..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > Mehmet Önder




29 Ekim 2009
Koltuk Sağlam Olmalı  
Mehmet Önder
En son şanssızlığı geçenlerde koltukta yaşadım. Meğer onda da şansım yokmuş. Çok gezip tozmadığım için bilmiyordum.


:BEEC:
KOLTUK SAĞLAM OLMALI



Şans denen şeyle aram hiç bir zaman iyi olmamıştır. Güvenmediğim için de, sanki düzeltebilecekmişim gibi, sağlam basmaya çalışmışımdır. Ama ne yaparsam yapayım, şanssızlık beni aramış bulmuştur. En zor anlarımda “Peh !” diye karşıma çıkıverişinden bir yerlere gizlenip bana pusu kurduğunu bile düşündüğüm olmuştur.

Örneğin, yirmi kişi bir mağazadan alışveriş yapıp aynı şeyden satın alsak, içine de bir tane üretim hatası ürün karışmış olsa , hiç kuşkunuz olmasın o benimkidir.

Sınavda A, B diye ayrılsak, kazık sorular bizim gruba gelir. Bizi iki öğretmene bölüştürseler en sıfırcısı benim olduğum guruba denk gelir.

      Hani televizyon izlencelerinde yarışmacıya bir para önerilir, şansına güveniyorsa “Kabul etmiyorum; lütfen kutumu açın” der ya, ben yaşamım boyunca bir kez olsun bu sözü söyleyemedim.

           …

      En son şanssızlığı geçenlerde koltukta yaşadım. Meğer onda da şansım yokmuş. Çok gezip tozmadığım için bilmiyordum.

Uzun bir yolculuk olacak, bir gün önceden yer ayırttım. Üç numaralı koltuk. Hani on üç numara uğursuz derler ya, onu diyenler üç numarayla şöyle dört başı mamur hiç karşılaşmamışlardır. Bundan hiç kuşku yok. O işkence koltuğu gibi üç numaralı koltuğa bir süre oturdum ; ilk seyir faslı bitip, şöyle bir yaslanayım dedim, koltuk arkaya arkaya yatıyor. Araçlarda pek uyuma alışkanlığım da yoktur. Bir süre dimdik oturmaya çalıştım, olmuyor. Dura kalka, bir ileri bir geri epeyce yoruldum. Bu böyle gitmeyecek; muavini çağırıp koltuğun dik durmadığın söyledim. Çekti, iteledi, bir yerlerini kurcaladı :

      - Tamam abi.

Tamam olsa sorun yok da, nerde ; bir süre sonra yine, hem de bu kez daha çok arkaya yatmaya başladı. Kimsenin koltuğunda gözüm yok ama herkes dimdik yolculuk yaparken, bir ben, yanlış düğmeye basılmış da kimliğini yitirip italikleşmiş daktilo harfi gibi yatık gidiyorum.
     
Arkada da evlere şenlik bir amca var. Hiç hoşgörüsü yok. Benim koltuk arkaya yattıkça mırıldanıp duruyor. Ehlikeyfmişim de, “Oh ohh beyim tatlı rüyalar” mış da.

      Arızalı koltuğu ben seçmedim ki.

Arkadakinin sesi iyice yükselmeye başlayıp, muavinden de umudu kesince şoföre yüklendim :

      - Arkaya yatıyor bu koltuk yahu !

      Şoför kendi havasında. Gol haberi vermişim de kendi takımını etkilemiyormuş gibi :

      - Haa o koltuk mu ? O arızalı. Ama hiç endişeniz olmasın. Dönüşte hemen tamir ettireceğiz.

      İyi bari. Koltuğun tapusunu aldık ya, bu kez böyle yata kalka gidelim. Bir defadan bir şey olmaz ! Zaten endişeye de gerek yokmuş.

      Ama şoför yine de titiz adammış. Arka taraftaki muavine “Düzelt şu koltuğu !” diye bağırdı. Çocukcağız geldi, az önce yaptıklarını yineledi. Yaslandım, yine yattı.

      Arkadaki amca yine rahatsız. ‘Ehlikeyf zıpırlar’ da hep ona denk gelirmiş, kahretsinmiş.

      …


      Baktım, işin olacağı yok. Bari uyumaya çalışayım, uyuyabilirsem yol çabuk geçer, dedim. Bu kez şöyle rahatça yaslandım. İşte tam o an olanlar oldu. Sen arızalı koltuğa yaslanır mısın ? Tümüyle arkaya yattı. Şimdi koltuğumla birlikte mırın kırıncı amcanın kucağındayım.

      Öyle kucağındayım ki, adeta sinir küpü ile yüz yüzeyim. Daha doğrusu ben yüzüm de o biraz ters. Homur homur bir şeyler söylüyor. Kalkmaya çalışıyorum, olmuyor. Çabaladıkça, daha bir yerleşiyorum.

      Mırın kırıncı amca çok ters adam. Bu durumda çok ilginç de bir görüntüsü var. Gözler yukarda, kaşlar aşağıda. “Amca, senin kaşının üstünde gözün var” desem, yakışmaz şimdi. Malum, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Üstelik burun deliği yok. Ağzı da alnında, onun üstünde de kıllı bir tümsek.

     …

      Bir ara sağı solu merak ettim. Yüzümü yan koltuğa çevirdim; kucağı çocuklu bir kadın. Tabii bu arka sıranın yan koltuğu. Kendi sıramdaki yol arkadaşımla tanışmıyoruz İlk anda mimiksel bir selamlaşma olmuştu ama; yüzünü bile anımsamıyorum. Annesinin kucağındaki çocuk yaramaz mı yaramaz. Başladı benimle uğraşmaya. Geldi üstüme çıktı. Biz amcayla bir yarısı velet öteki yarısı papaz, iskambil kâğıdı gibi bütünleşmişken , çocuk da katılınca bir garip üçlü olduk.

      Ben çocuğa git git edip iteledikçe, annesi :

- Oynasın amcası, oynasın. Seni sevdi, diyor.

      Benim de tam sevilecek demlerim ya !
     …

Çaresiz, belki kurtarır, diye “Şofööör” diye bir kez daha bağırdım; o da benden bıkmış :

- Tamir ettireceğiz dedik ve ağabeycim. Türkçen kıt mı ?

      Ben kırık koltuktan, alnı kıllı heriften kurtulmaya çabaladıkça, çocuğun zıplamalarıyla daha da çakılıyorum. Çocuk bir yaş civarında gösteriyor ama sağlıklı. Abartısız yedi sekiz kilo. Kucağında yattığım amca dedesi mi babası mı bilmem. Çocuk beni belediye parkı sanıyor olmalı ; bir aşağı bir yukarı. Bir ara geldi tam gırtlağıma çöktü. Ben “Gluk gluk” ses çıkarıyorum, boğulacağım. Annesi kendi havasında “Aman da, oğlumun amcası glukmuş da, gluk gluk edermiş de. Amcası oğlumu çok severmiş de” diye diye çocuğunu seviyor.

      Çocuk arada oyuncağından mı bıkıyor nedir, annesinin kucağına gidiyor, geri geliyor.

Bir gelişinde bıyıklarımı yolmaya başladı.

- Tek tek yol yavrum, acıttın ! diye bağırdım.

      Sen tut yanağıma bir şaplak at. Kaşlarının üstünde gözü var amcanın güldüğünü ilk kez o an gördüm. Çapa gibi dişlerini göstere göstere kahkaha atıyor.

      O gülünce çocuk iyice şımardı. Bu kez işaret parmağını yüzüme yüzüme dürtmeye başladı. Acaba nereme sokacak derken, burnuma soktu. Ben yine feryadı bastım :

- Çek elini çocuk, kanatacaksın !

Bu arada sol yandan bir çocuk ağlaması duyuldu. Baktım; aynı yaşlarda bir kız çocuğu. Bize bakıp bakıp ağlıyor. Kardeşin yanına gelip oynamak istiyormuş.

Öyle ya, hazır oyun alanı gelmiş, çocuk özeniyor. O da gelip üstümde tepinmek, bıyıklarımı yolmak, tokatlamak, gözüme kulağıma parmak sokmak istiyor.

      Annesi babası bizimkilerle tanışık olmasa gerek, izin vermiyorlar. Küçük kız başını çevirip çevirip bana bakıyor. “Şunlara bir şey söyle amca” demeye çalışıyor. Çocuğun halini gördükçe içim cız ediyor. O da çocuk, oyun onun da hakkı.



Bu arada ben de uyumuş kalmışım.

Uyandığımda bir de baktım ki, oğlan üstüme küçük çişini etmiş. Annesine çıkıştım ; ama kadın çok pişkin. Meğer çocuk yolculuklarda dedesinin kucağına işemeye alışkınmış ; benim dedesinin kucağında ne işim varmış.

Kadınla hırgür ederken ineceğim durağı da kırk elli kilometre geçtiğimi fark ettim. Apartopar inip karşıya geçtim, araç beklemeye başladım. Biri durdu.

Muavine :

- Sağlam boş koltuğun var mı ? dedim.

      Söylediğine göre hepsi sağlammış. Baktım koltukların çoğu boş. Şöyle titizlikle süzdüm. İçimden “Hah” dedim “Şu sağdaki sağlamdır. Hem de cam kıyısı”. Oturdum ki, bu koltuk da her yana sallanıyor. En tehlikeli koltuk da böylesidir. Ne yana devrileceği, adamın başını kiminle belaya sokacağı hiç belli olmaz.

      Muavine baktım. O da beni izliyormuş. Eliyle beter ol gibi bir hareket yaptı :

      - Bir tane arızalı koltuk vardı ; boş tutuyorduk . Bula bula onu mu buldun ?



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.



Mehmet Önder kimdir?

30. 11. 1959'da İzmir'in Bayındır ilçesine bağlı Furunlu Köyü'nde doğdum. İlkokulu köyde, lortaokulu Çırpı Mustafa Adanır Ortaokulu'da okudum. Bayındır Lisesi'nde bir dönem okuduysam da devam edemedim. Sonra radyo tamirciliği başta olmak üzere birçok işte çalıştım. Ege Tıp Fakültesi'nde memur olarak işe başladım. Buradaki on bir yıla yakın çalışmam süresinde önce İzmir Namık Kemal Akşam Lisesi'ni, ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. İlk Beş yılını İzmr merkezde, kalanını Bayındır'da olmak üzere yirmi iki yıla yakın bir süredir serbest avukatlık yapmaktayım. Evliyim, Alp Deniz adında sekizinci sınıf öğrencisi bir oğlum var.

Etkilendiği Yazarlar:
Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.