..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Şenol Durmuş




14 Kasım 2010
Karakol ve Ayna  
Şenol Durmuş
Karakolda bir komiser olmak, hele başkomiser olmak demek, bu yerde çok özel bir durum ve güçtü. Artık insanlar, esnaflar, hatta sokaktaki kediler, köpekler dahi bu güçlü komiserin denetimi altında yaşardı. Aynı Osmanlı döneminde Yeniçeri karakollarında olduğu gibi sistem belki de hiç değişmemişti.


:AGIH:
Semtin ana merkezinde bulunan iki katlı eski bir bina bizim karakolumuzdu. Onlarca yıl semt ahalisine hizmet eden bu karakolun tabelasında şimdilerde "Çocuk Polisi" yazar. Tabela ve yazı öyle süslü, püslüdür ki onu gören beş altı yaşlarında bir çocuk belki de hemen koşar adım içeri girmek isteyebilir. Çeşitli renklerde, çiçek desenleriyle harfler öyle gösterişli, öyle sevecen, öyle duygusaldır ki, bilmeyen birisi buranın çocuk yuvası olduğu hissine kapılabilir. Eski karakolumuzun önünden geçerken sürekli gülümserim. Şark kurnazlığının devlet yansıması olduğunu düşünürüm ve "pes" derim, "bu kadar da olur mu?"

İçeri düşen bu çocuğa bir oyuncak ya da pasta kurabiye mi ikram ediyorlar acaba diye sorar ve yine gülümserim. Acımasız bir suçlu profiline çoktan ulaşmış tinerciler, uyuşturucu satıcıları, hırsız, gaspçı, tecavüzcü çocuklara bu çiçekli, desenli, hoş karşılama yazısı gerçekleri bilenleri güldürür. İçeri girdiklerinde yediği dayakları hiç kimse bilemez, elbette göremez. Ama bu yazıyı her yerde, herkes görür. Çocukların işlediği suçlar, büyüklerini kat be kat fazlasıyla geçtiği için olacak ki eski semt karakolları çocuk polisi bürosu haline dönüştürüldü. Şark kurnazlığı, köylü felsefesi ile hareket eden devlet kurumları ve görevlileri tarafından.

Ama kimin umurundaki? Bu karakol, çocuk suçlular, onların ne yaptıkları, neden bu hale geldikleri kimin umurunda? Üstelik yetmezmiş gibi, Cumhuriyet'ten bu yana halkın korkulu kabusu olan karakolu bir anda bu şekilde sahneden çekmek ve geçmişi, yaşanan olayları unutturmak takdir edilmesi gereken bir zeka olsa gerek. Çok değil daha düne kadar bu karakol tüm ihtişamıyla hizmetteydi. Daha eski yıllarda ise gücünün zirvesinde sayılırdı. Suç oranının belki de sıfır derecesi olduğu yıllarda burada görev yapan komiserler, polisler, bekçiler ise acımasızlığın en üst noktasında kendilerini hissettirmişti. Çok iyi izlediğimiz sahnelerdi.Filmlere, senaryolara taş çıkartacak sahneler yaşamıştık..

Bir dönemin karakolları..

Karakolda bir komiser olmak, hele başkomiser olmak demek, bu yerde çok özel bir durum ve güçtü. Artık insanlar, esnaflar, hatta sokaktaki kediler, köpekler dahi bu güçlü komiserin denetimi altında yaşardı. Aynı Osmanlı döneminde Yeniçeri karakollarında olduğu gibi sistem belki de hiç değişmemişti. Memurlar yüzlerce yıllık bir geleneği sürdürürken, vatandaş da aynı koyun uysallığını ve kurnazlığını sürdürüyordu. Bir yerden buraya tayin olan bir başkomiser gerekli ön bilgileri ve raporları hemen alırdı. Hangi esnaf ne yapıyor, ne kazanıyor, kim temiz, kim pis, kim kumar oynatıyor, bütün bunların raporunu alırdı. Çünkü bu onun hakkıydı. Karakol amiri o'ydu. Bu çöplüğün horozuydu. Bu komiserlerin hemen hepsi de sert adamlardı. Kolay kolay gülmez, sinirlendimi de iki tokatta karşısında duran adamı yere sererdi.

Vatandaş üçüncü tokatı yememek için yerde bir süre sürünürdü. Bir tiyatro sanatçısını, aratmazdı. Eğer kızmışsa bizim komiser bir tekme daha sallardı. Sonra duruma göre bu adamı salardı. Çünkü çok basit bir nedenle karakola düşmüş bir adamdı. Bu adamın götüreceği bir mesaj vardı. Sonra bu adam kahveye girer, çayını içerken yediği dayağı ballandırarak anlatırken kendini överdi. Bir kahraman gibi.. Komiser'i öyle bir anlatırdı ki duyan yandık derdi. Azrail semtimizde diye düşünürdü. Kahveci, esnaflar, vatandaş el ele verir, bu yeni gelen komiseri anlatır dururdu. Konuya bir'e on katılırdı.

Sonra bizim yeni azrail komiser yanına birkaç polis alarak semtte tur atardı. Birçok esnafa uğrar, bazen hal hatır sorardı. Yalaka esnaf da zaten hazırlıklı sayılırdı. Yılların vermiş olduğu köylü kurnazı tecrübesi devreye girerdi. El pençe divan onu saygıyla karşılardı.Bu yeni gelen sayın komiser di... Bazıları ağlarken, bazıları gülerdi. Komiser'in koca pençesini öpmek, onu yalamak için bir yarış başlardı. Bu pençeyi vatandaş iyi tanırdı... Bu pençe Malazgirt'ten bu yana halkın hizmetindeydi. Bu bilinirdi ve buna göre saygı gösterilirdi. Bizim komiser hedefine ulaşmış olurdu. Artık sıra karakola gelen hediyeler, avantalar sırasıydı.

Bazı esnaflar daha da ileri giderdi. Bu güçlü komiserle dost olmak, arkadaş olmak için çırpınıp dururlardı.

"Helal olsun bana, geçen gün bizim karakol amiri Zeki bey ile Kumkapı da rakı içtik. Ne adam beee.. Sonra Beyoğluna çıktık, iki tane hatun aldık. Hesabı evelallah ben ödedim. Komiserim bir odada, ben bir odada alem yaptık. Karakol'a işiniz düştü mü beni arayın, yardımcı olurum, Zeki bey çok iyi dostumdur."

Bakkal Ahmet efendinin anlattıkları doğruydu. Komiser ile öyle dost olmuşlardı ki onun aletine kadar hizmette kusur etmemişti. Elbette karşılığını alacaktı. Ahmet'in bir yakını kazayla karakola düştümü de eğer suçlu ise anında mağdur olurdu. Ahmet'in yakını her türlü kollanırdı. Karşısında şikayetçi olan suçlu durumuna düşerdi. Dayak bile yiyebilirdi. Artık bu komiser işini oturtmuş bir konumda sayılırdı. Hatta kumar oynatan bazı kahvecilerden en tilki, en sansar olanları onu bir de üstelik kendilerine karşılıksız ortak alırdı.

"Aman komiserim bana ortak olun, size her gün şu kadar para veririm, Polis Kenan ile İzzet beni çok rahatsız ediyor, doymak nedir bilmiyorlar, isminiz olsun yeter."

Komiserimiz memnuniyetle kabul ederdi. İki polis memurunu da çağırır fırçasını çekerdi. Yeni ortak olduğu işi anlatırdı. Onları köprü nöbetine göndermekle tehdit ederdi. Her komiserin, her polisin sömürdüğü bir esnaf bir vatandaş mutlaka olurdu. Ahbap çavuş ilişkileri üst seviyeye çıkardı. Esnaflardan özellikle kahveciler, dernekler, haftalık vermek zorundaydı. Bir komiser bunu çok güzel izah etmişti. Kahvecileri ve dernekleri karakola çağırmıştı. Bas bas bağırmıştı.

"Ulan hergeleler, ulan deyyuslar, gece gündüz kumar oynatıyorsunuz, para kazanıyorsunuz, peki vergi ödüyor musunuz? Yok ödemiyorsunuz. Çünkü kumarın vergisi olmaz, bizler de kumarın vergisini tahsil ediyoruz ulan. Adam gibi aksatmadan haftalığınızı verin.Yoksa yakarım çıranızı"

Toplantıya çağırılan kahveciler büyük bir olgunlukla kafalarını sallamıştı. Tabii ki komiser, polisler ve bekçiler de aynı şekilde karşılık vermişlerdi. Burası bir ticarethane gibiydi. Suç önlemek, suçlunun peşine düşmek, asayişi huzuru sağlamak bir pembe hayal dünyasında yolculuk gibi görünürdü. Bu meslekte kimse gülmezdi. Gülmek acizlik, zavallılık belirtisiydi. Bakışlar çok sert ve donuktu. Gözler bir avcı gibi bakardı. Bu yüzden olacak ki birçoğunun yüz ifadeleri çok sert, hatta çirkin olurdu. Kafatası yapısı bile şapkaya uygun olarak zamanla dört köşe bir yapıya kavuşurdu. Darwin'in söylediği gibi belki de, türler, bulunduğu çevreye göre, koşullara göre şekil değiştiriyor, uyum sağlıyordu... Çok çirkin olurdu bu suratlar.

Şekilsiz bir gövde, yapı ve ona göre bir surat ve üniforma.Mesleğe genç yaşta başlayan pırıl pırıl üniformalı yakışıklı memurları yıllar sonra kimse tanıyamazdı... Bazı geceler karakolda rakı alemleri yapılırken alt kattaki nezarethanede de sefil suçluların çığlıkları duyulurdu. Bazı hayat kadınları da bir ekip otosunda veya karakolun bir odasında becerilirdi. Bu iş sırayla yapılırdı. Psikopat hayat kadınları bunlarla yatmak için belki de çırpınırdı. Belki de özel bir zevk alırdı.

İki komiserin bir bitirim polisin, üç esnafla ortaklığı vardı. İki polis ise tekel bayii açmıştı. Başka bir polis memuru ise faizle para verir, tefecilik yapar, çek senet kırardı. Geri kalanlar da artık ne kadar ne kurtarırsak kardır anlayışıyla çevresine saldırırdı. Bekçiler şanssız sayılırdı. Onları ne polisler, ne de esnaflar adam yerine koyardı. İlkokul mezunu köylüler de bunu bildiklerinden bazen geceleri devriye çıktıklarında hırsızlara yol vermek zorunda kalıyordu.

Kolladıkları hırsızlar da elbette karşılığını büyük bir sevgiyle verirlerdi. Çünkü sokakları bir komiserden, bir polisten daha iyi bilirlerdi. Karakolda yıllar geçse de memurlar değişse de, semt ahalisinin karakolla ilişkisi de aynı şekilde devam ederdi. Komiser Zeki giderdi, komiser Hamdi gelirdi. Polis Ahmet giderdi Mehmet gelirdi. Kahveci Şaban, manav Osman da gidene güle güle, gelene Hoşgeldin paşam derdi...Pembe diziler gibi sürerdi yaşam...

Acısıyla tatlısıyla, bir devlet, vatandaş ilişkisini modern Cumhuriyeti ve insanımızı en güzel şekilde yansıtmıştır karakollarımız.

Adeta toplumumuza bir ayna olmuştur. Karakoldaki Ayna...

Hey gidi günler hey...Nere de kaldı O günler?..

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Tebrikler...
Gönderen: Cahit KILIÇ / , Türkiye
14 Kasım 2010
O ayna, belki de Şenol Bey'in, toplumun farklı kesimlerinden bizlere tuttuğu aynadır... Saygılar.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
12 Eylül ve Babam
İçten Sesleniş
Eşek ve Semer
Kumarbazlar
Hey Gidi Günler Hey

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kurtarın Beni
Hırsızlar Kralı
Güzel İstanbul
Sarıgöl Roman Mahallesi 2
İdam İsteriz
Pavyon Sokakları
Dilenciler Köyü
Gel Abi...
Emret Başkanım
Düttürü Düüüttt

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kurtlar Sürüsü [Şiir]
Ego - [Şiir]
Çingeneler Zamanı [Şiir]
Açım Ben [Şiir]
Olmalı [Şiir]
Hani [Şiir]
Zaman Geçsin [Şiir]
Konstantin Ağlıyor... [Şiir]
Kuyu [Şiir]
Sen Gidersen [Şiir]


Şenol Durmuş kimdir?



Etkilendiği Yazarlar:
CERVANTES


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.