Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
Okuduğum buydu gözlerinde. Oysa renkliydi gözleri ve belli olmuyordu derinliği. Daldım ve unutmak istedim bir an yalnızlığımı. ?Keşke...? dedim. Sonrasını getiremedim. Neye ihtiyacım olduğunu ve özlemini çektiğim duyguyu unuttum bir anda. Bağlılıktı bu belki. Belki de sadece sevgiydi... Bağlanmak sevmek demek değildi oysa. Olsaydı bir başka seçeneğim kamçılardım gururumu ve dönerdim arkamı yaşanacak güzellikleri öldürme pahasına. Ama yapamadım... Bir daha bakamam gözlerine... Görünce o gözleri, içime ayaklarımdan beynime ilerleyen karınca sürüleri giriyor ellerinde meşaleleriyle. Karıncaları öldürmek için kendime çatıyorum, kendime kızıyorum... Durgunluk aylarca... Olamaz! Sen de kimsin be adam? Ben daha yakışıklıyım, bakışlarım daha sevinç dolu, daha anlamlı seninkilerden. Şu gözlerine bir bak iğrenç mahluk. Evrene sevgi değil, nefret saçan bakışlar bunlar. Karmakarışık saçların... Tiksinti uyandırıyor bakımsız, uzamış sakalların. Özellikle de karşımda o duruşun. Kimsesizliği, sevgisizliği anlatıyorsun bana. Bir de ağlıyorsun bu tezat bedenin içinde... Yoksa?... Yoksa sen gerçekten ben misin?... Bakışlarım bu kadar mı ölü, suratımda bu kadar mı acı izi var gerçekten? Yazıklar olsun sana ayna... Sen de mi artık benden yana değilsin? Küstün mü aylarca sana bakmadığım için? Bu yüzden mi çektiriyorsun bana bunları?.. İmgelemim, duygularım, hayallerim... Neredesiniz?.. Neredeyim ben? Yitirdim her şeyin anlamını. Artık hiçbir şeyin tadı aynı değil eskilerdeki gibi. Yoksa birileri mi kusuyor yiyeceklerimin üstüne? Karıncalarım mı kemiriyor yiyeceklerimi? Senelerdir yattığım bu yatak gerçekten benim mi?.. Rahatlık vereceğine neden hüzün veriyor bana?.. Kim değiştirdi bu odayı? Neden her yer karanlık? Neden beyazların üzerine dökülmüş karanlık tablolar? Kim değiştirdi eşyalarımı? Neden ters duruyor üzerinde binlerce kelime yazdığım, onun adını kazıdığım masa? Neden kırık bütün lambalar? Neden halı yerine serili duruyor yırtık kitaplar? Neden bu kadar rahatım? Neden her şey anlamsız ve bir o kadar tanıdır bu karmaşa yığınının içinde? Kim değiştirdi beni?!! Bu değilim ben. Eminim... Zihnim anılarımı anımsatıyor ama yanmış gibi hepsi... Seçemiyorum kesin olarak hiçbir şeyi. Annem vardı bir zamanlar. Hala var doğru. Dün konuştum onunla. Bana yine çocukken uyumak için dinlediğim şarkıları söyledi. Sonra kapadı telefonu. Ne güzel şeymiş anneye sahip olmak. Kucağına başını yaslayıp, anlatmak ona ve ağlamak doyasıya... Uyurken mırıldanmak onu sevdiğini. Gözlerini kapadığında sıcaklığını hissetmek gönlünün ve ruhunun her yerinde. Anlamaya çalışmak onun bu bitmek, tükenmek bilmez sabırlı sevgisinin nedenini... Artık konuşmak istemiyorum onunla da. Hırsla, sabırsızca çektim telefonun fişini. Çekerken de düşündüm, beni hayata bağlayan bağ da böyle ince mi acaba?.. Bağ mı? Hangi bağ?.. Issızlık dalgalanmış bağlarımın üzerine ve sürüklemiş onları engin denizine. İstemiyorum artık insanların sahte gülüşlerini, istemiyorum artık caddelerin anlamsız kalabalığını, istemiyorum artık ben olmayı... Uzunca bir sopa vardı küçükken meşe ağacından oyduğum, kılıç kadar ölesiye bağlı olduğum. Onu her elime alışımda o meşe ağacını ve uçsuz bucaksız, mutluluğun sınır tanımadığı, yaşıtlarımın özgürce koştukları, güneşin sıcaklığıyla ıslattığı, çocukluk düşlerimin gerçekleştiği, duyuların mekanik değil içten işlediği, rüzgarın sınırsız ustalıkla senfoniler verdiği toprakları hatırlardım. Elimde tuttuğum sürece onu, yaşıyordum çocukluk yıllarımı. Tekrar... Tekrar... Sıkıca sarıldım ona bugün. Göz yaşlarımı verdim ona son defa. Belki yeşerirdi, belki geri döndürürdü beni zamana. Sihirli bir asa olurdu belki sevgi dağıtırdı körelmiş zalim ruhumdan insanlara. Onunla parçaladım televizyonu. Vakti çoktan gelmişti zaten. Annemin anlattığı masallara benzemiyordu hiçbir masalı. Beni uyutacağına daha tedirgin ediyor, okuduğum bütün kitaplara hakaret edercesine şarlatanlıklar yapıyordu her gün. Parçalandıkça, daha küçük parçalara ayırmak istedim. Ne yaparsam yok olmuyordu. Sadece daha küçük, daha küçük... Bu yok etme isteğini bana verende o değil miydi? Ucuz aslında her şey, çok ucuz... Yine durgunluk... Vakit geldi artık. Bak saatine... Onun bile pili bitmiş duruyor aynı yerde. Bugün günlerden ne? Cumartesi güneşine benziyor güneş. Onunla tanıştığım, onun öldüğü, mezar taşında gözlerini okuduğum gündeki güneşle aynı güneş... Sıcaklığı ısıtırken, pırıltısı gülücükler dağıtıyor yine. Sahte olan şeyi görüyorum ben pis yalancı... Açtım camımı sonsuzluğa ve artık yolculuğuma başlamalıyım beni neyin beklediğini bilmediğim, sonlu başlangıcın erdemli, yalnız, kibirli, kendi içinde ağlayan, kararsız, meşe ağacının geri kalanının beni beklediği yere... Sonsuzluğa... Artık acılarla yaşamaya mahkum olanların benimle gurur duyma zamanı geldi... Acı ve daha mutlu...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Kurt, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |