"Moda denilen şey o kadar çirkindir ki onu her altı ayda bir değiştirirler." -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Altı yaşımdan beri alışık olduğumdan, uyku düzenimi bozan ya da beni yoran eylemler değil bu uyanmalar. Uyanıklık anlarında –üç beş saniye bile olsa- dupduru, ayık bir bilince erişirim, buna rağmen tekrar uykuya dalmak hiç sorun olmaz. E alışkanlık tabii. Her gece en azından beş defa uyanırım. Dinlemek için. Nerde olursam olayım, her kimler olursa olsun evin içindekiler, her birinin soluklarını dinler, sağ salim uykularına devam ettiklerini teyit ettikten sonra dalarım tekrar. Artık keskinleşen kulaklarımın ayıramayacağı kadar uzakta alınıp veriliyorsa nefes, hiç üşenmem, kalkar dayanırım kapılarına. Her türlü kapının ardındaki solukları duyabilirim. Sayısız defa tecrübe ettim; süreç içinde, bana engel olabilecek kapı kalmadı. Yalnız bebekler istisna. Onlarınkini ayırmak zor olduğu gibi, kapı ardından duymak da mümkün olmuyor. Varla yok arası soluyorlar, bilinçleri gibi. Garibinize gidecek belki ama güvenin bana bunca tecrübeden sonra: Sessiz soluyan insanların bebekleri anımsattığını, onlarda hemen her zaman daha saf bir taraf ya da nispeten daha az kirlenmiş bir bilinç olduğunu gördüm. İnanın inanın. Bu da benim buluşum işte! He he! Bu gece, ilk defa kalıyorum Binnur’un evinde. Onun, eşinin –adını bilemedim şimdi- , kızı Aleyna’nın solukları yabancı kulaklarıma. Misafirliklerde çoğunlukla evin ortalarında bir yerlerde kalmayı tercih ederim. Yerimden kalkmamak için. Üşendiğimden sanmayınız! Pis huyum: Kalkarsam eğer yerimden, atıştırırım. E ayıp da oluyor biraz misafirlikteyken. Huy işte, ne yaparsın. Sağ olsunlar, anlayışla karşılar insanlar. Ama bu büyük bir ev ve ben ikinci kattaki, misafirine göre sadece yatak çarşaflarının desenleri değişen bu büyük yatak odasında kalıyorum. Her hâlükârda kalkıp yatağımdan bir üst kata çıkmam gerekiyor. Uyardım Binnur’u da diğerleri gibi. Olanca kiloma rağmen, bir tüy gibi hafif dolanırım geceleri evlerde ama olur da bir tıkırtı duyarsa, tedirgin olmasın. Kuvvetli ihtimal, benimdir. Dinlemek için. Soluklarını. Annemin, babamın, erkek kardeşimin solukları zaten ezberimde; evinde sıkça kaldığım ya da misafir ettiğimiz akrabalarımınkiler, dostlarımınkiler de. Her birini bir diğerinden ayıran, kendilerine münhasır bir uğultuları var. Aslında bu, herhangi bir bedenden salınıveren herhangi bir soluk için de geçerli. Sadece alışık olmak gerekiyor. Geçen yıllardan sonra, bu ayırım-alışkanlık benim için en fazla üç duyuş. Uykudaki soluklar bambaşka; uyanıkken başka binlerce kelime, tepki, eylem arasında can bulmaya çalışan soluk, uykudayken salıveriyor kendini pervasızca. Bir kere dinlemek bile yeterli çoğu zaman. Şimdi Binnur’un ve Aleyna’nınki de aklıma kazındı. Eşinin –horultuyla solumasına rağmen- değil daha. Bilmem, pek sevemedim sanki bu adamı. Yıllar sonra sevgili dostumun kocasını gördüğümde, hiç de flört dönemlerindeyken Binnur’un sık sık yazdığı gibi, öyle düşsel, acayip bir taraf göremedim bu adamda doğrusu. Aşk işte. Olmayanı gördürür. Ya da hayat olanı dönüştürür de böyle müsveddeden ibaret kalır koca adam. İlgisiz, dolanır durur evde; ıssız homurtuları bağdaş kurmuş oturur bedeninden, zihninden önde giden göbeğinin üstünde. Ben hiç âşık olmadım. İyi ki de olmadım! Benim farklı sorumluluklarım var hem. Kardeşim, annem, babam var. Bana emanet! * Önceleri böyle değildim. Doğrusu Aynur’un ölümünden sonra edindim bu huyu. O zaman küçük erkek kardeşim yoktu. Ben kalkar annemle babamı dinlerdim. Uykumdan uyanıp giderdim yatak odalarına dek. Kapalı kapının ardına çömer, içeri girmeye cesaret edemezdim; hissederdim bir kabahatim olduğunu ya bilemez, dillendiremezdim. Kasveti, sokak lambasından yoksun sokağımızın zifiri karanlığından ağır gecelerde, annemin Aynur için döktüğü sessiz gözyaşlarını, babanım bir dua ritminde mırıltılı tesellilerini dinlerdim. Böyle böyle alışkanlık oldu işte; ben de soluk uzmanı olup çıktım. Aynur, yaşamı aylara sığışmış kız kardeşim. O bebeği hiç unutmadım. Ben altı yaşındaydım. Babam askerdeydi, yoktu. Annem, ben, Aynur birlikte yatardık; kömür sobasıyla ısınan evimizin gece soğuğunda, birbirimize sokulurduk. Bu böyle sürdü birkaç ay. Bir gece, bir çığlıkla uyandım. Annem, kendinden geçmiş, gözyaşları içinde Aynur’u sarsıyordu. Küçücük beden, bir ileri bir geri, koy vermiş kendini sallanıp duruyordu; hiç tepki vermiyordu. Sindim köşeye. Annemi ve ölü bebeğini izledim donakalmış bir dehşet içinde. Anlayıverdim ona bir şey olduğunu ama ağzımı açıp da tek söz edemedim; haykıramadım annemle bir olup ağlayıp dövünemedim ya da. Sonrasında bana söylenen, onun cennete gittiğiydi. Başka hiç konuşulmadı bu konu. Ben de sormadım. Onu hep birlikte sevdik, gömdük. Bana mirası, soluk koleksiyonum ezberimdeki. Bir de o günlerden kalma mırıltılar aklımda; akrabalarımın, akbaba bakışlı yaşlı teyzelerin, ağızlarını eğrilterek fısıldayan komşuların gırtlaklarından sızan: Ezmiş mi? Vah yavrum vah! Şııışt. Üzerine yatıvermiş de boğmuş mu? Vah ki ne vah! Şııışt. Ş, ı, ş, I, ı, ı, Şışt, I, I, Şı, Suuuuuussss. Şıışt.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nergiz Öztürk Şimşek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |