Bir sanatçı başarısız olamaz; sanatçı olabilmek bir başarıdır. -Charles Horton Cooley |
|
||||||||||
|
Bir bütün olarak insanlığın yaşamı, geçmiş zamanlarda daha insani değildi gerçekte… Bu düşüncemin doğru olmamasını yeğlerdim. Ancak ve ne yazık ki biraz dikkatli bakınca, uzun çağlar boyu insan ilişkilerinin, çoğunlukla insanca olduğunu söylemek zor… Elbette ve ne güzeldir ki, bu eleştirel yaklaşımın dışındaki insanlar her çağda vardı. Vardı ya, ne yaptıkları ne de varlıkları yeterli olmadı, olamadı. Azınlıktaydılar her zaman. Karşılarında çoğunluklar vardı. İyi, güzel ve özellikle de doğruları amaçlamayan çoğunluklar… Bir türlü insanca yaşamayı, üzerinde insani anlamda yaşam olan tek gezegeni, dünyayı, insanlığın büyük evini paylaşmayı öğrenemedik… Yaşadığımız günlerde insanlıkla bağdaştırılmayan olumsuz örnekler sıralanıyor, art arda. Üstelik dünya genelinde... Aslında bütün bu yaşananlarla benzerleri, geçmiş yıllar ve çağların da gerçekleriydi. Dünya dünden bugüne, bir günde değişmedi. Bugün yaşananların tamamı olumsuz değil elbette. Dün yaşananların da öyle… Dünden-bugüne olumlu ve olumsuz yaşananlar iç içe, az ya da çok, çağlar boyu birlikteydi… Haberler bu denli hızlı yayılamıyor, insanlar dünyanın farklı köşelerinde yaşananların çoğundan haberdar olamıyordu. Bu durum da, dünyanın genel olarak daha normal bir yer sanılmasına neden oluyordu. Sanmayıp, gerçeklerin farkında olanlar da vardı, farkında olmak istemeyenlerin kalabalıkları arasında. Çoğunlukların amacı da farkına varmak değil, inanmaktı aslında. İnanmak istiyorlardı, kendilerinin bile inanmadıklarına… Her şeyden önce kendilerini iyi tanıyorlar, kendilerini inandırmaya çalıştıkları aldatmalara, bağnazlık düzeyinde sarılıyorlardı. Özellikle de yaşadığımız coğrafyanın önemli bir bölümü, hatta çoğunluğu, çoğunlukları ve hâlâ… Peki kimden, neden, nelerden kaçıyordu o insanlar? İnsan kendisinden, belleği ve anılarından kaçabilir mi? İnsan beyni bilgisayar beyni değil ki sıfırlanıp, bir anlamda yenilensin… Bir gün, uzak gelecekte o da olacaktır. Ancak yaşadığımız günlerde teori olup, araştırmalarla sınırlıdır. O uzak geleceğin gelebilmesi de insana, amacı ve yapacaklarına bağlıdır. Yapan ya da bozan insan olmasına, yapmayı ya da bozup yıkmayı amaçlayan insanların yanında olmasına bağlıdır. Eğer insan ve insanlık olarak, “insanlık dışı” diye adlandırdıklarımızı önleyemiyorsak, aynalara bir kez daha bakmamızda yarar vardır. Ya da neye insan dediğimizi, bir kez daha gözden geçirmemiz gerekebilir. Diyojen de bu toprakların insanıydı. Çağlar önce, “insan arıyorum” diyerek, gündüzleri fenerle dolaşıyordu. Çağlar sonra insanı arıyor, insanlığın nerelerde yitirildiğini anlamaya çalışıyorsak; sandığımız ölçülerde ilerlediğimizi söyleyemeyiz… Evet, teknolojik olarak ilerledik. Daha dün hayal olan bilimkurgu öğeleri yaşamlarımızı kuşattı. Bilgisayardan uydulara, moleküler çözümlemelerden genetik kopyalara uzayan özelliklere artık şaşırmıyor; büyücülük olmadığını da biliyoruz. Dünya, artık bir köşesinden diğer köşesine aylar, hatta yıllar süren yolculuklar gerektirmeyecek ölçülerde küçüldü… Dünya küçülürken gözler büyüdü. “Göz mideden büyüktür” sözünün gerçekliği, bir kez daha kanıtlandı. Mideler doyarken, insanca bakan gözler azaldı. Büyüyen gözler, doymak bilmeyen aç bakışlarını her yere, her şeye dikti. Gerçekte dünya da küçülmedi, biz hızlandık. Bilimsel araştırmaların insanlığın hizmetine sunduklarıyla hızlandık. Hızlandık ya! Kontrol, yetinme ve benzeri kavramları unuttuk, unutmuş göründük; o hızlı dolaşımların baş döndürmeleri arasında. Başlar döndü, gözler kararırken çevreyi göremez oldu. Görmek istediklerini koydular yerlerine. Yetinmeyip, görülmesi gerekenlerin onlar olduğunu anlattılar kendileri ve dinleyenlerine. Hızlanmıştık bir kez, anlatılanlarla da yetinilmedi. Anlatılanların tek gerçek olduğunda ısrar edilmeye başlandı. Israrlar zorlamalara, dayatmalara dönüştü. Dünyada yeni bir düzen başlıyordu. Geri kalmak istemeyenler ona uymalıydı, uymak zorundaydı… Geride kalanlara yenileri eklendi. İnsan, insanlığın hızına ayak uyduramadı. Yakalamaya çalışırken soluksuz ve geride kaldı. Kaldığı yerde unutulurken, sesi duyulmaz oldu. Dünyayı küçülten insan, büyümekle övündü. Büyürken, dünyası küçüldü. Küçükler gözden kaçtı, gün geldi görünmez oldu. Küçük dünyanın büyük insanları, büyük dünyanın küçük insanlarını arar oldu. Gün geldi, “ne oluyor?” şaşırmaları başladı. “Neler oluyor?” geldi ardından. Her şey gibi, düşünceler de hızlanmıştı. Kısa sürede, “ne oldu bize?” arayışları, “ne oldu bu dünyaya?” şaşkınlıklarına karıştı. İnsanların neden olduğu insansızlıklarla, her an sarsılmaya başladı insanlık. İnsan, insanlığını unutmuştu bir yerlerde. İnsanlık insanını arıyordu, kaybetmediği, bulma şansının olmadığı yerlerde. Oysa güneş hâlâ doğup, dünya dönerken yaşam sürüp gidiyordu. Ancak sürmeyen bir şey vardı. İnsan güneşin kendisi için doğmayıp, dünyanın kendisi için dönmediğini unutmuştu. Unutmuş görünüyordu… 28 Aralık 2010, İstanbul Ertuğrul Asım Öztürk
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © E. Asım Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |