İçinden Çocukluk Yaralarının Geçtiği Birkaç Otobüs Durağı Tanıyorum.
Tanrım, annem bu akşam beni okuldan almaya lütfen gelmesin dedirten öylesi zamanlar işte
Tanrım, annem bu akşam beni okuldan almaya lütfen gelmesin dedirten öylesi zamanlar işte
Geçmiş,gelecek ve şu an...Ne büyük gizemdir.Yaşadığımız her anın bir parçası,biz yaşıyorkenden arta kalanlardan oluşur.Yaşayacağımız an ise yaşıyorkenki halimize en yakın olan andır.
Kapıyı araladı. Sesler yatak odasından geliyordu. Yatak odasındaki ikili arasında konuşmalar geçiyordu. Nihan kapının önünde donup kalmıştı. Bu ses! Bu ses tanıdık bir kişiye aitti. Elleri titreyerek kapı kolunu tuttu...
Buna rağmen, şimdilerde kalbinden şikayeti olan benim. Sık sık daralmaktayım ve heyheylerim üstüme üstüme gelmekte. Kocamın sabahın köründen gecelere kadar işiyle meşgul olmayabileceği çok takılır oldu kafama; “acaba,” diyorum, “beni aldatıyor mudur?
İzmir de bir edebiyat atölyesinde eleştirmen Hülya Soyşekerci Hoca'mızla birlikte "Kafka'nın Dönüşüm" adlı eserini işlemiştik. Hülya Hoca'mız "Dönüşüm" eserinden yola çıkarak öykü yazmayı denememizi önerdi. Ben de bu öneri üzerine "Kim Ben, Ben Kim" adlı öyküyü yazdım.
Sergimi gezen insanlar bana niçin insan yüzleri çizdiğimi soruyorlar. Ben de onlara diyorum ki...
Oysa bir zamanlar kendisinin de ipini koparmış deli gibi okul bahçesinin o duvarından öbür duvarına koşup durduğunu gayet net hatırlayabiliyordu. Yine de bu çocuğun koşuşu diğer koşmalar gibi değildi.
Tere bulanmış bir mendil gibi kokardı daima Ömer!İnsanı tuza ve aşka davet ediyordu sanki o koku...Yanında olmasını,tenine dokunmasını.....
Kendini çaresiz, yorgun ve yalnız hissediyordu. Yanına oturduğu yatağın üstüne kapattı yüzünü. Bir elin omzunu tutup, onu kaldırmasını ve sarılmasını diledi. İmkansızı diledi yani...
Bir an duraksayıp vitrindeki aynadan kendimi inceliyorum. Yeşil, bedenimi sımsıkı saran elbisem, onunla aynı boyda önünü düğmelemeyerek, elbisemin ve onun altın sarısı kemerinin görünmesine izin verdiğim siyah montum, ince topuklu bilekte biten kısa botlarım, aynı deriden portföy çantam ve özenle yapılmış makyajımla iyi göründüğüm kanısına varıp, karşıya geçiyorum.
Beklenmedik bir öykü bu, sevdanın derin seslenişi...
Hiçten hepe yolculuklar arayan bir maneviyat çağrısı,
İmdat diyen bir haykırış, cennet masalı sır oldu sanki,
Hasret diyarlarında, duyuldu sonsuzluğun matemi.
Mustafa Kemal İZGİ
Tam onu teselli etmeye çalışırken,
-Dokunma bana. Sonra başka hastalıklar da geçebilir...
-Ne hastalığı yav, neler saçmalıyorsun. Ben hasta falan değilim ki...
-Bana Frengi olduğunu neden söylemedin? Cevap ver neden sakladın benden?
Aklım karışmıştı.
Bazı şeyler var ki doğru kullanılırsa çok işe yarar. Böyle ruh çağırıldığını hiç duymadınız mı?
Gözlerimi göğe diktim. Hera’yı aradım. Belki yardımıma koşardı; kadının, doğumun ve ihanetlere öfkenin Tanrıçası, neler olup bittiğini anlatırdı bana. Belki Afrodit’i yollardı yardımıma. Şaşkın, yorgun sesimle çağırırken onu, lirinin tınıları arasında Safo’nun sesi çalındı kulağıma. O da Afrodit’e yakarıyordu: