..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir önyargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur. -Einstein
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > Rabia Suluk




3 Aralık 2009
Bir Rüyaya Aldanmak  
Rabia Suluk
Ne güzel demiş Yunus; “Mal da yalan, mülk de yalan/ Al biraz da sen oyalan”. Binlerce yıldır dünya böyle devir teslim ediliyor. Kimse malını elinde tutmayı ya da göçe karşı durmayı başaramadı, başaramayacak da. Duraklarda hanlar inşa ediyoruz. Belki bir saat sonra terk edeceklerimizle, sonsuza kadar birlikte olunacakmış gibi lezzetle yaşıyoruz. Dünya hapishanesinde olduğumuzu anlamadan demir parmaklıklara sarılıp, birer mücevhere sarılıyormuş zevkiyle, “Bunlar benim” diyoruz.


:AIEF:

Ne güzel demiş Yunus; “Mal da yalan, mülk de yalan/ Al biraz da sen oyalan”. Binlerce yıldır dünya böyle devir teslim ediliyor. Kimse malını elinde tutmayı ya da göçe karşı durmayı başaramadı, başaramayacak da. Duraklarda hanlar inşa ediyoruz. Belki bir saat sonra terk edeceklerimizle, sonsuza kadar birlikte olunacakmış gibi lezzetle yaşıyoruz. Dünya hapishanesinde olduğumuzu anlamadan demir parmaklıklara sarılıp, birer mücevhere sarılıyormuş zevkiyle, “Bunlar benim” diyoruz.

Dünya bir oyalanmacadan başka bir şey değil oysa(Enam Suresi, 32). Fakat kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki bu oyuna; ölümün ansızın yakalarımızdan yakalayıvereceğini bile bile. Bizimkinin de, çocukların evcilik oyunundan hiç mi hiç farkı yok aslında. Oysa onların oyunlarına nasıl da küçümsemeyle bakarız. Dudak büker, “Çocuk işte” der geçeriz, oyunlarına dalıp gerçekmiş gibi kavga ettiklerinde. Gerçek âlemdekiler de bize gülüyor olmalı.

Bir arkadaşım şöyle bir şey anlatmıştı: “Amerika’da bir eğlence parkına gitmiştim. Orada bir trenin koltuklarına oturduk. Üç boyutlu gözlükleri taktıktan sonra ışıklar söndü. Bir filmin içine girdik. Koltuklarımız, gördüğümüz şeylere göre sağa sola hareket etmeye, zıplamaya başladı. Gördüğümüz korkunç manzaralar karşısında avazımız çıktığı kadar bağırıyor, uçurumlardan aşağı yuvarlanmamak için koltuklarımıza yapışıyorduk. Gördüklerimiz o kadar canlıydı ki, bizzat kendim bunun bir film olduğunu bilmesem, kimse gerçek olmadığına inandıramazdı beni. Koltuklarından kalkan herkesin yüzünde de az önce yaşadıkları dehşet sahneleri görülüyordu”.

Evet, dünya da böyle bir yer. Sahte olduğunu, bir gün ölümle son bulacağını biliyoruz. Efendimizin bu dünyayı bir rüyaya benzettiğini, ölümle bu rüyadan uyanacağımızı defalarca duyup okumamıza rağmen böylesine güçlü bir sanal gerçeğin içine kendimizi hapsetmekten kurtulamıyoruz. Bu rüyayı gerçekmiş gibi algılar olmuşuz. Gerçekle hayali birbirinden ayırt edemeyen şizofreniler gibi, bu hayale yapışmışız dört elle. Öyle bir kuvvetle ki, elimizi kimse açamıyor. Avuçlarımızda tuttuğumuzu sandığımız hayal kıymetler peşinde sürünüyoruz. Bize anlatılanlar, öğretilenler, okuduklarımız hepsi hayalle gerçek arasında bir yerlerde flulaşıyor. Onları kalbimize, beynimize yerleştiremeden uçuveriyor. Bu yalandan kendimizi kurtaramıyoruz. Bu dünyanın, bir rüya olduğunu “Hakkel yakin” şuuruyla hissettirecek bir “el” lazım. Sanalda yaşamaktan kurtulmuş kuvvetli bir “el”in bizi kendimize getirmesi, bulunduğumuz yerin gerçek halini bize, bizzat göstermesi gerekiyor. Bunu kendi kendimize başarmamız çok zor çünkü. Bu dünyanın tılsımından kurtulmak çok zor. O kadar zor ki, sınav salonunda önceden verilmiş soru ve cevapları, sınav kâğıdına yazmakta sorun yaşıyoruz.

Gaflet perdemiz nedeniyle dünya ve içinde sahip olduğumuz maddi şeyler, bize uğrunda mücadele yapılacak, vazgeçilemeyecek kıymetler olarak görünüyor. Ama ertesi gün gelip, bu gün verileni geri isteyecek biri varken, verilene kişi nasıl benim nazarıyla bakabilir ki? Ona nasıl bağlanır? Ne güzel bir sözdür: “Ölümle yok olan mülk mülk değildir; mülk o mülktür ki, ölümle zâil olmaya.”

Yapıştıklarımızın gerçekte ne derece değerli olduğunu gerçek manada ancak arifler biliyor. Bir arif hiç yemek davetlerine katılmazmış. Bir gün bir tanıdığı, bir yemek davetine ısrarla çağırıyor. Ne yapsa kurtulamayınca, sonunda yemek davetini kabul eder bir şartla: Yemesi hususunda ısrarlı olunmayacaktır. Çok ihtişamlı bir sofra hazırlanır. Herkes büyük bir iştahla yemeklerden yerken, o arif hiçbir yemeğe elini uzatmaz. Tanıdık sonunda dayanamayıp yine yemesi için arife ısrara başlar. Sonunda arif, elini o şahsın gözlerine sürüp “Şimdi bak”, der. Bir de ne görsün: O lezzetle yenen yemekler kokuşmuş, kıvıl kıvıl kurtçuklar içinde.
Bu hususta Abdülkadir Geylani hz. de dikkatleri şöyle çekiyor: “Ey kavmim! Bilin ki, dünya fanidir, dünya insanı kayıt altına alır... Onun için ona siz kalp gözüyle bakın. Baş gözüyle değil. Kalp gözü manalara bakarken, baş gözü de zahiri şekillere bakar...”

Görünenle aslın birbirinden ne kadar başka olduğunun anlatıldığı, çok tartışılan ilginç senaryolu Matrix filminde, herkesin gördüğü yaldızlı dünyanın aksine, gerçekteki dünyada her şey döküntü, kaba şeylerden oluşuyor; yiyeceklerden, giyeceklere, yaşanılan tüm mekânlara kadar. Modern şehirler, yaşamlar, kariyerler, zenginlikler, içinde uyuşmuş insanlar; aslında birer çöplük mesabesindeki o yaşam alanlarını, beyinlerine yapılan programlamayla harikulade görüyorlar. Sahte dünya sistemi, uyanışa engel olmak ve sistemin aynı şekilde kalması için yöneldiğini kendisinin aynısı yapan askerler tarafından korunuyor. Bilen onlarla savaşmak zorunda.

Aslında çok da farklı bir dünya da yaşamıyoruz. Ariflerin gördüğü dünyayla, bizim gördüğümüz çok başka. Verilen mücadelenin ardından elde edilen kâmil görüş, akıl, hissiyat dünyanın, bizim gördüğümüzden başka olduğunu onlara gösteriyor. Elimizde elmas tuttuğumuzu sanarak ona öylesine baygın bakarken, aslında onun bir plastik boncuk değerinde olduğunu gören elbette bize acıyarak bakacak. Dünyanın geçiciliği, onun tüm çekiciliğini yok etmeye yeter esasen. Eğer tam bir şuurla bunun farkında olabilseydik, dünyanın hiçbir şeyi, ahret karşısında bizi aldatamazdı. Ancak o şuuru elde etmek için, o şuura sahip olan kişilerle bir arada bulunmak gerekiyor. Bunu bildiğinden şeytan ve nefis, bizi o insanlardan ve çevreden uzaklaştırmak için her türlü hileyi büyük bir kuvvetle deniyor.

Geçmişte ihtişamlı hayatlar yaşamış ama şimdi izi kalmamış insanların hayatlarını okuyunca ister istemez bir düşünce sarıyor: Bir zamanlar bu yeryüzünde onlar da neşeyle dolaşıyor, nefes alıp veriyordu. Onların da hayalleri, ümitleri, sevdaları, tutkuları, zevkleri, uğraşları, evleri, çocukları vardı. Kahkahaları göğe salınıyordu. Ama şuan toprak oldular. Hiç yaşamamış gibi. Ve gün gelecek biz de yaşamamış gibi olacağız bu yeryüzünde. O zaman akıllıca olan herkesin gitmekten asla kaçınamayacağı o anayurda hazırlık yapmak. Ve bu geçici ihtişamlara gönül ve bel bağlamamak.

Öte yandan nefes aldığımız sürece çalışıp rızkımızı da temin etmek zorundayız. Bu da adetullahtan. Yeryüzünde canlı olarak kaldığımız sürece, helal dairede yaşamımızı sürdürecek sebeplere de sarılmamız gerekiyor. Yani “Nasıl olsa öleceğiz, şöyle bir köşeye çekilip ölümümüzü bekleyelim”, deme lüksümüz de yok. Zaman ve şartlar neyi gerektiriyorsa, yaşamamız için meşru dairede onlara da uymak zorundayız. Asıl pehlivanlık hayatın içinde her şeyiyle yaşarken doğruluktan ayrılmamakta. Yoksa mağara da veli olmak kolay. İş, insanların ve hayatın göbeğindeyken Allah’ın razı olacağı hayatı sürdürebilmek. Yani dünya ve ahret dengesini de göz ardı etmememiz gerekiyor. Nitekim Allah Teâlâ “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma…” (Kasas/77) buyuruyor. Efendimiz de bu hususta şöyle buyuruyor: “Dünyanızı iyileştiriniz ve ahiretiniz için çalışınız.”

Dünya meşguliyetlerinden tamamen sıyrılmak mümkün değil, kabul. Ama bu, hiç olmazsa bize asılları unutturmasın. Kendimize sık sık şunu soralım: Neden buradayız? Bizden beklenen ne? Burada yaptıklarımızla asıl mekânımızı, tuğla tuğla inşa ediyoruz. O halde burada ne yaptığımıza, ölüm binitini nasıl beklediğimize dikkat… Ne yaparsak yapalım, nasıl bir hayat sürdürürsek sürdürelim aklımızdan çıkarmamamız gereken şey şu: Biz buraya ebedi kalmak için gelmedik. İmtihan için buradayız. Asıl ebedi yurdumuza dönmek için sıradayız. Ve ölüm; her an bu rüyadan uyandırmak için hemen yanı başımızda bekliyor…


                                 



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yaşam kümesinde bulunan diğer yazıları...
Güzelden Güzellik Gelir
Hatası Açık da Olsa, Kullar Hakkında Hüküm Allah"ındır

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Övünmenin Dayanılmaz Cazibesi
Size Bakan Neyi Görüyor?
Gelin Canlar Bir Olalım
İbadetimiz Gerçekten Allah"a mı?
Yalandan, Geriye Ne Kalır?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Hayatla Ölüm Arasında Son Raunt [Öykü]
Yemin [Öykü]


Rabia Suluk kimdir?

1971 Erzurum doğumluyum. ilk, orta ve lise tahsilimi Gebze'de yaptım. 1994'de İst. Ünv. Hukuk Fakültesinden mezun oldum. Özel ve kamu alanında çalıştım, ancak yazarlık hep içimde benimle var olmuş bir düştü. İlk ve son romanımı ortaokul da kaleme aldım. Zaman zaman bir şeyler yazdım ancak yazar olarak ortaya çıkamadım. Umarım bu düş bundan sonraki yaşantımda gerçeğe dönüşür.

Etkilendiği Yazarlar:
Her yazardan bir şeyler aldığımı düşünüyorum.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Rabia Suluk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.