Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
İşi gücü, cebinde parası olanlar için iş bulmak, iş değiştirmek, iş kurmak çocuk oyuncağıdır. İşsizler, bunların birçoğunun gözünde hem tembel, hem de beceriksiz kişilerdir. Oysa kendileri çalışkandırlar, yaratıcıdırlar, iş bilirler. Onların, işsizin halinden anlamağa başladığını mı gördünüz? Ya işten çıkarılmışlardır ya da dükkanı kapatmak zorunda kalmışlardır. … Gazete, ekmek filan alayım diye, bizim bakkala uğramıştım. Daha önce hiç görmediğim iki tuzu kuru derin sohbete dalmışlar. Keyifleri yerinde. Biri elindeki bol resimli gazeteyi gösteriyor: - Çalışmıyorlar birader. Tembellik iliklerine işlemiş. Baksana şu çarşaf çarşaf duyurulara; ücret dolgun, iki aylık ücret tutarında prim. Öteki de destekliyor: - Çalışmazlar. On aylık prim de versen yine çalışmazlar. Tembellik bu milletin ruhuna işlemiş. Sazı bir biri alıyor, bir öteki. Bakkal, müşteridir diye, ha hı yapıyor. İkisi, arada dönüp bana anlatıyorlar, keyiflene keyiflene. Yorum bekliyorlar. … Adamlar yerli yersiz çekiştiriyorlar ama, o an benim için bir umut ışığı da yanmıyor değil. Aynı gazeteden bir tane kapıp eve koştum. İnanılmaz bir iş duyurusu: Hürkol Elektronik Sanayi’den. Çok sayıda elektronikçi aranıyor. Ücret dolgun. Ayrıca iki aylık ücret tutarında prim olanağı. Tam bana göre. Üç kat üretim yapmak ne ki? Yeter ki işin olsun sabahlara kadar çalış. Bir aylığını dilediğin gibi ye, ikincisini ailene gönder, üçüncüsünü biriktir. Bundan iyisi Şam’da kayısı. Kaldı ki, bir aylığa razı olmayan mı kaldı? O gece uyku tutmadı. Yatakta döndüm durdum. Sabah erkenden Hürkol firmasının atölyesindeydim. Burası üç katlı bir binanın üçüncü katının tamamına yayılmış, kocaman bir atölye. Ben diyeyim yetmiş kişi, siz deyin yüz yetmiş kişi, arı gibi çalışıyor. Disiplinli. Gereksiz tık yok. Beş ayrı mamül üretiliyor. Günde yalnızca her birinden bir tane üretirseniz bir aylık olağan, dolgun aylığınızı alacaksınız. İki tane üretirseniz ikinci bir aylık, üç tane üretebilirseniz üçüncü bir aylık almaya hak kazanacaksınız. Artık bunlar işçinin yeteneğine bağlı. Üretimin de birinci kalite olması, beğenilmesi gerek. Bu da önemli ve doğal olarak ustalık işi. … Önce deneme üretimi; beğenilmesi durumunda ikinci, üçüncü aylıklar için çalışmalara devam. Öyle görünüyor ki, firma iyi para kazanmak için her olanağı tanımış. Serbest ekonominin nimetleri dedikleri böyle şeyler olmalı. Göründüğü kadarıyla burada çalışmak bir zevk. İnsan yaptığı işten olsa olsa keyif alır. Yaptığın her iş kazanç. O yüzden insanlar böyle nefes bile almadan çalışıyorlar. İşi iyi bilmeyenin, usta olmayanın çalışması olanaksız. Görevli de zaten bu işlerden iyi anlayıp anlamadığımı defalarca sormadan işin başına geçirtmedi. Günün geç saatlerinde iş teslim etmeler başladı. Burada daha acemiyim, ertesi günün ilk saatlerinde üç takım işi ancak bitirebildim. Geç oldu ama çok kısa sürede, hız kazanıp akşamüstü teslim edip evime gidebileceğimden hiç kuşkum yok. Sıra bana geldi. Bakıldı, edildi; çalışmam çok beğenildi. Birinci kata yönetim bölümüne gönderildim. İndim. Yönetici az konuştu: - Çalışman beğenilmiş. Şu kâğıda adını soyadını, adresini, varsa telefonunu yaz. Biz seni ararız. Yazdım. Telefonum yok; bakkal Ali İhsan abinin telefonunu yazıp söylediği yere bıraktım. … Binadan çıkıp evin yolunu tuttum. Meğer on sekiz saat çalışma beni hiç yormamış. Sabahın üçünde sanayiden mahalleye nasıl geldiğimi anlamadım bile. Sabah soluğu Ali İhsan abinin dükkânında aldım: - Abi, bir iş için arayacaklar, senin telefonu verdim, aman ha! Ali İhsan abi kibar adam. Bilinen efendiliğiyle başını sallayıp, olur işareti yaptı. Artık bende işsizliğin verdiği sıkıntıdan, gerilimden eser yok. Taş çatlasa iki gün içinde, hadi bilemedin üç gün, işimin başındayım. Bu durumda çalıştığı yerden izne ayrılmış da keyifli günler geçiren birinden hiç farkım yok. O gün iznin ilk günü ama “Daha aramazlar; tek düşünceleri ben miyim?” dememek gerek. Olur ya, ilk günden “Yahu dün çok yetenekli bir genç geldiydi. Hemen çağıralım da üretimimiz artsın” deyiverirler. O umutla öğleden sonra, bir alışveriş uydurup Ali İhsan abinin karşısına dikildim: - Arayan var mı abi? - Yok Mehmetçim henüz arayan soran olmadı. Doğal. Dedim ya, daha ilk gün. Tezcanlılığa ne gerek var. Kırk yılda bir izinli adam sıfatı kazanır gibi olmuşsun; tadını çıkar sen de. Neyse, o ilk gün öyle geçti. Ama sabahlar olmak bilmiyor. Umudum gitgide artıyor. Kalktım, saat yedi. O saatte de rahatsız edilmez. Biraz daha oyalandım, olmuyor. Yine bir bahane uydurdum gittim. Bu kez soruyu da biraz kısa tuttum: - Var mı abi? O da kısaltmaya uydu: - Arayan soran yok. Hay Allah, ikinci gün de kimse aramamış. Ama doğaldır. Tek işleri beni işe almak değil ki. Üçüncü güne geldik. Bu arada sorular ve yanıtlar gitgide kısalıyor. - Arayan? - Yok. Dördüncü gün, sözcük tasarrufundaki başarının boyutları iyice arttı. - Hı? Yanıt da aynı biçimde tasarruflu. - Cık. Beşinci gün ben yüzüne bakmakla, o da kaşını kaldırmakla, birbirimize her şeyi açık açık anlattık. Altıncı gün umutların tükendiği gündü. Yalnızca bakıştık. … Aradan bir altı gün daha geçti; ne arayan var ne soran. Ama gazetelerde çarşaf çarşaf duyuruların sürmesi, üstüne üstlük dolgun ücretin yanında primin iki aylıktan üç aylığa kadar çıkarılabileceğinin yazması dayanılmaz bir şeydi. Ama, işe girmek zor. Düşün düşün, aklıma belediye meclisi üyesi, kurt politikacı Fehmi abi geldi. Fehmi abi yıllardır tanıdığım, ricamı kırmayacak biri. Nitekim öyle de oldu. Kartının arkasına “Arkadaş bizden. Kefili benim” diye yazdı. Doğru Hürkol Elektronik Sanayi atölyesine. Karşımda yine aynı görevli. Beni ilk defa görüyormuş gibi her şeyi baştan aldı. Uzattığım karta baktı: - Fehmi bey sevdiğimiz saydığımız bir ağabeyimizdir. Emri olur. Peki sen bu işlerden anlar mısın? Daha önce de denemeden geçip, sabahın üçüne kadar üç takım iş bitirdiğimi söylemedim. Gerek de yoktu. Hem o beni anımsayamamıştı. Aklında bir iz bırakmamıştım ki, anımsatmam zararlı da olabilirdi. Ona da hak vermek gerek. Onca çalışanı yönetmek kolay mı? Gelen gidenle ilgilen, ürün kalitesini denetle, ödeme konusunda idari bölüme bilgi ver; bütün bunların üstesinden gelmek kolay iş değil. Neyse, Fehmi abinin kartı sayesinde çok zaman kaybetmeden deneme üretimine başladım. Ertesi gün sabaha karşı dörde doğru dört takım işi tamamlamıştım. Bu bir aylık dolgun ücret, üç dolgun ücret tutarında da prim demekti. İşleri teslim alan sabaha karşı görevlisinin yüzü gülüyordu. İkimiz de mutluyduk. Aşağıdaki yöneticiler uyumuş olmalı. Bir kâğıt uzattı: - Adını soyadını, telefonunu yaz. Biz seni ararız. … İşten eve dönünceye kadar saat altıya yaklaşmıştı. Ali İhsan abinin dükkânının önünde biraz bekledim; yediye doğru geldi. Beni görünce şaşırdı: - Abi, beni arayan olursa. Ama bu kez nedense, üstünde bir bilmişlik bir bilmişlik. Bu telefondan beni arayan soran olmazmış da, boşuna bekliyormuşum da. “Görürsün sen” dedim içimden. Şu meret bir zırlasın da “Memeeett, Memeeett” diye. O zaman ne diyeceksin bakalım. … Neylersiniz, insanın her istediği anında olmuyor. Birinci soru yanıt ilişkisinin benzerini yeniden yaşayınca, bu seferlik o haklı çıktı. Ama umut tükenir mi? Hürkol firması da gazetelere duyuru vermeyi sürdürüyor. Hem de bu kez dolgun ücretin yanında, prim sayısı dört aylığa kadar çıkarılmış. Sen süratine, yeteneğine güven. İş o denli cazip ki, herkes peşinde; koskoca belediye meclisi üyesinin kartviziti bile işe yaramadı. İş de kaçırılacak türden değil. Parası feda edilecek gibi hiç değil. Ne yapmalı? Bir arkadaşımın yakın arkadaşının belediye başkanı ile tanışıklığı olduğunu duymuştum. Bir tırıs onun yanına. Yalvar yakar, belediye başkanına telefon ettirmeyi, ardından başkanın makamına çıkıp; ona da, kartvizitinin arkasına “Hamilikart yakınımdır” yazdırıp almayı başardım. Yine atölyedeyim. Yetkili, başkandan torpilli gelince, neredeyse yerlere kadar eğildi: - Ne demek kardeşim. Başkan beyin selamını getireceksin de … Yalnız bu adamın üçüncü gidişimde de bu işlerden anlayıp anlamadığımı sorması biraz kafamı karıştırmadı değil. Atölyenin içi her zamanki gibi hıncahınç işçi dolu. Yine arı gibi çalışıyorlar. Ben de işe koyuldum. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte beş takım işi bitirmiştim. Demek ki, bir aylığın yanında dört aylık da prim kazanılabiliyormuş. … Bu kez zaten sabah olmuştu. Doğru bakkala: - Ali İhsan abi, bu kez durum farklı. Arayan olursa aman ha! O aynı havalarda. Ağzını açtı, en dipteki azı dişini gösterdi: - Seni arayan olursa, hiç bir zahmetten gaçmeycem, aha bunu gıricem. İçimden “Sen öyle san. Başkan torpili bu. Nasıl aramazlarmış!” dedim, yürüdüm. Ben bu işe girmeye, onlar da çarşaf çarşaf duyurularla, prim artışlarıyla gecelerimi gündüzlerime katmayı sürdürdükçe, nasıl aramazlarmış! … Yine günler birbirini kovalamaya başladı. İş kaçırılacak gibi değil. Tek eksiğim ise, aramamaları. Sonunda, bakana kadar çıkmaya karar verdim. Önce iktidar partisinden bir delege, sırasıyla ilçe başkanı, il başkanı derken bir de bakmışsınız bakana ulaşmışım. Haydi, bakanı da dinlemesinler bakalım. Görürsünüz siz; el mi yaman bey mi yaman? … Sabah parti delegesi aramaya çıkmışken, bir gazete alıp göz atayım, dedim. Bakkala girdim ki; o, haftalar önce “Bu millet çalışmaz kardeşim. Bak gazetedeki duyuruya. Aylık dolgun, kaç katı prim olanağı. Ama çalışmazlar” diyen adamlardan daha çeneli olanı. Yine yorum yapıyor. Bu kez başka şeyler anlatıyor, elindeki gazeteyi gösterip: - Bu milletin gözü aç, bu millet aşırı tamahkâr kardeşim. Çok para göster, bedava çalıştır. Elindeki gazeteye göz ucuyla baktım. Kocaman harflerle: “Ucuz Emek Dönemi de Bitti.” Bak bu iyi. Demek artık ucuza çalışılmayacak, derken, altında biraz küçük harflerle ikinci başlık: “Bedava Emek Dönemi Başladı!” Haberin devamı daha da ilginç: “İşçi için bir kuruş aylık, sigorta primi, vergi ödemeden üretimde rekor üstüne rekor.” Haberi okudukça ateşler basıyor: “Hürkol şirketi yüksek gelirle çalıştıracağı işçilere yaptırdığı deneme üretimleriyle kazanç rekorlarını alt üst etti.” … Ali İhsan abi olayın farkında değil. Kibarlığı da tuttu: - Mehmetçim, arayan olursa söylerim. Başımı kaldırıp “hayır” işareti yaptım. O da başını yana yatırıp “Peki o zaman” işaretiyle karşılık verdi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |