, yurdun imkânlarından yararlanıp, üvey babana inat okuyaydın sen de,” diye çıkıştı.
Kız, “Okudum’kine,” diye atıldı. “Ortaokulu bitirdim.”
“Liseyi de okuyaydın!”
“Okuyamadım işte!”
“Niye?”
“Şahin’le kaçtım!”
“Şahin’ de kim?”
“Kocam.”
Derya, kızı konuşturdukça sürpriz bir hikâyeyle karşılaşıyordu. Anlattığı hikâyeye göre, ortaokulu bitirip te serpilip geliştikten sonra, güzelliği ve sevimliliği ile dikkat çekmeye başlamış ve ilk aşkını da o dönemde yaşamıştı. “Şahin de yurtta mı kalıyordu?” diye sordu.
“O, yurdun kapısında bekleyen komanda askeriydi.”
Kız doğru dürüst anlatamasa da, söylediği cümleciklerden hikâyeyi netleştirmek mümkün oluyordu. Ondört yaşlarındaki yeni yetme kız, yurda giriş çıkışlarda ya da benzeri karşılaşmalarda asker Şahin’in yaptığı komplimanlarda yeni bir dünya keşfetmiş ve karşısındaki erkeğe tüm genç kızlık duygularıyla bağlanmış olmalıydı.
“Askerliği bitirdikten sonra, evlenmek için kaçırdı mı seni?”
“Askerliğini bitirmediydi. İzine giderken kaçırdı; buraya, Eskişehir’e, anasının babasının yanına.”
“Ee-e? Sonra?”
Kız, anlatmaya devam etti.
“Sonra… Kaçtık işte, buraya, Eğriöz’e… Şahin getirip anasının yanına bırakaraktan döndü askerliğine. Şahin pekiyiydi o zaman, ama anasıylan babası zalim mi zalim… Kendi anamla üvey babamın onların yanında mekânları cennettir herhal… “
Derya, merak ederek, “işkence mi ediyorlardı sana?” diye sordu.
Kız cevap vererek devam etti: “Zulmediyorlardı işte. İşkence dediğin dayak ise, çı-ıh, dayak atmıyoladı. Ben Kürt idim ya ondan işte… Onlar adımı hiç demezdi, ‘Kürt kızı’ koydulardı adımı. ‘Kürt kızı’ aşşa, Kürt kızı yukarı… Ben Kürt kızıyım, ama ben de bu memleketten değil miyim amca?”
Bu soruyu sorarken çıkan ses tonu öyle içten, öyle sevimliydi ki, birden göz pınarlarına dolan gözyaşlarını hissederek, onları zor tuttu. “Sen onlardan da, benden de daha çok bu memlekettensin,” dedi. “Senin Kürt kızı olduğunu oğulları bilmiyor muydu? Bile bile kaçırmadı mı seni?”
“Şahin bişey demiyordu kine, onlar diyordu,” diye atılarak gene de Şahin’ini kayırmaya çalıştı. “Şahin, beni çok sevdiğini söyleyerekten onlara karşı koyuyordu.”
“E, iyi ya.”
“Ama anasıylan babasını razı edemiyordu bana…”
“Sizde, onların yanından ayrılıp kendinize ayrı bir ev tutsaydınız.”
“Yapcaktık ya, benim yaşım ufak olduğundan yapamadık. Ayrıcana Şahin, Bulanık’taki askerliğine döndüydü. Şahin askerliğinde anamla da konuşarak rızasını alıp nikâh kıyaraktan yapcaktık öyle… Şahin askerliğine döndükten sonra, o iki zalim zulümlerini daha çok yapar oldular. Ne kadar zor iş varsa bana yaptırırlardı. İş neyse de, bi de küfür, azar… Hele bi de hamile olduğumu öğrendikten sonra kaynanam olacak cadı, karnıma karnıma çarpmaya, vurmaya başladıydı. Düşük yapayım diye… Şahin’in askerliğini tamamlamasına az bi zaman kala dayanacak halim de kalmayaraktan, tek çare olarak Bulanık’a, Şahin’imin yanına kaçmaya karar verdimdi. Şahin, tezkeresini alana dek orada kalır, sonra beraberce dönerdik, diye düşündüydüm. Ama Bulanık’a ulaştığımda artıkın yurdun kapısına verilmediğinden Şahin’i bulamadım. Nerede olduğunu bile öğrenemedim. Bir gün yurtta kalmama izin verdiler, ama azcık hasta oluverince yurt doktoruna götürerekten hamile olduğumu anladılar da yurttan apar topar yolladılar. Tek çare olarak Bulanık’ta yaşayan anama sığındım. Anam gelişime üzüldü. Sonra da üvey babam olacak herif sarkıntılığa kalkıştı. Onlan yatmamı istiyordu. Anama bir türlü diyemedim onu. Bulanık’ta böylecene bir ay kaldıktan sonra sapık herifin sulanmaları yüzünden delirecek hale geldiydim. Şahin’lerin evine dönmekten başka çarem kalmadığından, yeniden Eğriöz’e geldim. Gelince bi de ne göreyim, Şahin’in de askerliği bitmiş, dönmüş. Şahin, anasıylan babasının benim hakkımda anlattıklarının hepisine inanarak beni kabul etmek istemedi. “Hakkındaki dedikoduları duydum. Neden geldin?” diyerek öfkeyle karşıladı. Çektiğim bütün sıkıntıları anlatmama rağmen inandıramadım. Aramızda huzur diye bi şey kalmadı. Anasının babasının zulmüne bir de Şahin’in dayakları eklendi. Her gün dayak yiyordum ama karnımda Şahin’in bebeği olduğu için, bebeğin doğumundan sonra kocamın nikâh da kıyarak ayrı bir eve çıkaracağını sanarak sabrediyordum. Sonra bir kızım oldu; ama bu defa da Zeliha adını koydukları yavrumu emziremeden sokağa attılar… Artık, gidecek hiçbir yerim de kalmadığından, komşumuz ebe hanım gastedeki bu haberi göstererek valiye çık dedi. İşte ondan için yollara döküldüm.”
Derya, hikâyeden çok etkilendi. “Onu ortada bırakmam mümkün değil. Yapabileceğim tek şey polis yardımına başvurmak,” diye düşündü. Kızın, önerisine itirazda bulunmaması için ses tonuna dikkat ederek, “Şimdi, seninle önce polislerin yanına gidelim,” dedi. “Tamam mı?”
“Tamam!”
“Aferin!”
Çarşı Karakolunun önüne geldiler. Kapıdaki nöbetçi polise, baş komiserle görüşmek istediğini söyleyerek içeri girdiler. Girerken kıza tembihte bulunmayı ihmal etmedi. “Baş komiser valiyle konuşmana izin verirse, valiyle de konuşursun. Ama onlar sana yardım edecektir. Hiç korkma!”
“Tamam!”
Kapısını tıklatarak yanına girdikleri başkomiserin başını kaldırıp ne istediklerini sormasını beklemeye başladılar. Beyefendinin birkaç dakika sonra gönlü olunca, başını masasının üstündeki evraklardan kaldırıp sordu: “Buy’run?”
Derya anlatmaya başladı: “Efendim, bu hanım kıza az önce yolda rast geldim. Önemli bir problemi olduğunu söylediği için zatıâlinize getirdim.”
Başkomiser ters ters bakarak, “o problemi senin yaratmadığın ne malum?” diye sordu.
“Saçmalıyor. Böyle bir saçmalama bile bugün ilan ettiğim barışı bozamayacak. Önemli olan bu gariban kızın selameti!” diye düşünen Derya, başkomiserin tepkisini yoğunlaştırmamak için sakin olmaya çalışıyordu. “Şahsıma karşı da şüpheci davranmakta haklısınız efendim! Her şey olabilir,” dedi.
Başkomiser, bu defa kıza hitaben, “baban yaşındaki bu adamla ne işin var senin? Utanmıyor musun?” diye çıkıştı.
Kızın tirtir titremeye başladığını gördü. Zavallı, “kocam sokağa attı,” diye mırıldandı.
Başkomiser kurnazca, “sen de bu adama mı kaçtın?” diye atıldı.
Kız başını, “çı-ıh,” diyerek kaldırdı. “Valiye!”
“Valiye mi?”
“He, valiye! O’na anlataca’ıdım!”
Derya, müdahale etmek zorunluluğu duydu. “Sayın başkomiserim, müsaade ederseniz arz edeyim.”
“Arz et bakalım!”
“Efendim, bu hanım kıza ki, adını bile bilmiyorum, kocasıyla kayınpeder ve kayınvalidesi işkence yapıyorlarmış. Ne yazık ki, resmi nikâhları dahi olmadan dünyaya getirttikleri çocuğunu ala koyarak sokağa atmışlar. Kendisi de, çaresizliğinden dolayı vali beye sığınmayı planlamış ama…”
“Ee, bunun seninle ne ilgisi var?”
“Ben de, benimle bir ilgisi olmadığını arz ediyorum efendim. Kendisine yolda rast gelerek yardımcı olmak istedim. Kendisine yardımcı olabileceğinizi düşünerek, zatıâlinize getirdim.”
Başkomiserin yumuşadığını gördü.
Adam, dâhili telefonla yanına bir polis çağırıp talimatlar verdi.
“Bu bey ile kızın ifadelerini alın! Kıza hastaneden darp raporu alın! Kızın nikâhsız yaşadığı adamı ve ebeveynine ulaşarak, küçük yaşta kızı alıkoymak, tecavüz etmek, işkence etmek, daha bulabildiğiniz ne olursa onları isnat ederek mahkemeye sevk edin!”
“Emir anlaşılmıştır, amirim!”
Derya ile kıza da kapıyı gösteren baş komiser, “Buy’run, memur beyle gidin!” dedi.
Polis memurunun peşi sıra çıktılar.
Derya’ya koridordaki bir bankı gösteren polis memuru, orada oturup beklemesini söyledi. Kızı yanında bürosuna götürüp masasının önündeki sandalyeye oturttu.
Derya, bank üzerindeki bekleyişin süresini tahmin bile etmek istemiyordu. En iyimser tahminle, hastaneden alınacak rapora müteakip kocanın karakola getirilmesi için gerekli süre ne kadar ise ─ki, ikametgâh jandarma bölgesinde olduğu için çok uzun bir bürokrasi karmaşasını da kapsayacak─ o kadar sürecek bir bekleyiş olacaktı bu. Sonra nöbetçi mahkemedeki duruşmalarda şahitliği de istendiği takdirde, yandı! “Yandım ben yandım… Atalarımız boşuna dememişler, “paran çoksa kefil ol; aklın yoksa şahit ol,” diye...
Buradan kurtuluşun tek yolu bankanın avukatı Doğan’dan yardım istemek olacaktı. Yağmurluğun cebinden kimseye belli etmeden çıkarttığı cep telefonundan avukat Doğan’ın numarasını tuşladı. Karşı telefon açılır açılmaz sorununu anlatıp telefonu tekrar yağmurluğa sakladı. Telefon ettiğini kimse görmedi. Görselerdi ne olurdu? “İşte, onu bilemem! Bu polis bizim, ne yapacağı belli olmaz!”
Doğan, çok geçmeden geldi. Kapıdan girer girmez Derya’yı başıyla selamlayıp doğruca başkomiserin odasına girdi. Beş dakika geçmeden çıkıp, Derya’nın yanına geldi.
“Haydi, gidelim!”
Baş komiser sokağa kadar uğurladı onları. Ayrılırken Doğan’la yanak yanağa öpüşerek vedalaştı. Derya’yla tokalaşırken de, “Biz, zavallı kıza yardımcı olacağız, gözünüz arkada kalmasın, beyefendi,” diye izahatta bulundu.
“Teşekkür ederim!”
Derya, Doğan’a arabasını park ettiği yere kadar refakat etti. Doğan, kızı uzun bir maceranın beklediğini, yurt idaresinin, anne ile üvey babanın, Şahin ile ebeveyninin yargı önüne çıkartılacaklarını anlattıktan sonra, arabasıyla evine bırakmayı teklif etti. Çarşıda biraz işi olduğunu söyleyerek ondan ayrıldı.
Doğruca ganyan bayiine giderek, “Allah’ım, şu gariban kıza yaptığım şu iyiliğin yüzü suyu hürmetine, tutsun şu altılı,” diye dua ederek bir altılı oynadı.
Allah’ın yaptığı iyiliği karşılıksız bırakmayacağına inanarak at yarışlarını sonuna kadar izledi; sonuna kadar izledi, çünkü oynadığı altılı her koşulan koşudan sonra yatmıyor, yürüyordu. En sonunda koşulan altı yarışı da tutturdu. Altılıyı tutturmuştu. Sevincini belli ede ede dağıtılacak ikramiye tutarını öğrenmek için beklemeye başladı.
İkramiye tutarı açıklandığında ise, yeni bir sükut-u hayale uğradı.
Altı liralık kupon ile tutturduğu altılıya verilen ikramiye, sadece beş lira idi.
*




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bireysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Muhittin Amca...
Basgitar...
Alma "Nur"un Ahını…
Çapkınım, Hovardayım…
Göz Hakkı...
Babamın Karizması...
Köpekler Dostluktan Anlamıyor
Köpeklerin Namusu...
Sarhoş...
Global Ekonomi Kumarbazı...

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kralların Kraliçesi
Balkonlu Ev...
Bizim Köyün Ayıları... 2.
Nil Kraliçesi.
Kur'an Ayetlerinden
Facebook Tatilcileri
Babam…
Madam...
Azap Yolu - 1
Azap Yolu - 2

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir "Hiçbir Şey" Olmak [Şiir]
Deliler Bayramı [Şiir]
Nazlı Nazlı Karılar... [Şiir]
Gülbahar'ım; Can Çiçeğim! [Şiir]
İkimiz İçin [Şiir]
Hayatım [Şiir]
Halepçe [Şiir]
Senden Önce, Sensiz [Şiir]
Çapkın Kız... [Şiir]
Gül - 1 [Şiir]


Kemal Yavuz Paracıkoğlu kimdir?

Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek, kendi kendine oldu yazar. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.