Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Övünmek ne lezzetli bir besindir nefis için. Ve bu lezzetli besinden herkes bir pay alır. Hemen herkes kendinden bahsetmekten hoşlanır. Bu, bazen kendi üzerinden yapılan masum bir örneklendirmeyle olur, bazen direkt. Masum örneklendirmede, kişi güya yapılan işin, çalışmanın, hareketin, hizmetin nasıl olması gerektiğini anlatırken sözü, bir vesileyle kendi yaptıklarına ya da kendisi için kurulan metih cümlelerine getirir. Diğerleri bilsin ister: Nasıl başarılı olduğunu, ne kadar öz veriyle hizmet ettiğini; ne kadar fazla ibadet ettiğini; ne çok iyilikte bulunduğunu; ne kadar sevilip takdir edildiğini; insanların kendisine nasıl hayran olduğunu göstermek ister, görünürdeki masumane anlatımlarıyla. İşi öğretmek, yapılan hizmetlerin ne durumda olduğunu bildirmek gibi de görülebilir gayesi. Ama gerçekte nefis, başkaları arasında fark edilmeyi, öne çıkmayı ister; övgü ve okşanma bekler. Kişi, bazen tasvip gördüğünü sanıp başarılarını anlattıkça anlatır büyük bir lezzetle. Bu arada ene mest olur, anlatıldıkça semizlenir. Bu durum bazen öylesine sırıtır ki, kimilerinin hafif tebessümüne maruz kalmaktan kurtulamaz. Hani çocuklar çevrenin övgüsünü alan arkadaşlarını görünce hemen öne atılır, “Ben de şunu yaptım” diyerek kendisine de övgülerden pay bekler. Büyükler tebessüm eder ve hoşuna gidecek beklenen cümleyi söyler: “Aferin!”. Çocuk gözleri ışıl ışıl, sevinir, zafer kazanmış kahraman edalarıyla arkadaşlarına da şöyle bir “yaa” göz süzmesiyle yerine oturur. Bütün yaptığımız iyi şeyler, alkış bekleyen nefsimizin kendini gösterme çabasında bazen zayi olur gider. Ne yazık ki hemen hiç kimse bu tuzağa düşmekten kurtulamaz. Ancak kâmil zatlar istisna. Kimin övülmeye layık olduğunu ancak Allah bilir. Fakat övgüye layık olanlar, kendilerini övmezler. Çünkü onlar asıl bilmesi gerekenin, her şeyini zaten anlatmadan bildiğinin “hakkel yakin” olarak şuuruna varmıştır. O nedenle kâmil zatlar, “ben” demez. Onlar, “beni”, “biz”in içinde eritir. Hatta onlar kendi isimlerini başka bir ismin arkasına gizler. Çok çeşitli övünme yöntemlerimiz var: Kimi farklı bir kişilik olduğunu anlatmak için, farklı uğraşlarını sayıp dökerek övünür. Kimileri kendini eleştirerek övgü bekler. Kendini yerden yere vurduktan sonra dinleyenin, “Estağfurullah, yok canım, siz şöyle iyisiniz, böyle şeyler yaptınız” övgülerini bekler. Kendini eleştirmiştir ya artık, kendisi hakkında güzel birkaç cümleyi duymayı hak etmiştir. Kimileri de kendini övmeye bir girizgâh olarak “Hani övünmek gibi olmasın ama şöyleyim…” sözünü kullanır. Bunlar da güya alçakgönüllü görünmeye çalışır. Yaptığı övünmeyi hoş göstermek ister. Çaktırmadan kendini övmeyi henüz öğrenememişlerin övünme biçimidir bu. Övünecek bir şey bulma noktasında kimse sıkıntı çekmez: O kadar ki eksik ve kusurlarıyla övünenler bile mevcut. Bu tarz kişiler, kusurlarını bir nevi farklı olduklarını göstermek için övünç kaynağı yapar adeta. Mesela şöyle diyenleri duymuşsunuzdur: “Dengesiz biriyim, uçlarda gezerim”, “Çabuk öfkelenen biriyim”, “Sinirlenince avazım çıktığı kadar bağırırım, kırar dökerim”, “Kimse yanıma yaklaşamaz”, “Millet benimle konuşmaya çekinir”. Kimileriyse, kendi aldatmaca dünyalarına başkalarını da övünçle davet eder; hiç denecek bir başarıyı bire on katarak ballandıra ballandıra anlatır. Bir, ballandırılmış anlatıya bir de neticeye bakar, şaşar kalırsınız. Kimilerini de duyarsınız; artık yapmadığı hep geçmişteki işleri, iyilikleri anlatmakla meşguldür. Onlarla gününü de değerlendirdiğini sanır. Bunlar adeta geçmişe kendini kilitlemişdir. “O iyiliklerimi döndürüp döndürüp anlatacağıma, kalkıp bari bir iki iyi iş de şimdi yapayım” demez. Bir de övünme aracı olarak kullandığımız aslında çok da sıkı uygulayıcısı olmadığımız çeşitli kural, kurum, grup üyeliği halleri mevcut. Onlar dilimizde, gönlümüzde olabilir ama pratiğimizde olmayabiliyor. Fakat sıra anlatmaya, onlarla övünmeye gelince sözü kimselere bırakmıyoruz. Kimi malıyla, kimi ailesiyle, kimi çocuğunun/eşinin başarısı ya da ahlakıyla, kimi ilmiyle, kimi güzelliğiyle, kimi aklıyla, kimi hitabetiyle, kimi başarılarıyla, kimi fedakârlıklarıyla övünür. Liste uzar gider. Velhasıl, muhakkak herkesin illa kendi üzerinde hoşuna giden dillendireceği bir özelliği vardır var olmasına da önemli olan, onun karşısında sergileyeceği tavırdır: Bu özelliklerimizi allayıp pullayıp gözlere fark etsinler arzusuyla sunacak mıyız, yoksa üzerimize düşen her neyse o işi, o özelliklerle sessiz sedasız yapmakla mı yetineceğiz, Bilen bilir felsefesiyle? Bir de şöyle bakmak lazım: Acaba kendimi överek karşımdaki insan için ne gibi bir yarar sağlıyorum? Onu nasıl bir his kaplıyor: İyiliğe sevk mi, kıskaçlık mı, yoksa küçümseme mi? Her şey bir yana karşınızdaki kişi, sizin kadar yetenekli ya da sizin imkânlarınıza sahip biri değilse suç onun mu? Kendi çabası olmadan sırf Allah’ın lütfettiği özellikleriyle övünmek ne acı. Ne soyumuzu biz seçiyoruz, ne ırkımızı, ne dilimizi, ne bedenimizi, ne zekâ seviyemizi, ne yeteneklerimizi. Bir çadırda doğabilirdik ya da Afrika’daki bir yam yam kabilesinde. Allah, aklımızı, servetimizi, makamımızı, çocuğumuzu, güzelliğimizi, yeteneğimizi, sağlığımızı alıverse, onları tekrar bize kim verebilir? Allah’ın bize verdikleriyle, O’nun kullarına çalım satmakta neyin nesi? Bu bir nevi başkasının malıyla caka satmaya benziyor. Malın asıl sahibi, kendisine ait malla caka satılmasından hoşlanır mı acaba? Diğer yandan insanlar, devamlı kendini övüp, ispatlamaya çalışanlara antipati duyar. “Kendini öveni at kaç” diyor atalar da. Hiç kimse karşısında övünüp duran birine sevgiyle bakmaz. Övünmek, bir nevi kendi kendini yüceltmek ve gösteriştir. Kişi kendini överken aynı zamanda bilinçli ya da bilinçsiz başkalarını da aşağılar. Onun içinde, “Ben yapabiliyorum, başkaları benim kadar iyi yapamıyor” iması saklıdır. Övünen kendini överken, diğer yandan başkalarının da hatalarını, eksiklerini sayar. Efendimiz’in s.a.v. bu bağlamda, insanı titretecek bir uyarısıyla karşılaşıyoruz: “İnsanlar helak oldu, diyenin kendisi helak olmuştur.” Kişinin kendisini övmesi onun hem Allah indinde, hem de insanlar nezdinde değerini düşürür. Övünmek ancak Allah’a yakışır. O’ndan başka kim o elbiseyi giymeye kalkarsa bu o kişiyi, küçük düşürmekten başka bir işe yaramaz. Ahret hesabı ise cabası. Yine farkında olmadan korktuğumuz şeye neden oluyoruz övünmekle; değersiz olmak, küçümsenmek, yalnızlaşmak. Aslında belki de içimizdeki komplekslerimizi kendimizi överek yok etmeye çalışıyoruz. Kim bilir? Ayrıca övünmeye kendimizi kaptırıp asıl yapmamız gerekenleri unutmak konusunda bizi, en iyi tanıyan Rabbimiz şöyle uyarıyor: Ey İnsanlar! Mal, çocuklar ve adamların çokluğuyla övünmek, sizi Allah'a itaat ve ahiret hazırlığı yapmaktan alıkoydu. (Tekasur, 1) Geçici şeylerle övünmek bir aldanmadır. Hepsi bu rüyanın içine hapsolmuş şeyler. Rüya sona erince onların da bir hükmü kalmayacak. Tek kazanç hakikaten Allah rızası için yapılan ve zayi edilmeyendir. Bir yerde okumuştum, şöyle deniyordu: “Övünülecek bir tarafımız varsa, o da Allah’ın bizi muhatap kabul etmesidir. Gerisi nefsin tatminidir.” Evet, gerisi lafı güzaf. Nefis ne kadar terbiye olursa o kadar kendinden bahsetmeyi bırakır. Çünkü yapılanların karşılığı sadece Allah’a ait. O’nun kulları övse ne olur, övmese ne olur? Ellerinde varsa bir güç, o da ancak Allah’ın dilemesiyle gerçekleşebilir. Önemli olan Allah’ın bilmesi. O’nun bilmesi içinse, başka birilerine anlatmaya gerek yok. O; her anımızdan haberdar olandır; sakladıklarımızdan da, açığa vurduklarımızdan da. Boşuna efor sarf etmeyelim başkalarının gözüne girmek için. Gözüne girmemiz gereken bir tek Allah!...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Rabia Suluk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |