Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
İslam’da Ehl-i Suffa örneğinden yola çıkarak zamanımızda da kimsesizleri, hiç bir şeyleri ve hiç bir yakını olmayanları, sokak çocuklarını, Caminin yanıbaşında bir yere toplayıp onların konut, gıda ve eğitim gereksinimleri sağlanabilir. Caminin önderliğinde her ilçede veya mahallede Çocuk Esirgeme Kurumu ile işbirliği içerisinde Sokak Çocukları Sığınma Evleri kurulabilir. Buradaki yoksul çocuklar yaş gruplarına ve yeteneklerine göre okullara gönderilebilir. Bir an önce çalışma yaşamına katılması gerekenler Çıraklık Kursları’na gönderilebilir. Okullarını bitirinceye ve bir işe girinceye değin bu yoksul çocuklara burs sağlanabilir. Yetişkin olanlar Kur’an kurslarında İslam eğitimden geçirilir ve aynı zamanda Halk Eğitim Müdürlükleri’yle işbirliği yapılarak açılacak Meslek Edindirme Kursları’nda meslek sahibi olmaları sağlanabilir. Meslek Edindirme Kursları Sanayii ve İş-Kur işbirliğiyle iş güvenceli kurslar biçiminde açılabilir. Bu alanda sokak çocukları ile ilgili sorunlarla ilgilenecek Toplumsal Alanda uzmanlaşmış İlahiyat Fakülteleri’nde özellikle bu konularda eğitilmiş Toplum Yararına Çalışmaları Yürütecek Din Görevlileri’ne gereksinim vardır. İslam Tarihine şöyle bir göz attığınızda camilerimiz yalnızca namaz kılınan yerler olmadığını kolaylıkla görebiliriz. Camiler aynı zamanda halkı eğiten yaygın eğitim kurumlarıdır. Bugün Avrupa’nın yeni farkına vardığı ‘‘Yaşamboyu Eğitim’’ Projesini camiler yüzyıllar öncesinden üstlenmişti. Camiler aynı zamanda yoksulların sığınma eviydi. Yoksullar burada yalnızca karınlarını doyurmazlar, özellikle burada eğitim alan öğrencilerdir. Toplumun aydınlanmasında ve gelişmesinde de bu yoksul insanlar görev almışlardır. Bugün çağdaş toplumlar bu kimsesiz çocuklara ve yetişkinlere sahip çıkamamış ve toplumun başına gizil bela tinerci çocuklar olarak sokağa başı boş salıvermişlerdir. Bunlar kendilerine sahip çıkamayan toplumlarının başına bela olmuşlar, toplumun can ve mal güvenliğini sarsmaktadırlar. Bazan yaşlı bir bayanın elinde çantasını çorla alıp kaçan, bazan para isteyip alamadığında bıçaklayıp kaçan korkunç bir baş belası olmuşlardır. Avrupa’da sokaklarda gördüm. Bunlara homeless (evsiz) diyorlar. Bütün toplumsal güvenlikleri sağlanmasına karşın yine de insanca yaşamayı seçmemektedirler. Bunları sokak kenarında bir müzik aleti çalarken, köprü altlarında yatarken ve soğuk kış günlerinde otobüs ve tren garlarında vakit geçirirken görebilirsiniz -onlara çok yaklaşmamam ve onların çok tehlikeli olabilecekleri konusunda uyarıldım. Çok merak ettim, yine de onlardan birine sordum çekine çekine. Sizin toplumsal güvenliğiniz var. Neden buralarda boş boş dolaşıyorsunuz diye sordum. Verdiği yanıt çok ilginçti: ‘‘Her gün içki içiyordum ve alkolik oldum. Ailem de işe yaramaz diye tekmeyi vurup evden dışarı attı.’’ dedi. Görüldüğü gibi yalnızca toplumsal güvence vermek yetmez. Onlara içinde yaşadıkları toplumla uyum içerisinde insanca yaşamayı ve topluma yararlı olmayı da öğretmek gerek. Ehl-i Suffa bugün günümüzün koşulları göz önünde bulundurularak çağdaş bir düşünceyle tekrar ele alınıp toplumun kalkınmasında model olarak kullanılabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı nasıl namaz kılmak için Cami yaptırıyorsa, Hacc işlerini Hacc dairesiyle örgütlüyorsa, Sadaka ve zekatları da toplayacak bir ‘‘Toplumsal Dayanışma Vakfı’’ kurmalıdır. Sivil örgütlerin kurduğu yardım vakıfları da Diyanet İşleri Başkanlığı şemsiyesi altında olmalı ve onların da çalışmalarını denetlemelidir. Kurban kesimlerini belli bir disiplin altına alıp kesilen kurbanların etlerinin belirli bir kısmının da bu kimsesiz sokak çocukalarının da yararına sunabilir. Zekat Vakıfları aracılığıyla lise ve üniversite öğrencilerine yurtlar yaptırmalı. Onlara üç öğün sıcak yemek vermelidir. Geçen haftalarda okudum bir gazetede: Bir üniversite öğrencisi aç ve yoksul. Perişan durumda bir iş hanının mescidinde kalır gizlice. İnsanlar şüphelenir ve araştırırlar. Barınacak yeri olmayan yoksul bir üniversite öğrencisi olduğunu öğrenirler sonunda. Öğrencilerimize çağımızın Ehl-i Suffaları gibi özen göstermeliyiz. Onlara çocuklarımız gibi bakmalıyız. Onlar ülkemizin geleceğidir. Onlar yurt kalkınmasının motorlarıdır. İnsan kaynakları doğal kaynaklardan daha önemlidir. Öğrenciler okuyup yurt dışına kaçtılarında hayıflanıyoruz değerli beyinlerimizi kaybettik diye. Adeta kendimizi beynini kaybetmiş toplumlar gibi hissediyoruz. Bu seçilmiş zeki yoksul öğrencilerimizi burslu okuttuğumuz zaman, bu ülkeye bağlılık borçlarından kendilerini ülkemize adayacaklardır. 18. yüzyılın sonlarında Thomas Malthus insan sayısındaki artış sonucunda insanoğlunun bir açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını belirtmiştir. Ama onun toprağı ve teknolojiyi değişmez, tarım kesiminde işbölümünü sınırlı öngörmesi onun bu yanlış görüşe varmasına neden olmuştur. Teknolojik ve üretimsel gelişmeler iki yüzyıl geçmesine karşın bu savı haklı çıkarmamıştır. İslam ekonomisi Yaradanın buyruğuyla evrendeki hiçbir varlığın aç kalmayacağını, tam tersine geçimliklerinin Allah'ın güvencesi altında olduğunu bildirir. Ama insanların açlıktan ölmesi besin üretimi yetersizliğinden, azlığından değil onların içinde yaşamış oldukları sömürü düzeninden kaynaklanmaktadır. Demek ki bir avuç sömürgeci insanın yani %20 varlıklının % 80 malvarlığına, %80 yoksulun ise %20 malvarlığına sahip olduğu sömürgeci düşünce yapısı açlıktan ve hastalıklardan ölmelerinin gerçek nedenidir. (20X4) + (80X0.25) =100 Bu da kabaca yoksulla varlıklı arasında16 kat fark var demektir. Birileri yerlerde sürünürken, diğeri de tepelerde azgınlaşmaktadır. Bu hangi toplumsal adaletle açıklanabilir. Birileri düşkünce çöplükleri yiyecek bulma beklentisi ile karıştırırken, diğerlerinin lüks eğlence yerlerinde tabaklar kırmakta, çeketler yakmaktadırlar azgınca. Yoksa bu hiç bir zaman Yaradan’ın asla sözünü tutmaması anlamına gelmez. Kaynakların akılcı kullanılması sonucunda dünyamız bir trilyon insanı besleyebilir. Carlyle'ın dediği gibi dünyamız bir tarafta iki milyon gömleksiz insan, diğer tarafta iki milyon gömleği nasıl satacağını düşünen insanlardan oluşmuş durumdadır. İslam’ın dediği gibi komşusu aç iken tok olmama ilkesi yalnızca bireylere değil aynı zamanda toplumlara da yönelik bir söylemdir. Bireyin parasal olanaklarını gereksinimlerine göre sınırlamaması savurganlığın en belirgin özelliğidir. Savurganlık, aşırı rahatlık kapısını ve dolayısı ile rüşvet ve yolsuzluk kapısını aralar. Savurganlık doyumsuzluğa elindekilerle yetinmemeye, o da çalışma isteğini kırmaya, sonra sürekli memnuniyetsizliğe ve yakınmaya, ve dolayısı ile inanç duruluğunun bulanmasına, kırılmasına ve iki yüzlülüğe neden olur. Böylece özbenliğine sevgisi güveni sarsılır kırılır, dilencilik yolu açılır. Savurganlığın her türlü kötü sonuçlarını önlemek için insanlar İslami bir bilinçle hareket etmeli, elindekilerle yetinmeye ve olanaklarını kabullenmeye alıştırılmalıdırlar. Savurganlığın önüne parasal yaptırımlarla geçemezsiniz. Bu ancak dinsel ve tinsel öğelerle olur. Kur'an'ın dediği gibi ‘‘Yiyiniz, içiniz fakat savurganlık etmeyiniz.’’ Eskiden İslam ülkeleri aç değildi. Gönence birazcık gereksinim vardı. Şimdi ise İslam ülkeleri açtır, damak tadına gereksinimi yoktur. Batı diğer ülkelerden sömürü yoluyla ele geçirdiği kaynaklarla dünyanın önde gelen ülkeleri arasına girmiştir. Ama eğer onlar savurganlık ve dengesizlikler içerisine gömülmeye devam ederlerse, gelişmekte olan ülkeler birleşecek ve varlıklı ülkeleri bir gün alt edeceklerdir. Sosyalizm savurganlığı zor yoluyla kaldırmayı denemiştir. Liberal düşünceler ekonomik birikim yoluyla bu sorunu çözmeyi denemişlerdir. Ama, savurganlığın bireysel eğitim yoluyla kaldırılacağı ortadadır çünkü insanların yüreğinde ses getirmeyen her yaptırım yalnızca sözde kalan söylemler olarak kalacaktır. Toplumu oluşturan katmanlar arasındaki ekonomik dengesizliklerin giderilmesi, ekonomik yönden güçsüz durumda bulunan toplum katmanlarının, diğer katmanlara karşı korunması olarak tanımlanabilecek olan toplumsal adalet; özellikle emeği ile çalışanların, yaşadıkları toplum içinde, insan onuruna yaraşır en azından insanca yaşanabilir bir düzeye kavuşmalarını sağlayacak bir biçimde yaratılan ulusal üretim ve gelirden pay almalarını güvence altına almaya yönelik uygulamalar bütünü olarak da tanımlayabiliriz toplumsal adaleti. Adalet kavramı, toplumu oluşturan bireylerin, yetenek farklılıklarından dolayı, eşit durumda olmadıklarını, bu farklılıkların yaratılan ürünün miktarına etki ettiğini, dolayısı lle bölüşümü söz konusu olduğu zamanda eşitlikten öte, kişisel farklılıkların dikkate alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Çalışanla çalışmayanı, tembel ile çalışkanı aynı kefeye koyan bir eşitlik kavramı, kesinlikle adalet kavramı ile uyuşmaz. Toplumsal Adalet duygusu insanların yüreğinde kurulur. Toplumsal adalelin olduğu durumu da, toplumu oluşturan bireylerin yüreklerinden gelen ortak sesi temsil eden "kamunun yüreğindeki ortak sesi" belirler. Toplumsal Adaletsizliklerinin ortaya çıkış nedeni anaparanın tekelleşmesi, bunun tehlikeli boyutlara ulaşması ve dolayısıyla toplumsal yardımlaşma ve dayanışmanın ortadan kalkması nedeniyle toplumun bireyleri arasındaki gelir dağılımı dengesizliğinin aşırı derecede artmasıdır. Bu durum ise yoksulların ve işsizlerin artması sonucunu ortaya koymaktadır. Hatta zamanla üretici ve satıcı durumundaki varlıklı kesim bile malını satamaz duruma düşerek, kendilerini de yoksul duruma getirerek, kendi elleriyle kendi kuyularını kazmışlardır. Zamanla tüm toplum yoksullaşmaktadır. Amerika ekonomik bunalımdan çıkabilmek için karşılıksız para dağıtmıştır. Piyasada üretilen malın alıcı bulabilmesi için parası olan tüketicilere de gereksinim vardır. Halkın satınalma gücü düşerse, yeteri kadar tüketici bulunmadığından üretim de düşer. Para toplumun bütün kesimlerine adaletli bir biçimde dağılmazsa üretim ve tüketim arasındaki sağlıklı döngü de sağlanamaz. Bu da ülkeleri hızla yoksulluğa iter. Nasıl ki bedenimizde kılcal damarlarda tıkanma olduğunda beslenemeyen dokular hızla ölerek bedenimizin kötürüm olması tehlikesiyle karşı karşıya kalırsak, ekonomide de para toplumun her kesimine adilce dağılmazsa toplumsal kötürüm ortaya çıkar. İslam’da yokluk ve yoksullukla savaş önemli bir yer tutmaktadır. Dinin temel kaynakları olan Kur’an ve hadislerde, yoksul, düşkün ve yokluk içinde çırpınanlara yardım edilmesini yani anaparanın tek elden çıkarılıp, yayılmasını, dolayısıyla toplumsal gönencin yaygınlaştırılmasını, daha açık bir söylem ile yoksulluğu değil, varlığı paylaşmayı veya yoksullukta değil, varlıkta eşitliği güdüleyici pek çok söylem yer almaktadır. Diğer insanlara karşı duyarlı olabilmek ve kazancını yoksullarla paylaşmak, İslam’ın ilkelerindendir. İslam, bireylere paylaşım ruhu kazandırmayı, böylece biri biriyle iletişim içerisinde, toplumsal duyarlılığı gelişmiş sağlam yapılı toplumlar oluşturmayı amaçlar. Çalışanların toplumsal koşullarını düzenleyen İslam’ın, ilk yıllarda diğer insanlara karşı Toplumsal Yardımlaşma düzenlemelerini de ele aldığını görüyoruz. Kişinin, gücünü aşan ani bir ödeme yükü ile karşılaşması durumunda bunu karşılamak üzere kurulan (AKİLE Sistemi) İLK KEZ YAPILANDIRILIYOR. İslam Peygamberi döneminde uygulanan bu sistemi, Halife Ömer’in geliştirdiğini ve bütün halkı kapsayacak bir biçime soktuğunu görüyoruz. Bütün Halkı içine alan bu sisteme (DİVAN) deniliyor ve bu yapı içerisindeki herkes bu (DİVANLARA) kaydediliyor. Bir TOPLUMSAL GÜVENLİK KURULUŞU olarak gelişen bu düzenlemede devletin de bulunduğu anlaşılıyor. Bu gerek ilk kez olan bu kuruluşu yapılandırabilmek, gerekse parasal olanakları güçsüz olan bireyleri parasal bakımdan destelemek içindi. Zaten, İslam’a özgü (ZEKÂT) Kurumu da temel gereksinimlerini karşılayamayan yoksul ve yokluk içinde olan kesimlerin bütün sıkıntı ve gereksinimlerini karşılayabilmek üzere oluşturulmuş bir TOPLUMSAL YARDIMLAŞMA KURUMU’dur. Uygulandığı yıllarda gereksinim içerisinde olan kişilerin barınma, konut sorunlarını da içine alacak bir biçimde tüm gereksinim ve sıkıntılarına yanıt vermiş, önemli bir toplumsal güvence sağlamıştır. Toplumsal adaleti sağlayacak en önemli araçlardan biri de insanlarda yardımlaşma duygusunu diri tutan zekat ve sadaka kurumudur. Ancak iyi niyetli ama kötü örgütlenmiş yardım girişimleri yoksul insanlarımızın onurlarını ve kendilerine saygılarını zedelemektedir. Bir parça bağış alacağım diye insanlar biri birini çiğnemektedirler. Bunlar ityi niyetle yapılmış insani girişimler olabilir ama son derece saygısızca uygulamalardır. Bu tür uygulamalar yerine, yardım alacak yoksulları önceden belirleyip akşam vakti diğer insanların arasında eziklik hissemeden yardımlar kapı kapı dağıtılabilir. Yoksullar varlıklı insanlara Allah’ın emanetidir. Allah’ın emaneti olan yoksulların gönüllerini yardım ederken bile kırmayalım. Bu sadaka, zekat ve yardımları toplayıp dağıtacak İnsani Yardım Vakıfları’nı bir çatı altında toplayıp onları Diyanet İşleri Başkanlığı içerisinde kurumsallaştırabilir. Buraya yapılacak yardımları arttırmak ve daha düzenli bir biçime sokmak için buraya yardım edecek müslümanların yardımlarını devlete ödeyecekleri vergiden düşebilirler. Bugün buna benzer uygulamalar okullar konusunda vardır. Okul yaptıran varlıklı bir vatandaş vergi indiriminden yararlanmaktadır. Toplumumuzu kasıp kavuran yoksulluktan da kurtulmak için müslüman yurttaşlarımızın İnsani Yardım Vakıfları’na yapacakları yardımları vergi indiriminde kullanabilmelerini sağlayacak yasal düzenlemelere gidilebilir. Yardım kurumları yoksul insanlara yalnızca doğrudan yardım yapmakla kalmamalı, onların da kendi geçimlerini sağlayabilecekleri bir meslek edinmeleri için Sanayi-Halk Eğitim’le işbirliği içerisinde iş bulma güvencesi verilmiş ‘‘Meslek Edindirme Kursları’’ açabilir. Bugün bunun benzeri uygulamalar Büyükkent Belediyeleri’nce yürütülmektedir. Artık Belediyeler de toplumcu belediyecilik anlayışını benimsemişler, toplum kalkınmasında bütün olanaklarıyla katkıda bulunmaya çalışmaktadırlar. İnsani Yardım Vakıfları belediyelerle elbirliği yaparak yoksulluğun ve çaresizliğin üzerine birlikte gidebilirler. Meslek Edindirme Kurslarına katılan kursiyerler ürettikleri ürünleri satarak aile bütçelerine katkıda bulunabilirler. Belediyeler ve İnsani Yarım Vakıfları işbirliğiyle yeni iş kuracaklara faizsiz ve uzun vadeli iş kurma kredileri sağlayabilirler. Kurstan mezun olan kursiyerler sanayideki açık işlere yerleştirilir. Açıkta kalanlar için de şirketleşme teşvik edilerek işyeri açmalarına öncülük yapılabilir. İnsani yardım vakfı aynı zamanda bu yeni meslek edinmiş yurttaşlara iş açmayı kolaylaştıracak, anapara sağlanması ve diğer iş kurmayla ilgili konularda Danışmanlık Hizmetleri de verebilir. İlahiyat Fakülteleri uzmanlaşarak değişik toplum yararına işlerde görevlendirilmek üzere farklı eğitimden geçirilmiş Dini Toplum Hizmetleri’ni yürütecek görevlilerin yetiştirilmesi gerekmektedir. Din bütün toplum yaşamını kapsar. Avrupa’da olduğu gibi değişik alanlarda hem din bilgileri almış hem de çalışacakları alanlarla ilgili uzmanlık eğitimi almış görevlilere gereksinim hızla artmaktadır. Toplum yararına yapılan çalışmaların her aşamasında din görevlileri de yer almalıdır. Hastanelerde hastalara moral verecek onların çabuk iyileşmelerini sağlayacak öğütçüler yetiştirilmeli. Cezaevlerinde suçluların işledikleri suçlardan pişmanlık duyup iyi bir insan olamalarını sağlayacak eğiticiler. SHÇEK’e Bağlı Kuruluşlarda kimsesiz çocukların dini eğitiminde ve Huzurevleri’nde manevi yardım konusunda uzmanlaşmış görevlilerin yetiştirilmesi gerekmektedir. Ancak böyle alanında uzmanlaşmış din görevlileriyle toplumda kanaat önderleri olabilirler. Toplumsal bunalımlarda ailelerin karşılaştıkları güçlükler, bunalım konusu olan olayların psikolojik, fizyolojik ve toplumsal yönleri; bunalımın ve bunalım içindeki bireylerin özellikleri ve bunların karşılıklı etkileşimi; bunalım durumlarına toplumsal yardım girişimleri; bunalıma el koymada Toplumsal Çalışma Uzmanı’nın duygusal durumu ve bu duygunun görevine etkisi ve dini söylemlerin bunalımın çözümüne katkısı gibi konuları içermektedir. Savaş, deprem, sel ve benzeri felaketlerde halkla ilk bağlantıya geçecek, onları yatıştıracak, moral verecek ilk görevliler bunalımla başetme konusunda özel eğitim almış din görevlileri olacaktır. Sonuç olarak denebilir ki, yoksulluk ve açlık çöküntüsünün yaşandığı dünyamızda zekâtın evrensel boyutta uygulanmasıyla; açlık ve yoksulluk sorunu çözülebilir. Yoksul ve varlıklı toplum kesimleri arasındaki öfke, kin, ezilmişlik gibi olumsuz duygular ortadan kalkar, yoksul ve varlıklı toplum katmanları arasındaki savaş, sürtüşme, düşmanlık ortadan kalkar; bunun yerine karşılıklı anlayış, sevgi, saygı gelir ve sonuçta toplum rahata ve dinginliğe kavuşur. Ülkemizde özellikle Ramazan ayında yoksullara yapılan ve onları kısa bir süre bile olsa sevindirip rahatlatan yardımların giderek artması, toplumsal barış ve yardımlaşma ruhunun canlanmakta olduğunun önemli bir göstergesidir. Toplumcu belegiyelerin destek ve katkılarıyla da bu tepe yapmaktadır. Bu ruh ve bu toplumsal varlığa sahip bir toplumda açlık veya bakımsızlıktan ölen çocuklara, düşkün bir biçimde yaşayan yetişkin ve yaşlılara, çaresiz hasta ve sakatlara daha az rastlanır. Varlığın türüne göre, mal, para, bilgi, teknoloji vb ile yapılan yardımlar yoluyla yoksulların alım gücü artar, işsizlerin iş yapabilme yetenekleri yükselir ve böylece mal, para, bilgi ve teknoloji yalnızca belli bir kesimin elinde değil toplumun bütünü arasında dolaşır duruma gelir ve ekonomi canlanır. Bundan dolayı bugün, devletlerin ortak aklı da diyebileceğimiz Birleşmiş Milletler Örgütü varlıklıları yoksul insanların yardımına çağırma gereğini duymaktadır. Gerçekte Müslümanlar için bu çağrı hiç de yabancı değildir. Yeter ki o çağrıya kulak verelim, onun eskimeyen, daha güzeli ve daha iyi uygulanabilirliği olmayan toplumsal ilkelerine sarılalım. O zaman toplumda bir tarafta ulaşılmaz bir varlıklılık, diğer tarafta dayanılmaz bir yoksulluk olmaz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mevlüt Tok, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |