Bayramın İlk Günü...
Gözlerim mi doldu, yoksa bana mı öyle geldi, doğrusu ben de bilmiyorum, bildiğim, içim acıyordu; derin acılar, tarifsiz kederler içindeydim. ERDEN ERKİN...
Gözlerim mi doldu, yoksa bana mı öyle geldi, doğrusu ben de bilmiyorum, bildiğim, içim acıyordu; derin acılar, tarifsiz kederler içindeydim. ERDEN ERKİN...
Doğduğumuz dünya elbette bu değildir. Bu dünyaya bir meta gibi satılmak için, özelleştirilen taşıma araçlarının arkasından
koşmak için, yıkılan çatılar altında ezilmek, bozulan insan yuvalarının oy uğruna fede edildiğini görmek için gelmedik.
Saygılar.
Bu yıl sevgililer gününde ben de tek taş istiyorum.
-İki tane alsam olmaz mı?
-Ben çok ciddiyim.
-Ben değilim.
-Herkes sevgililer gününde hediye alıyor.
Bu hikayeyi, bir arkadaşı babama anlatmış. Babam da çok beğenmiş bana anlattı. Hikaye benimde hoşuma gitti. Sizlere anlatmayı uygun buldum. Hikaye bu ya , günün birinde. Diye başlamış.....
Toprak sevdalısı Cahit Sıtkıya Her doğan günün bir dert olduğunu insan bu yaşa gelince anlarmış. Dizelerinden sonra Yeter ki gün eksilmesin penceremden serzenişlerini yazdıran gün, cüretkâr gülümsemesini göstermişti.
Kara deliklerden birine denk gelmiş gibiydim, zaman yoktu, ben de bir fotoğraf karesiydim sanki, kendimi seyrediyordum. Derken muhtemelen tuzla buz olan bir vazodan gelen gürültü yırttı attı o fotoğrafı.
Çocukluk yıllarında geçirdiği çiçek hastalığı sonucu gözlerini kaybeden Bahtiyar Mutlu ile aynı mahalleden çocukluk arkadaşı Münasip Münasebettar, iflah olmaz iki domino oyuncusuydular. Bahtiyar Mutlu, Münasip in çalıştığı fabrikaya engelli kadrosundan girmişti. Aynı mahallenin çocukları olduktan başka bir de mesai arkadaşı olmuşlardı sonradan. İki rakip olarak türlü iddialar ortaya
Balkon küpeştelerine dizilmiş, pembe, vişne çürüğü, beyaz, kırmızı, ebruli sakız sardunyaları, pür dikkat şimdi. Yaprağına elin değmeye görsün, çığlıklar atarlar, buram buram sakız kokarsın.
Bu ıssızlığı giyinip, dinginliği ve erinci kuşanıp, deliliğini saklayıp üstüme üstüme gelme gece… Gelme.
Şaşırırım, yolumu sapıtırım, yiter gider, deliririm
Niye öyle ısırıyorsun, bak suyu benim suratımdan akıyor. Bir annesinin yüzüne bir elindeki domatese baktı. Az önce taze domates kokusu dolu burnu şimdi üzüntü ve biraz da korku ile sızlıyordu.
Bu saatte denize gelmek için ya sabahları çok sevmek gerekir, ya da ev kaçkını olmak. O hangisiydi bilmiyorum. Onunla dün sabah Kadınlar Denizi’nde karşılaştık. Belki de konuşacak kimsesi yoktu. Ya da benim gibi gevezeydi. Deli deliyi görünce çomağını saklarmış. Ben sustum o anlattı.
Şeyma Hanımın tıp fakültesinden arkadaşı Dr. Boğaç Beyin Çatalcadaki köy evine 40 dakikalık bir yolculuktan sonra nihayet geldik.
Şeyma:
-Sen de gel otur bizimle- dedi.
-Ben seni arabada beklerim abla sen işini hal et gel ama beni de burada çok bekletme!- dedim.
Bir kez olsun hayatta zoru başar.
Pes etme!
Ne çokmuş deyipte cayma.
Bir kez olsun kaçma!
ve sonuna dek oku !!!
…. ……… İşin kötü yanı, o zamanlar “ İlla ki de üçten aşağı kalmayın; her haneden en az üç çocuk isterim.” diye direten hükümet büyükleri de yoktu başımızda!... Bu sayılan nedenlerle Abdülrezzak, en kolay bir iş olan üreme gücünü sonuna kadar kullanarak dokuz çocuk babası oldu!...
"Nereye?" diye atıldım düşünmeden. Bunu sorarken nereye olduğundan çok, nasıl olup da gitmeyi düşünebildiğini sorar gibiydim.
Sen’ aklı baştan eden vasıflara sahip olan vefasız dilber; “ Yaşadıklarını inkar ve anılara ihanetinden mütevellit suçlu bulundun.! Bu günden itibaren unutulup, kalan ömürde asla hatırlanmamaya mahkum oldun”...
Eğer sık sık kollarındaki saatlere bakarak koşarcasına yürüyen bu sokağın meşgul insanları biraz olsun onlara baksalardı adam ve kızın küçücük bir adımla zaman denen çizginin sağına veyahut soluna geçtiklerini orada geniş bir anın içinde olduklarını fark edeceklerdi ve şaşacaklardı
Kastettiklerimiz hayata dair herşey yaşadıklarımız doğup büyüdüğümüz o ev değerlerimiz...
Boşluksuz yan yana sıralanmış ranzalarımızda üretme çiftliğindeki kafeslerine sıkıştırılmış körpe piliçler gibiyiz. Tepemizdeki ampul gece gündüz yanıyor. Bize özel hazırlanmış yemlerle besleniyoruz. Kireç taşı ihtiyacımızı bile düşünüyorlar. Gerçi mercimeğin içinde vermeseler daha iyi olur; ama olsun. Düşünmeleri yeter. Bizim için: “Kesmeyip de, besleyelim mi?”, deseler yeri.
Pastırma yazının bugünlerinde serin ve sakin bir yer bulmuş olması onu mutlu etti.Bu güzel ağacı diken ve yetiştirenleri tanımadığı halde sevgiyle andı.Şöyle bir çevresine bakındı.Karşıdaki narenciyenin duvarı soğuk soğuk yüzüne bakıyormuş gibi geldi,ama aldırış etmedi