Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
- Aç ağzını! Elindeki mavi makaradan kopardığı iplik parçasını ağzıma tıkıştırdı: - Isıır. İkibuçuk kuruşluk aklın var, onu da dikmeyelim. Kopan gömlek düğmemi diktirmede ivecenlik edince, okkalı bir azarla günlük gıdamı almıştım. … Oysa, asıl sert görünümlü olan babam çok iyi davranırdı bana. Terslese diyelim, sözlerinin içine bir övgü sıkıştırır; annem gibi “Üç kuruşluk, beş kuruşluk” gibi alçaltıcı sıfatlar kullanmaz, “Cavır parasıyla şu kadar etmezsin“ gibi latif kıyaslamalarla atacağı fırçaya uygar bir eda, bir ahenk katardı. Onun bu tarzı, işittiğim azarı hafifletir, neredeyse övgü olur, beni gururlandırırdı. ... Dedim ya, babamın bu kadarcık hoşgörüsünün bile zerresi yoktu anamda. Baskıcı, korkulan, daha doğrusu benim tırstığım bir insandı. Başarılı biri olup bu durumdan kurtulmaya çalışabilirdim. Okumaya, araştırmalar yapmaya, bilgilenmeye çalıştım. Tüm harçlıklarımı kitaplara yatırmaya, üstüne ödünç kitaplar bulup okumaya başladım. Kendimi oldukça geliştirdiğimi düşündüğümde, karşısına dikildim: - Anne, ben Devgenç oldum artık. Haberin olsun! Anne, arasıra duyduğu bu sözü benden de duyunca çok şaşırdı. Bir an ne diyeceğini bilemedi. Ama merak da etti; ağzını kulağıma dayadı, bağıra bağıra: - Ne oldun ne oldun? - Devgenç. Annemin yüzünde bir tebessüm belirdi. Bu olay yılda, taş çatlasa üç kez olduğu için, geriye iki gülücüklümsü yüz hareketi kalmış oluyordu. Gülüşün ardından beni tepeden tırnağa süzdü: - Bu boyla mı? - Ne varmış boyumda? - Varından değil, yoğundan. Kısa gelir. - Onun kısası uzunu olmaz. Annem bir şey anlamasa da, onun gözünde iyi bir şey yapma olasılığım olmadığı için, kesinlikle kötü bir şey yaptığımı düşünüyordu. Baktım bir tokat çıkaracak, çevik davranıp soluğu iki metre ötede aldım. Sonra yüzünü kararttı durdu. Neymiş? Onun vurduğu yerde gül bitermiş de değerini bilememişim. ... Bir akşam yemeği yedik, beklenmedik bir şey oldu. Annem “Yemeği yedik, üstüne birer gayve içelim.” deyip, aşodasına yöneldi. Çıkıp çatının saçaklarına baktım yerli yerinde. Saksılara göz attım, düşen kalkan yok. Kendi kendime “Başına bir şey de düşmemiş, acaba sağlık durumu mu kötü” diye düşünmeden edemiyor insan. Kahveleri içtik, içgüdüsel olarak fincanlar kapatıldı. Fal bakmaya benimkinden başlayan annem, ününün çıktığı kadar bağırmaya başladı: - Kim buuu? Hoppala! Az bir neşemiz vardı o da onuncu dakikanın giriş kapısında kaldı. - Kim kim ? - Filcandaki sarı saçlı gancık! - Fincanın içinde bayan mı var? ... Benim hastalanmam da büyük sıkıntı oldu. Birden burnunda çıban çıktı; anamdan habersiz doktora gidemiyorum. Gitmek istesem de param olmuyor. Ama gitmem şart: - Ana ben yarın ilçeye gidip doktora görünecem. - Nereni göstercen? - Burnumda çıban çıktı, acıyor. Meğer annem çaresini biliyormuş: - Olmaz, onun için doktora para verilmez. Senin çaren ayakyolunda türkü çığırmak. - İyi gelir mi? - Birebirdir. - Hangi türkü daha etkili olur acaba? Arabesk olur mu? Şöyle, Gencebay’dan. - Olmaz olmaz. Nori Sesigüzel, Nezihat Bayram gibi sanatçılardan olacak. - “Fırat Kenarında Yüzen Kayıklar”ı söylesem? - Yok, o uzak düşer. Geç eyolur. Bizim buraladan olsun; “Gaydırıgupbak Cemile”yi çığır. Burun iltihabı bir türlü geçmiyor. Helayı gazinoya çevirsem de boş. … Bir gün erkenden yatıp uyudum. Rüyalara dalmışım; orada da annem hastalanmış. Çare arıyoruz, bulamıyoruz. Ne müzik dünyası kar ediyor, ne en derin hocaların nefesi bir gram iyileşme sağlıyor. Bunlardan çare bulmayınca anam yüzüme dikkatlice baktı: “Memeeet” dedi “Aaa Meemeet!” Dikkat kesildim, dinliyorum. “Ey de!” dedi. “Ey ana” dedim: “Bak oğlum, hastalıklar çeşitli çeşitlidir. Kimi seninki gibi türkü ister, kimi rahmetli bubanın hastalığı gibi nefesi kuvvetli bir hoca. Olcak ya, benim hastalığım da doktorluk çıkıvedi gari.” ... Bir an doktordaymışız. Anam muayene oluyor. Basit bir rahatsızlıkmış ama, annem gidiyorum, telaşına kapılmış bir kez. Bir ara doktorun yanında “Ketçap Memeeet ketçap” diye bağırdı da, “Giderken bakkaldan alırız” dememe fırsat kalmadan, doktor “Çekapa gerek yok, hastalık teşhis edildi” deyince, zaten telaş içinde olan anam bunu “Tahlile mahlile gerek yok, yukarıya selam söyle” anladı, bütün ştahı kaçtı. Kendisininki gibi hastalıklara önem versin diye ben de bir an anlamamış gibi davrandım. Sözde son nefesindeki annemin isteklerini yerine getirmeye çalışıyordum : - Sana türkü söyliyeyim mi anne? - I ıhh. - Kahve içer misin? Fal bakarız. - I ıhh. - Siyasete girmek ister misin? Ensesi kalın bir tarikat şeyhi bulayım mı? - I ıhh. Hiç birini istemeyince “Canın ne isterse ondan alayım” dedim; hiçbir şey istemem anlamında elinin dışıyla öte götür işareti yaptı. Ardından uzunca bir “off!” çekti; “Batsın bu dünya!” diye de ekledi. Ama bu da olmadı ki: - Dur anacığım, dedim, dur. O dediğin arabeske girer. Hiç olmaz. Bu gidenliklerden olmalı, türkü olmalı. Sana bir “Devrent Deresi” asılıvereyim mi şöyle, şifa niyetine? - ! … Annem bundan sonra benim hastalığımı da ciddiye alır herhalde, deyip, tam “Bir şeyin yokmuş!” muştusun vericem, uyanıverdim. Baktım yorgan yana düşmüş; buz kesmişim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |