Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
SİZE ÇIKTI Orta yaşlı sayılırlar, biri bay biri bayan; üniversiteden geliyorlarmış. Bizim mahallede çekiliş yapmışlar, ikramiye bize çıkmış. Yani durduk yerde. “Buyurun” dediler, kazandığınız porselen tabak. Hoşuma da gitmedi değil. Ne de olsa, bir kutu kağıt mendil için otuz gün kupon toplayan bir ırkız. Yeter ki bedava olsun, severiz böyle şeyleri. Aynı gazeteden sekiz tane alıp, birine bile göz atmadan, kuponlarını kesip attığımız az mıdır? Öyleyse, hiç masrafsız ödüle sevinilmez de ne yapılır? … Ama, durduk yerde enişte öpücüğü gibi gelen ödül de işkillendirmiyor değil. Başımıza bir iş açmayalım! Evde konuklar var; “İstemem, hadi gidin!” de diyemedim. Israrcılar da. Başladılar anlatmaya. Neymiş, bizim halkımız şansa inanmazmış. Ama gerçek öyle miymiş? Bak işte, mahallede bir çekiliş yapılmış, neden gerek duyulduysa, hoop diye bize çıkmış. Demek ki, oluyormuş. “Bana çıkmaz” deyip uzakta durmamak gerekirmiş. Ben geri geri gidiyor olmalıyım, erkek olanı tutup tutup kendine çekiyor. Erkek çekiştiredursun, bayanın elindeki porselen tabak da kıpırdadıkça göz kırpıyor. Mutluluktan uçmam mı gerekiyor, yoksa burun kıvırmam mı, bilemiyorum. Konuklar takım tutar gibi arkamda. Gıptayla bakıyorlar. İçlerinden “Seni gidi şanslı namussuz” diye geçirdiklerine hiç mi hiç kuşkum yok. Gözleri kıskançlıkla parlıyor. Aralarında, “Bizim mahallede çekiliş yapılmayacak mı?” diye soranlar, açık adres verenler var. Bayan, kazandığımız porselen tabağı elime tutuştururken, erkek de çantadan başka şeyler çıkarmaya başladı: “Beleş porselen tabağı aldık ya, bir iki alışveriş de yaparmışız artık!” demek istiyor. Baktım, fiyatlar bayağı besili. Kabataslak sekiz on kat var. Şimdi ikramiyeyi de almış, daha doğrusu aldırılmış bulunduk, bir şey satın almazsak şık olmaz, diyorum ama, neredeyse düzinesini alacağımız parayla tekini alacağız. İster istemez kıvırıyorum: - Para yok, alamayacağım. Satıcılar bir yandan “Taksit yaparız, senet de olur” gibi sözlerle ikna etmeye çalışırken, bizim konuklar da çok gerekliymiş gibi onlardan taraf oluyorlar: - Canım imzalayıver bir senet. O da para! - Kaç paralık şey? - Üzme insanları şimdi! İkramiyeyi götürürken iyi miydi? Sonunda bütün yüzsüzlüğümü takınıp alamayacağımı söyledim. Satıcılar gözleri elimdeki porselen tabakta kala kala uzaklaşıp gittiler. … Bu arada konuklar da, çekilişe belki kendi mahallelerinde devam edilir, diye, hızla evlerinin yolunu tuttular. Onlar giderken, eşikte, alt katta oturan Safiye teyze bitti. Yüzünden gülücükler saçılıyor: - Tam on dört ayak. Sen böyle bir şey duydun mu hiç? Söylediğinden de bir şey anlamadım ya, “Duymadım” dedim. Elinde, çıplak gözle ne işe yaradığı anlaşılmayan, küçük bir alet: - Bak, dedi, bu elimdeki çok yararlı alet üç yüz lira, ama aslında bu da hiç önemli değil. Dikkatlice baktım, hiç bir şeye benzemiyor. - Doğru, dedim, gerçekten önemli bir şeye benzemiyor. O da zaten para mara vermemiş, küçük bir kağıda imzasını almışlar o kadar. Aslında onu da almayacaklarmış da, büyük hediye sağlama alınsın diye almışlar. Kapıya gelenler ne olduğu belli olmayan şeyi üç yüz liraya satıp, bir de çekiliş numarası vermişler. Safiye teyze heyecandan ölecek: - Çekiliş, dedi, hemen hafta sonu; tam ondört ayak. - Ne ondört ayak? - Buzdolabı. - Ondört ayak mıymış? - On dört. Sizinki kaç ayaklı? - Bizimki eski model, dört ayaklı. Safiye teyze verdiğim yanıta çok güldü; kendisine de buzdolabı çıkacağından emin. On dört ayaklı buzdolabının nasıl bir şey olduğunun heyecanını yaşıyor bir yandan. “Öyle kırkayak gibi buzdolabı olmaz” diyecek oldum, dinlemiyor. Zaten danışmaya değil, mutluluğunu paylaşmaya gelmiş. … Sonunda bizim porselen tabak gözüme ilişti. Tam da, bizim nasıl para vermeden aldığımızı, pahalı eşyaları da satın almadığımızı örnek vereyim derken, az önce porselen tabak hediye edenler çıktı geldi: - Amca sizin burası kaç sokak, kaç numara oluyor? - 532 sokak, 20 numara! - Yanlış olmuş, ikramiye 523 sokağın 20 numarasına çıkmış, hediyeyi gerçek sahibine vermemiz gerekiyor; haksızlık olmasın. Alıp gittiler. Gittiler de, Safiye teyze herkesin hediyesine göz koyduğumu düşünmüş olmalı. Beni şöyle tepeden tırnağa bir süzdü; yüzünden on dört ayak buzdolabını bir fırsatçının elinden kurtarmanın mutluluğu okunuyordu. Tek bir söz söyledi: - Kaptırmam dolabımı fırsatçılara!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |