Paul'un Peter hakkında söyledikleri, Peter'den çok Paul'u tanımamızı sağlar -Spinoza |
|
||||||||||
|
HACI DEDEMİN RESMİ Oniki Eylül Darbesi sonrası. Tüm kitapların suç aleti sayıldığı, hele hele kitabın adı s harfiyle başlıyorsa kitabın ekinde, elinde bulunduranın da alıp götürüldüğü günler. Bizim komşu çocuğu Ercan’ın adı da kötüye çıkmış; ortalıkta dolaşamıyor. Kötüye çıkmış dediysem solcudur, sosyalisttir, ne derseniz deyin. Sonuçta bizim arkadaş biraz aşırılardan olmuş. Bizim memlekette düşünmek serbesttir de, düşündüğünü söylemek yasaktır ya. Bu söyleyenlerden. … Ercan doğal olarak ailesiyle bağlantı kuramıyor. Bir akşamüstü annesi bize geldi; oğlu okuduğu yerde sıkıntıya düşmüş, “Para” diye haber göndermiş. Kadıncağız iki torba yiyecek içecek hazırlamış, bir mendilin içine biraz para çıkılamış, bir kağıda da adresini yazdırmış. Bunlar Ercan’a ulaştırılacak. Bu iyiliği de yaparsam ben yaparmışım. Ertesi sabah iki elimde iki torba, para çıkısı iç cebimde, yola koyuldum. Adres bulmada oldum olası başarılıyımdır, elimle koymuşum gibi buldum. Zavallı arkadaşım parasızlıktan evden bile çıkamıyormuş, beni görünce yüzünde güller açtı. Bir dakika dur, deyip, dışarı çıktı. Alışverişe gitmiş. En önce beş paket birinci almış. Hatta bir tane çıkarıp yakmış, “Şu köylüye bile hasret kaldım yahu” diyerek girdi içeri, dumanını savura savura. Baktım kalemle paketin üstündeki yirmi yazısını tamamlamış. Kasketli bir adam görüntüsü oluşur da “Köylü” derlerdi hani. Sonra çay koydu, oturduk çay sigara eşliğinde hasret gidermeye başladık. … Buraya kadar her şey iyi de, sonrası sıkıntılı. Biz çaylarımızı içip, dereden tepeden konuşurken kapı çalındı. Ercan “Öğrenci arkadaşlar geldi” deyip kapıyı açtı; polis memuru arkadaşlarmış. Dört beş kişi varlar. İçeri girip, bir şeyler bir yerlere kaçacakmış gibi sağı solu hızlı hızlı aramaya başladılar. Kitap, dergi, giysi ne varsa ortaya dökülüyor; Ercan’la biz kanepenin kıyısına iliştik izliyoruz. Soru sorulursa Ercan yanıt veriyor. Yalnız amirleri olduğu anlaşılanı aramaya katılmıyor, o uzunca salon boyunca gidip geliyor. Arada durup bir şeylere bakıyor. O an farkettim, duvarda çerçevelenmiş kocaman bir Karl Marks resmi asılı. Bir fark edilirse, yanmamıza yeter de artar bile. Bu işin kurtuluşu da yok. Kaçıncı geliş gidişindeydi saymadım; voltayı yarıda kesip geldi tam resmin önünde durdu. Zaten her geçişinde resme yaklaşırken kalp atışlarım hızlanıyordu, bu kez yerinden fırlayacak gibi atıyor. Adam gitmiyor, birine benzetmiş gibi dikkatle bakıyor. Ben düşünüyorum “Bu bizim yanışımızın ilk ışıkları mıdır?”, “Acaba bu suçun cezasında konuk indirimi var mıdır?” Aklımdan bin bir türlü soru gelip geçiyor. Sonra amir, dikkatli bakmaktan vazgeçti, birkaç kez daha gitti geldi. Yine her gidiş gelişte resmin önünde durup inceleme yapmayı ihmal etmedi. Son gelişte daha bir uzun baktı, yürüyüp gitmedi. Şüphelendiği belliydi. Biliyorum, eğer resmin kime ait olduğunu anlarsa, memurlara seslenir: - Aramayı durdurun, bu yeterli. Resmi de bunları da götürün. … Uzun uzun resmi inceleyen amir bize döndü, eliyle gösterip kısa bir soru sordu: - Bu kim? Soru öyle bir soru ki, doğru yanıt adamı nerelere götürür belli değil. Yalnız bizim Ercan bu konularda deneyimli. Amirin yüzüne gülücüklerle baktı: - Dedem, dedi. Hacı Mehmet dedem. Ercan bir söz söyledi, azar da işitmedi ya, çenesi düştü. Neymiş? Biz hala dayı çocuklarıymışız. Hacı dedemiz onun ana tarafından, benim de baba tarafından dedem oluyormuş. Arada da beni dürtüyor. “Söylesene Mehmet, sana hacı dedemin adını koymuşlar ya. Gerçeği anlatsana!” Artık ben de “Ha hı!” yapıp onu yalancı çıkarmamaya uğraşıyorum. Amir, Hacı Mehmet dedenin torunlarıyız deyince, daha çok kızdı: - Yakışıyor mu size? Böyle nur yüzlü adamın torunlarına yakışıyor mu bu yaptıklarınız? … Amir, her ne kadar bize karşı “Sosyalizmmiş de mosyalizmmiş de…” diye diye söylenmeyi sürdürse de, mübarek sakalıyla gözünün içine içine bakan hacı dedeme karşı bir yakınlık duymuştu. Ağzı laf yaptığı için Ercan’a sordu: - Hacı amca sağ mı? Ercan başını eğip “Aah gitti!” der gibi sallamaya başlayınca amir çok üzüldü: - İyiler çabuk ölür zaten! … Ardından memurlara seslendi: - Gidiyoruz arkadaşlar, bunlar öyle çocuklar değil.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |