"Bilmezlik ile ne hoştum; hayalimde ne güzellik, ne de aşk vardı." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Merhaba Sevgili…! Nasılsın? Bugün hangi rengindesin hayatın? Hangi deminde, hangi düşünde yağmur yüreklim… Şimdi Londra’nın karlı bir akşamından yazıyorum sana bu satırları. Hem de buzdan hayaller kurarak. Yokluğunda buz tutan ellerimle… Oysa sana sımsıcak düşlerle gelmiştim, sımsıcak umutlarla. Şimdi Pencerelerimden ışık sızmıyor, gece kendi karanlığında büyüyor sevgili… Ruhların kapılarını açan bir hüznün siyahlığında. Aklın deli divane olduğu vakitlerdeyim. Belki poyraz, belki lodos, yalnızlığımı dağıtacak bir rüzgârın yoldaşlığını arıyorum sevgili. Bütün acılarımı, bütün özlemlerimi, tek tek koltuğumun altına biriktirip geldim buraya… Koskoca dört saatin, benim için neredeyse sonu gelmez yolcuklara dönüşmesi ise ayrı bir katmer oluşturuyordu, seninle yaralı yüreğime… Sensiz her yere kara kış gelmiş be sevgili. Son yıllarda görülmeyen bir soğuk, insanın iliklerini donduran. Bir yönden de seviniyorum bu karakışa, kimse anlamayacak diye sensizlikten buz tutmuş yüreğimi. Kimse ne oldu demeyecek yüreği sımsıcak bir adama. Gelir gelmez Londra’nın en hareketli yerlerine attım kendimi. En kalabalık meydanlarına, caddelerine… Bir yanım unut diyordu seni, bir yanım kalbinde taşı. Hayır unutma... Trafalgar square, Picaddilly circus, Oxfort street ve Covent garden’ dayım ve bu acıyla gidecek daha çok yerim var. Kalabalıklara sığınmalıyım. En azından bugün yalnız kalmamalıyım. Söylesene, kalabalıklar unutturur mu seni sevgili …? Yollara vuruyorum kendimi, mütevazı heykellerle karşılaşıyorum. Roma sütunlarıyla, bazen halkın kendi hatıralarında gizli, yıl dönümlerinde çiçek bıraktığı anı köşeleriyle karşılaşıyorum. Belki burada bize de bir anı köşesi yapmalıyım. Yine yürümeye devam ediyorum. Dikilitaşlarla anılan general/komutan heykelleriyle karşılaşıyorum, Kraliçe Victoria dönemine ait heybetli binalarla… Dünyanın en büyük limanındayım sevgili ama hiçbir araç beni sana getirmiyor… Getirse de zaten sen kabul etmiyorsun sevgili… Bu kadar mı gücümü aşan bir dilek olmuşsun benim için. Senden ne kadar kaçmak istesem hep bir hatıra, hep bir özlem sahnesiyle karşılaşıyorum. Bankta oturan bir çift takılıyor gözüme, soğuğa aldırış etmeden oturuyorlar elele, gözgöze. Gözlerinden ısınıyorlar galiba, sevgi dolu bakışlarıyla ısıtıyorlar birbirlerini. Bu kareye bakınca sen geliyorsun aklıma. Biz seninle sevgili değil, bir masada oturacak arkadaş bile olmadık, hatta şehrin bir yerinde tesadüfen yan yana gelen iki yabancı bile olamadık sevgili… Ne olmuştu bize? Neden bir çift söz edemeyecek kadar vakit ayırmadın bize? Neyi yanlış yapmıştık, neyi eksik…? Bu kadar mı tecrit edilecek bir insandım? Bu kadar mı virüs taşıyordum dilimde. Neden bir kere olsun anlamaya gayret göstermedin. Neden bize bir fırsat vermedin sevgili… Bir kere yan yana gelseydik, sen isteseydin inan dünyalar aralanırdı. Sen isteseydin daha öncede söyledim devrim olurdu sevgili… Biraz çemberin dışarı çıkınca, daha iyi anlıyormuş insan. Meğer ben bunu geç fark etmişim. Çünkü kış ayları çoktan başlamıştı senin gönlünde. Çorak yüreklere sevgi ekilmiyormuş. Senin gönlün nadasa bırakılmış. Ama insanın hayattan her zaman öğreneceği yeni şeyler oluyormuş.Belki de böyle avunmalıyım. Böyle avutmalıyım kendimi. Bu kez de seni öğretti bana, yüreğinin soğukluğunu, kış soğuklarını… Unuttuğum Ankara ayazının senin yüreğinle nasıl buza dönüştüğünü… Bu gece tek sen değilsin beni yalnız bırakan, yıldızlarımda yok yanımda. Yıldızların bıraktığı, ışık damlaları. Yıldızların ısıttığı sözlerimde yok bu gece. Gece sükûnet, gece sınırsızlık, gece tuzlu bir göz damlası ardında… Gece hüzünlü uzaklar..Uzaklara takılıyor gözlerim, hem de dilimde kutlu bir duayla… Şehrin geliyor aklıma. Ankara’nın caddeleri, parkları, bahçeleri, insanları ve yıldızları derken, koskoca bir ay tükenmiş be sevgili. İlk geldiğimde çınar yaprakları dökülmüştü ve sonbaharın tüm hüznünü taşıyordu şehrin caddeleri. Ama yinede bir bayram sabahı kıpırtısı taşıyordu yüreğim. Senin şehrinde olmanın sevincini..Sana bir adım daha yaklaşmış olmanın sevincini taşıyordu. Oysa şimdi buz kaplamış şehrin caddelerini, giderken bıraktığım göz yaşları donmuş ardımda sevgili… Kent öksüz ve yangın yeri düştüğün hayallerin. Senden geriye kalan, sadece aynı şehirde nefes almak ve aynı göğe bakabilmek avuntusu… Meğer sen insana sadece bir düşmüşsün, düşlerinde kendine bile yer yokmuş senin… Şimdi düşte gör, düş de gör sevgili… Hadi, biraz da sana dönelim sevgili. Kimbilir şehrinin şimdi neresindesin. Ne yapmaktasın? Başardın be deli kız. Kendine ulaştırmamayı başardın. Kendine saklanmayı, kendine kapanmayı… Sevinebilirsin şimdi. Ne kadar zorum ben diye övünebilirsin de kendinle. Hatta hücremden dışarı çıkmadım, kapıma gelene kim o demedim diye kendinle gururda duyabilirsin. Başardın be sevgili. Tebrik ederim, başardın. Peki, tahlillerin doğru çıktı mı? Hassas yüreğinle, su terazisi gözlerinle yaptığın ölçmelerin tartmaların… Tahmin ettiğin gibi mi oldu? Hani başkalarının içlerini okuyabildiğini söylemiştin. Okuyabildin mi benimde içlerimi? Ama yinede kızamıyorum sana… Bir güvercin tedirginliğindesin. O kadar dilin, gönlün yanmış ki; her sözü üfleyerek dinliyorsun. Korku o kadar işgal etmiş ki bedenini, o kadar yaralamışlar ki seni. Artık sende yaralıyorsun. Bel ki oda bana denk geldi. Belki de benden çıkardın hayatın tüm hıncını… Belki senin yerinede ben konuşmalıyım, senin yerinede ben kurmalıyım cümleleri… Belki de sükûnla beklemeliyim sevgili. Sükunla bana gelmeni… Belki de sen daha küçük bir kız çocuğusun, henüz sevda nedir bilmeyen… Belki de şımartmışlar seni, ondandır bu kırıp, döküşün. Belki de sözlerin var sadece senin, ellerin var. Senin ışığın yok sevgili… Senin ısınacak bir sevgin yok. Senin yüreğin yok. Belki de sen diye biri yok. Sen hayalsin sevgili, benim yarattığım bir hayal. Çünkü sen yoksun be sevgili… Yoksa var mısın? Varsan, hani nerdesin be sevgili? Soğuktan mı düşüyor bedenin? Yoksa boyun mu eğiyorsun? Neden bu kadar güçsüzsün? Rüzgâr seni de mi savuruyor hep bilmediğin, görmediğin o yabancı bakışlara?’ Sen yüreğini çözebilseydin siyahından, kollarını kendinden çözüp, uzatabilseydin bana. Sımsıkı tutacaktım o elleri ve hiç bırakmayacaktım. Ama sen soluğumu yakından duymaktan, benimle göz göze gelmekten aklın çıkıyordu değil mi? Bir zamanlar içinde çağlar devşirmiş gözlerime bakmaktan, bakarda içinde kendini görürsün diye ödün kopuyordu değil mi? Ellerini uzatıp tutarsan, bir daha bırakamazsam diye korkuyordun hem de. Ama korkma artık! Bitiriyorum bu masalı… Bundan sonra siyah beyaz bir resimsin… Ay ışığında hiç görmediğim gözlerinde bir uyku. Şimdi emanet bir uykusun bana. İçine sadece sevgililerin girebildiği emanet bir uyku… Her sevgilinin uykusuna yetecek mistik bir uyku… Şimdi acıda olsa, sözlerime son verme zamanı. Ama önce sana birkaç şarkı hediye etmeliyim. Hatırlatsın diye beni ve yokluğumda rüzgarlar sürekli kulaklarına sayıklasın diye. Mesela Sonat’tan - “Aşkım beni Unutma” ve Onur Akın’dan - “Yağmur Yüreklimi” dinlemelisin. Çünkü bu şehire her yağmur yağdığında aklıma ilk sen geleceksin. Mariah Carry -“A Hero Lıes İn You”, Celine Dion- “My Heart Will Go On” Bülent Ortaçgil- “Benimle Oynar mısın” Ayten Alpman – “Ben Varım”, Atlan Civelek – “Deniz Gözlüm” Ahmet Özhan- “Saymadım Kaç Yıl Oldu”, İntizar – “Alamazsın ki”, Tual – “Kadınım” Sezen Aksu – “Tükeneceğiz” Mıchael Buble- “Lost”, Secret Garden – “Always There” vb. Aslında daha pek çok melodide seni arayacağım. Şimdi yine kendi içime gömülmeliyim.Biriktirdiğim seslerle, kokularla, tatlarla Kendi dünyama… Ölümlü insanın sonsuzluğuna. Artık zamanın geriye döndürülemez akışının bıraktığı “boş”luk hissiyle yüzleşmeye… Bu mektubu bitirdiğim zaman, şişeye koyup denize atacağım.Ama Ankara’ da deniz yok. Nasıl gelecek gönül kıyılarına bilmiyorum. Gelmezse sen yine okursun içimi, yine okursun düşlerimi… Okur musun sevgili…? Doğan ORMANKIRAN London
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Doğan ORMANKIRAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |