..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir deliyle aramda tek bir ayrım var. Ben deli değilim. -Salvador Dali
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gerilim > Nergiz Şimşek




2 Ocak 2010
Av...  
Nergiz Şimşek
Bu kahkaha… Bu kahkaha öylesine yakından geliyor ki. Kan çanağına dönmüş gözlerimdeki kılcacık damarlarda yankılanıyor. Yankılandıkça da zangır zangır titriyor yeryüzü. Ve ben evrenin içindeki tüm yıldızlarla birlikte başımıza yıkılacağını sanıyorum, sevgilim.


:BBCJ:


O dağ evinde, birbirine ergen yaş tutkularıyla bağlı beş gençtik. Yirmili yaşların o inatçı ve katransı aptallığından nasibimizi almıştık biz de. Beş kişiyi kaderin bilmem kaçıncı alelade düğümünde kesişmiş yolları getirmişti buraya. Eğlenmeye! Sen amcandan anahtarı çalmıştın da gitmiştik iki günlüğüne. Ailen izin verirdi vermesine ya yine de çalmıştın. Kaçak hayallere dalmak istemiştik - bol bol içki, cigara yanımızda. Hâlbuki çoğul yaşanmaz düş; olsa olsa tekilin usundan türeyerek bulaşır diğerine. Ondan da diğerinin -bilgi kabilinden- haberi olmaz. İyi ki de olmaz. Ola ki diğeri olan, isyanı ezikliğinden taşan bir çift sisli bakışın ağırlığını hisseder üstünde - kendini her daim izleyen. Görmese de izleyen. Tanrı gibi paranoyakça duyar onu. Hatta tedirgin olur sapığını hayal kırıklığına uğratmaktan ama emin de olamaz. Yine de önlem olarak hep dingin bir güzellikle dolanır durur yeryüzünde, göksel çirkef tanrıçaların en ateşli oyunlarının öznesi olduğu zamanlarda bile. Bir de mesafelerin ne denli yakınlaşabildiğini, rastlantıların zamanın ta kendisi olmaya başladığını görüp görüp şaşar. İşte o kadar!

Biz, gençlik eşittir şaklabanlık taşan ama - kendi düşsel katkılarımızla- o denli de sıradan bir güruh oluşturmadığımıza inanacak kadar burnu büyüktük. Sorun katkının payındaydı. İkimizde en çoğunu istedik ve bunu, bir diğerimiz istediği için istedik. İki kadın arasındaki bu bağ bir soğuk savaş nedeniydi kuşkusuz.

Sen, beni şu sebeple pek sevmezdin; bense, seni aynı sebepten dolayı severdim: Biz, o beşli-onlu grupların gulyabanileriydik! Kimse bize inanmak istemezdi - herkes bizden korkardı. Aramızdaki bağ gulyabani kardeşliğiydi – ne sen, ne ben tek başımıza bu etkiyi yaratamazdık. Bir mağrur ama yumuşacık, bir de titrek ama saldırgan gulyabani. Hâliyle sen sevilen, haklı çıkandın; hâliyle ben sevilemeyen belki ama kabullenilen yine de kuşkuyla karşılanan, tedirgin edici olan.

Sen, herkese karşı bir yıldız kadar uzak ve gönül çelici olmak isterdin; öyleydin de. Ben, onların sana ulaşamamasının senin milyonlarca yıldızdan biri olduğun gerçeğini değiştirmediğini hatırlatırdım; öyleydi de. Bilirdin bunu. Yine de varlıklarımız arasındaki aşkın farkındaydın. Beni istemezdin ama bensiz de yapamazdın. O yüzden bu kaçak toplantı da dâhil, hep en son davet edilen olurdum. Başlangıçta, planlarınızda yer almazdım. Diğerleri huzursuzlanmazken bu durumdan, yine sen olurdun benim de çağrılmam gerektiğini düşünen. Herkes yüce gönüllülüğüne yorardı. Ama ben bilirdim dingin ruhunun bir benle coştuğunu ve tekrar tekrar kendini kendine kanıtlama gayretiyle yanıp tutuştuğunu ve dur durak bilmeyen savaşlar verip sonsuz zaferler kazandığını ve zihnini kemiren sayısız yenilgiler aldığını ve kanının damarlarından hortlarcasına köpük köpük coştuğunu ve bu köpüklerin artık patlayıp patlayıp zihninde infilak artığı ziyanlar bıraktığını ve kalbinin olağan ritmini terk edip de bana doğru attığını. Bu ateşli aşkın yalazları yüreğinin bir o yanına bir bu yanına sıçrar, seni yakardı. Hep kaçmaya karar verip hiç yapamazdın. Kim bilir kaç defa, okuldaki olağan sohbetler dışında benimle görüşmeme kararı aldın.

O gece her birimizin aklı hâlihazırda bir karıştan kat be kat havada iken, bir de içkiyle iyice pelteleşmiş, pembeleşmiş iken, gidişinle ecüş bücüş kuru incirlere döndü. Şöyle bir dolanır gelirim, dedin. Biz de inandık. Zaman ayrışıp kulaklarımızda uğuldamaya başladığında huzursuzlandık. Derken korkmaya başladık geçen her saniyeyi dolduran yokluğundan. Gözlerimi diğer üçünde gezdirdim. İkisi hiç beceremedikleri, kendilerine dar gelen rollere bürünmüş kötü oyuncular gibi kaskatı bir uyku taklidi içinde. Uyku, kapalı olmalarına rağmen gözlerine vurmadı bir türlü; korkaklıklarıyla utançları arasında kıprayıp durdu kirpikleri. Diğeri, kaygıyla kırışmış alnının altında daha da göçmüş gibi görünen kısık gözlerini bana dikti. Dudakları titrek balonlara dönmüş, çenesi büzüşmüş eşlik ediyordu balonlara. Beklenti dolu bu bakışlara cevap verip kalktım yerimden. Kapıya doğru ilerlerken aklımdan tek bir şey geçiyordu: ‘’Gideceğim peşinden. Rastlantıları çoğaltan bendim. Şimdi yapacağım gibi.’’

O günü unutmak mümkün mü? Gözlerimi kapamamla takılı bir plak gibi birkaç saatlik zaman diliminde dönüp duruyorum:

*

Bıraktığın izlerde seke seke ilerliyorum. Soğuk hava kendime getirdi beni. Karın altındaki yeryüzünü, karın üstündeki gökyüzünü izliyorum. Ayak izlerinin tam üstünden ilerlemeyi kesip hızlandırıyorum adımlarımı. Patikada ilerlerken bereni görüyorum yerde. Olabildiğince koşuyorum bu sefer. Şimdi de montun. Derken bedeninin parçalarını toplar gibi toplamaya başlıyorum giysilerini. Bir yumak oluşuyor sol kolumda. Yine de sol kolum donuyor. Senin de donacağını düşünüyorum. Ayırmak için herkesten kendini, bambaşka yolların yolcusu olduğunu anlatmak için, diğerleri rutin kekelemelerinde boğuşurken, sen duru sesinle ve yeşil bakışlarını yerlerde süründüre süründüre, ‘’dolanır gelirim’’ deyip yok olursan ortadan, olacağı budur diye düşünüp hınzır gülümsüyorum bir yandan da. Bir kahkaha! Koş, koş, koş. Koşma, koşma, koşma. Geri kaç, geri kaç, geri kaç. Hayır. Koş, koş, koş. Sana doğru koşuyorum. Uzakta seçtim seni. Beyaz tenin karda erimiş, ancak uzun saçların kapkara bir flaş gibi patlıyor beyaz gecede. Bir o yana bir bu yana savrula savrula koşuyor kafan. Bir kaçış hikâyesini değil de hani, küçük bir kız çocuğunun neşeli sıçramalarını anımsatıyor buradan bakınca. Ama korktuğunu biliyorum. Pörtlemiş yeşil gözlerini düşününce keyifleniyorum. Bu ürkmüş hâlin anlaşılabilir doğrusu. Bu kahkaha… Bu kahkaha öylesine yakından geliyor ki. Kan çanağına dönmüş gözlerimdeki kılcacık damarlarda yankılanıyor. Yankılandıkça da zangır zangır titriyor yeryüzü. Ve ben evrenin içindeki tüm yıldızlarla birlikte başımıza yıkılacağını sanıyorum, sevgilim. Gözlerimiz parlaktan da parlak bir ışıltıyla kamaşacak da birbirimizin güzelliğinden başka hiçbir şeyi ayıramayacak kadar körleşeceğiz. Bizimkisinin ölümlerin en güzeli olacağını düşündükçe yüreğim çocukça bir neşeyle doluyor. Bu sefer tutup ben de çılgın kahkahalar savurmaya, eşlik etmeye başlıyorum neşeli ruha. Derken aklıma geliveriyor Silvia: ‘’Silvia, yoksa sen misin gülen? Nerelere yok oldun lanet karı?’’ Aslında ona böyle hitap etmem yakışık almıyor. Çünkü Rhea Silvia, bir Vesta Rahibesi. Erdemliler içinden en erdemlisi olmaya mahkûm edilmiş. Ama bir hain. İhanet etti tüm yüce değerlere. Bana etmez. Buldu beni, ketum mu ketum bir dost ve efendi. Rahat şimdi. Her zamankinden farklı bir tutum takınmıyor bu gece de: Kendi küçük oyunlarına ortak edip beni, üstüne bir de bana atıyor suçu. Bana hep kraliçem diye hitap eder. Şimdi de: Hayır, diyor ‘’ah, kraliçem! Kahkahalarla gülen sizsiniz. Üstelik elinde bir çifte tutan da sizsiniz. O çifteyi hedefe yöneltmiş, kedinin fareyle oynaması misali, yavaş yavaş öldüren avını sizsiniz.’’

‘’Düşlerde kimse kimseye rehberlik edemez,’’ demişti Vahap*. Hak verirdim Vahap’a önceden olsa. Yanıldığımızı görüyorum şimdi, Vahap. Anla beni. Ve bak ve gör olanları. Benim rehberim, en sadık hizmetkârım, oyundaşım: Rhea Silvia


--------------------------------------
*Vahap: Ferit Edgü’nün rehberi, [Yaralı zaman, Bir Doğu Yolculuğundan Notlar (Ferit Edgü), S.45]




.Eleştiriler & Yorumlar

:: tebrikler
Gönderen: Erdal BABÜR / , Türkiye
3 Ocak 2010
bir kez daha okuyup yorumumu detaylı yapıcam:)




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönüşüm
Fare Kız
Gölge
Bir Adam
Defol!
Topal Remzi'nin Dilsiz Kızı
Kötücül Ruhlar Dergâhı
Soluk
Beşinci Kapı
Mavi Kurt


Nergiz Şimşek kimdir?

. . .

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Nergiz Şimşek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.