..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Ben bir öğretmen değil, bir uyandırıcıyım. -Robert Frost
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > erkan şahin




27 Ağustos 2008
Hako (Bir Zavallı Deli)  
erkan şahin
Fırtınanın sesi,Hako’nun iniltileri gibiydi.Ne yapıyordu acaba şu anda?Gözleri hala o boşlukta mıydı?Pencerede uğuldayan rüzgar,Hako’nun sesiyle bir türkü mırıldanıyordu şimdi.Ama ağır bir türküydü bu;kaderi yazanlarla onu oynayanlara bir küfür gibi…


:AHJC:
Zavallı kent,daha ilk çatışmada dağılmış bir ordu gibi,çam ağaçlarının dalları üzerinden teslim bayraklarını sarkıtmış,bütünüyle kara kışa mahkum olmuştu.Kendisini çevreleyen buzlu dağların yollamış olduğu soğuk rüzgardan,üzerine çektiği beyaz yorganına gömülerek korunmaya çalışıyordu.

Köpük köpük kabarmış bir deniz yüzeyini andıran kar yığınları içinde bir müddet batıp çıktım.Fırtınadan kaçan bir geminin limana sığınışı gibi,Ersin Usta’nın lokantasına dalıverdim.Saçlarımda ve omzumda birikmiş karları temizlerken bir yandan da söyleniyordum:
“Uff!Bu ne böyle yahu…”
“Ee hocam.Burası sizin oralara benzemez.Daha yenisin ama merak etme alışırsın”.
“Aman aman.Bu soğuk alışılacak gibi değil.Şöyle sıcak bir çorba gönder de kendime geleyim”.
Lokantanın buğulu camekanı dibinde,sokağa bakan küçük bir masaya yerleştim.Doğunun bu ücra köşesine tayin olduğumdan bu yana iki ay geçmişti;ve burada yaşadığım ilk kışımdı.Daha en azından üç beş sene bu şartlara nasıl dayanacağımı düşününce,bedenimin kaygıyla titremesine engel olamadım.Çorbamı yudumlarken,bir yandan da buğulu camı silerek oluşturduğum ufacık aralıktan sokağı gözlüyordum.Havanın kararmasıyla birlikte rüzgar şiddetini azaltmıştı.İnsanlar birer ikişer oraya buraya koşturuyor,kimileri kaygan zemin üzerinde yere yapışınca el kol hareketleriyle okkalı bir küfür savuruyordu.Lokantanın solgun ışıkları kaldırımda yansımaya başlamıştı.O anda,hemen camekanın önündeki saçağa sokulmakta olan bir adama ilişti gözlerim.Perişan giysilerinden ve tuhaf duruşundan daha ilk bakışta dengesiz bir ruha sahip olduğu anlaşılıyordu.Henüz yirmili yaşlarda olmalıydı;ancak kamburlaşmış sırtı ve öne eğilmiş boynuyla çok daha yaşlı bir insan görünümündeydi.Üstünde sadece yakaları yırtık bir gömlek ve beline iple tutturulmuş eski bir pantolon vardı.Ayakları ise çıplaktı.Bu biçimde, yalın ayak buzların üzerinde dikilmiş,sanki çok uzaklarda,yalnızca kendisinin seçebildiği bir noktayı izliyor gibiydi.Yanıma gelip oturan Ersin Usta’ya merakla sordum:
“Allah aşkına usta,bu adam üşümüyor mu?”
“Hako’mu?Üşümez o.”
Gayet olağan biçimde söylediği bu sözün ardından garsonlardan birine seslendi:
“Oğlum şuna bir parça ekmek veriver”.Ve daha kısık bir sesle ekledi:”Bakalım ne yapacak?”
Çocuk katılaşmış bir ekmeğin kenarından bir parça koparıp dışarı çıktı. Elindeki parçayı alaylı bir ifadeyle Hako’ya uzattı.Hako eline tutuşturulan ekmeği umarsızca kavrarken,gözlerini o dalmış olduğu boşluktan bir an bile ayırmamıştı.Oldukça yavaş bir hareketle ekmeği ağzına götürdü.Küçük bir lokma ısırdıktan sonra,kalan parçayı hızla yere fırlattı.Ersin Usta,onun bu hareketi karşısında hiddetle bağırdı:
“Eşşoğlu eşek!Bak nimeti ne yaptı!İyilik yaramıyor bu namussuza”
“Kim bu?Büyülenmiş gibi nereye bakıyor öyle?”
Usta,az önceki tavrından pişman olmuşçasına yüzünde acıklı bir ifade oluşturdu.Ve anlatmaya başladı:
“Hako diyorlar ona.Bakma böyle kızdığıma,aslında üzülüyorum.O da bizim delimiz işte.Şu karşıdaki ıssız dağların arasında bir köy vardı,orada yaşarmış bir zamanlar.Bu terör belası onun da hayatını çalmış.Bir gece köyü basmış birileri,ortalığı yakıp yıkmışlar;bir çok insanla birlikte bunun da ailesini katletmişler.O zamanlar Hako çocukmuş.Bu olayın ardından çıldırdığını söylerler.Yıllardır kasabada böyle gezip dolanır,o dağlara doğru dalıp dalıp gider”.
“Peki üstüne başına kimse bir şey vermez mi?Nasıl öyle yalın ayak geziniyor?”
“Verirler vermesine de,giymez ki.Bağırır çağırır,parçalar giysilerini.Gördün işte,ekmeği bile fırlatıp attı.Hako bu;ne acıkır ne üşür…”
Geç vakit evin yolunu tuttuğum sırada,Hako’nun kar yığınları arasında bir hayalet gibi dolaştığını gördüm.O gece boyunca hep onu düşündüm.Kederli öyküsü beni derinden sarsmıştı.Daha küçük bir çocukken yaşamış oldukları ,kimbilir ne şiddetle dünyasını paramparça etmiş olmalıydı.Anormallik olarak algıladığımız ve adına delilik ya da çılgınlık deyip kestirip attığımız adlandırmalar,Hako için ne kadar olağandı oysa.Kim dayanabilirdi ki onun tanık olduklarına.Yakıştırmalarımız bu denli ucuz ve çirkin mi olmalıydı her zaman…
Tüm bölgeyi düşündüm sonra.Ve çilekeş halkını…Hepsinin ayrı bir hikayesi,yürekleri dağlayan bir anısı vardı.Acıları paylaşıyoruz demek,akan kanların üzerine en felsefi yorumlarda bulunarak çareler düşlemek,hele hele,çok uzaklarda,yaşananları yalnızca gazete haberleri ve kulaktan dolma bilgilerle değerlendirip ahkam kesmek,kuşkusuz işin en kolayıydı.Ama ya bu karmaşanın içinde olmak,aniden patlayan silahların ve bombaların ardından neyin geleceğini bilemeden korkuyla beklemek nasıl bir duyguydu?Ya her biri kayıplar ve ölümlerle taçlanmış anılara sahip olmak?İçinden öyle kolay çıkılacak bir durum muydu bu?Ne zaman bitecekti bu lanet; ve kimbilir,daha kaç ocak sönecekti?
Hako’nun bir ölüyü andıran anlamsız ve boş bakışlarını düşünerek evime varmış,aynı düşüncelerle yatağıma uzanmıştım.

Onun acılarla örülmüş dünyasının kapısını aralayıp bir adımcık içeri girdiğimden olsa gerek,sanki çok daha fazla karşıma çıkmaya başlamıştı.Caddede görünmediği vakitler,gözlerim ısrarla onu arar olmuştu.İçten bir sevginin sıcaklığına hasret düşündüğüm gözlerine,bir tutam katkıda bulunabilmeyi öyle çok isterdim ki…Bu perişan edilmiş ve nefrete bulanmış coğrafyada hala sevgiden bahsetmek,çok mu ucuz bir hayaldi acaba?Taşlaşmış yürekleri biraz olsun yumuşatmak,soluk bakışlara bir nebze can katmak bu kadar mı zordu?
Hako’nun acı öyküsünü öğrenip,bir kez daha insanlığı sorguladığım günün üzerinden birkaç anlamsız gün daha geçmişti.Okuldan çıkmış,şiddetli tipinin ortasında avını arayan aç bir kurt gibi yola düşmüştüm.Lokantaya bir an önce ulaşmak için karla kaplı yolda düşe kalka ilerliyordum.Lokantanın karşısındaki sokağın tam köşesinde Hako ile öyle ani bir biçimde burun buruna geldik ki,neredeyse çarpışıp yuvarlanacaktık.Onu kollarından tutup,şaşkınlık ama bir o kadar da şefkat dolu bakışlarla gözlerine baktım.Tebessüm ederek :
“Pardon,özür dilerim “ dedim.Onun da bir şey söyleyebileceği merakıyla bir iki dakikacık boşa bir bekleyişin ardından başımı eğerek selam verdim; ve uzaklaştım. Sebebini tam olarak anlayamadığım bir korku ya da utanç duygusu ile adımlarımı daha da sıklaştırmıştım.Ne yapmıştım ben?Ya Hako’ya selam verdiğimi ve onunla kısacık ta olsa konuştuğumu birileri gördüyse?Alay edip gülmez miydi insanlar halime?Hako’ya da selam verilir mi hiç?Tebessüm etmek,gülen gözlerle bakıp içten bir duyguyla konuşmak;ne alakası olabilir zavallı delinin bunlarla?Hako zaten gülemez ki.Konuşmaz,acıkmaz,duygulanamaz ki…
Az önce yapmış olduğum garip davranışın mı,yoksa Hako hakkında söylenenlerin mi,hangisinin doğru olduğuna bir karar veremeden,kendimi lokantadan içeri attım.Şu an için ısınmam ve karnımı doyurmam çok daha önemliydi…
Yemeğimi iştahla yiyip bitirmiş,Ersin Usta ile hoş bir sohbete dalmıştım.Tam o anda lokantanın demir kapısı ardına dek açıldı.Dondurucu bir soğukla birlikte Hako içeri dalıverdi.Elleri yırtık pantolonunun ceplerinde,sanki ezip geçecekmişçesine üzerime yürüyordu.Cebinden çıkaracağı paslı bir bıçağı göğsüme saplayacağı gibisinden çılgınca bir ürpertiyle,oturduğum sandalyeye yapışmış,dona kalmıştım.Ersin Usta da ben gibi hareketsiz onu izliyordu.Hemen önümde öylesine ani bir duruşla dikiliverdi ki,oluşturmuş olduğu hava akımı yüzüme pis ve ağır bir kokuyu tokat gibi çarptı.Ceplerinden boşalttığı fıstık ve leblebileri masamın üzerine doldurdu.Avuç avuç çerezleri önüme yığarken,bir yandan da vahşi bir hayvanı andıran hırıltılı sesiyle:
“Hı…Yi…Yii…”diyordu.
Bu tuhaf konuşmasının ardından tıpkı ortaya çıkışı gibi yine bir anda yok olup gitti.Ben ağır bir şokun etkisinde olanlara bir anlam vermeye çalışırken,Ersin Usta’nın sesiyle ancak kendime gelebildim:
“Anlaşılan Hako seni çok sevmiş.Sana ikramda bulundu bak.”
Garsonlar koşturarak kimsenin yeme cesareti gösteremeyeceği çerezleri toplayıp çöpe attılar.Kısa bir süre sonra ben de eve yollandım.

Bir iki gün kadar ortalıklarda görünmedi Hako.
Buz gibi bir akşamüstü,sigara almak üzere yanımdan ayrılan bir dostumu beklerken,ona bir kuytuda rastladım.Devrilmiş eski bir tezgahın dibinde,kaldırıma çökmüştü.İki kolunu göğsüne yapıştırmış,her zaman
ki gibi uzak dağları tarıyordu gözleri.Bakışlarıysa yine boş ve anlamsızdı.Çömelmiş olduğu köşede tüm bedeni titriyor,dünyaya yeni gelmiş bir yavrunun acizliğiyle,Hako ilk kez üşüyordu.Ve sanki her titreyişte biraz daha insan oluyordu Hako;sevgi dolu bakışımın ardından ,seneler sonra yeni baştan bir insan…O anda,cebimdeki paketten bir sigara çıkarıp,kir ve soğuktan çatlamış parmaklarına tutuşturmak istedim.Ama cesaret edemedim buna.Kararsız bir şekilde çevreme göz attım.Şiddetini artıran tipinin ve dondurucu soğuğun etkisiyle insanlar evlerine kaçışıyor,bu yeryüzü mahşerinde ne insanlar Hako’yu ne de Hako onları görüyordu.Üzerindeki paçavranın yırtıkları arasından bıçak gibi keskin rüzgarın şişirdiği morluklar göze çarpıyordu.Oturduğu yerde zaman zaman şiddetle titreyip sarsılsa da, kenetlediği uzak dağlardan gözlerini bir an bile ayırmamıştı.Üzerimdeki paltoyu çıkarıp ona vermeyi düşündüğüm sırada yanıma gelen dostum kolumdan çekiştirdi:
“Ne duruyorsun hadi gidelim.”
“Şeyy…Hako…Baksana,donacak zavallı.”
“Saçmalama,ona bir şey olmaz.Asıl biz donacağız.”
“Ama görmüyor musun nasıl titriyor.Paltomu ona versem.Ya da bir çorba falan mı içirsek?”
“Deli misin sen?Kabul etmez ki zaten.Vallahi bağırır çağırır da bir de rezil oluruz”.
“En azından bir sigara…”
“Hadi hadi bulaşma deliye.”
Başım önde,ayaklarımı sürüyerek yürümeye başladım.Yapılabilecek en iyi şeyin ne olacağı konusunda şaşırmış,kararsız kalmıştım.Gidip gitmemek,paltomu ya da bir sigarayı verip vermemek ikileminde bocalarken,attığım her adımla ondan uzaklaşıyordum.Caddenin sonundan arkama dönüp bakınca,kenti sarıp sarmalamış koca bir kefenden başka bir şey göremedim.Evime varıp odama kapandığımda aklımda hala Hako vardı.Ve bir de insanı yerin dibine sokan utanç duygusu…

Yatağıma uzanalı saatler geçmiş,gözümü dahi kırpmamıştım.Söndürüp yaktığım sigaralar,Hako’nun hakkıymışçasına dilimde iğrenç bir tat bırakıyordu.Onun yaptığını yapamamış,onun kadar cesur olamamıştım.Oysa Hako,bir tebessümü dahi karşılıksız bırakmamıştı.Gerçekten o muydu duygu nedir bilmeyen?Yoksa bir kez daha onu çaresizliğine terk edip sıvışmaya çalışan bizler miydik umarsız?Övünüp durduğumuz insani değerlerimizi bir çırpıda sıyırıp atmak nasıl bu kadar kolay oluyordu?Hangi rezil duygu,hangi korkuydu sevgilerimizin önüne engel koyan?Hako’yu giydirdim diye mi alay edeceklerdi benimle?Kendimizin yarattığı bir kurbana,şu kahrolası gecede bir sığınacak yer bulmak istediğim için mi en rezili olacaktım insanların?Neydi beni ürküten;itibar mı?Ne kadar da önemliydi sanki bu sahte saygınlık!Sahtelik!Yaşamın her anında,her yerde vazgeçemediğimiz o çirkin maske.Ama Hako,hiçbir zaman bu maskelere ihtiyaç duymamış,asla sahteliklere tenezzül etmemişti.Hele ilginin,sevginin sahtesi en iğrenciydi onun için.Eğer ona dilediğim gibi yakın davranabilseydim,şimdi çok daha emindim ki,karşı koyup engel olmayacaktı bana.Kendimi sorguladıkça adeta onu daha iyi anlıyor ve acılarla örülü dünyasından içeri çok daha fazla girmeyi başarabiliyordum.O,üzerine giydirilen elbiseler,ya da önüne atılan lokmalar için değil,bunların yapılışındaki sahteliği hissettiği için,insanların kendi günahlarının bedelini bu denli kolay ödemeye çalıştıklarını bildiği için isyan ediyordu.Sokaktaki kalabalıkların gözüne hoş görünmesi gereken bir sirk hayvanı gibi itile kakıla değil,küçük bir çocuğun bayram sabahı sevinç içinde giydirilmesi gibi masumane bir istekti onunkisi…İşte buydu,yaşamadıklarını yaşatacak olan…Heyhat!Ne kadar zordu ama bu!Eğer şu coğrafyada bir sevgi kırıntısına rastlanabilseydi,o Hako bu mu olacaktı o zaman?Ama kim bilebilirdi bunu.Ya da benim bildiğim gibi,yalnızca bilmekle yetinilen bir iyi niyetin,kime ne faydası olabilirdi?...

Fırtınanın sesi,Hako’nun iniltileri gibiydi.Ne yapıyordu acaba şu anda?Gözleri hala o boşlukta mıydı?Pencerede uğuldayan rüzgar,Hako’nun sesiyle bir türkü mırıldanıyordu şimdi.Ama ağır bir türküydü bu;kaderi yazanlarla onu oynayanlara bir küfür gibi…

* * *

Günün ilk ışıklarıyla giyinip evden ayrıldım.Bir an önce Hako’yu bulmalıydım.Yedekte tuttuğum yünlü bir gocuğu da ona vermek üzere yanıma aldım.
Gece boyunca aralıksız yağan kar,bir an sonra hepsini yutacakmışçasına kandırmaya çalıştığı toprak damlı gecekonduları,sahte bir ana şefkatiyle kucaklamıştı.Saçaklarda ve ağaç dallarında akacakken donup kalmış damlalar,bana çirkin bir timsahın gözyaşlarını anımsatıyordu.Düşe kalka ilerleyerek sonunda caddeye ulaştım.Hako’yu en son bıraktığım tezgahın yanında,iki kişiyi zorlukla seçebilmiştim.Biraz daha yaklaşınca,ellerindeki küreklerle kar ve buz yığınlarını kazımaya çalıştıklarını fark ettim.Ve o anda tanıdım yerde uzanmış cansız bedeni...
Boğazımı tıkayan keder düğümünü çözüp bir şeyler söylemeye çabalarken,sessiz sorumu kısa boylu belediye işçisi yanıtlayıverdi:
“Donmuş zavallıcık.Kurtulmuş oldu be gariban…”
Gırtlağımda,soluğumu kesercesine düğümlenen kemendi koparmak isteyen parmaklarım,hırsından,cebimde yakaladığı sigara paketini parçaladı.Kısık gözleriyle ilk kez gülümserken gördüm Hako’yu.Ben hala o kahrolası sahtelikle gözyaşlarımı saklamaya çalışırken,Hako için için halime gülüyordu.Uzanıp,yanağına yapışmış karları usulca temizledim.Beni heyecanlandıran bu dokunuş,onun için şimdi ne kadar anlamsızdı.Artık ona ait değildi bu beden.Burada değildi o.Belki de,ilk ve son kez gülümseyişini gönderdiği o uzak karlı dağların arasında bir yerlerdeydi.Kimbilir,özlediklerine kavuşuyordu şu an.Suskun bir griliğin içinde annesi,babası ve kardeşlerine sarılıyordu.Bunun için miydi dudaklarında donup kalmış bu tatlı tebessüm?Yoksa hepimizle bir alay mıydı?Elimdeki gocuğu atıp,kapadım bakışlarını…Utandım ışıltısından gözlerinin…Rezilliğimizi,umarsızlığımızı yüzümüze vurur,onun kadar cesur olup, onun kadar temiz kalamadığımızı haykırır diye korktum.Ellerimi cebime sokup,ağır ağır uzaklaşırken,artık gözümden akan yaşlara dahi inanmıyordum…





Aralık- 2000



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kendi Kendine Konuşan İsmail

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Çakır Reis
Kalbin Hep Çocuk Kalsın

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir Kavak Fidanı [Şiir]


erkan şahin kimdir?

1971 Zonguldak doğumluyum. Sanat tarihi ve Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerini bitirdim. Halen öğretmen olarak çalışıyor,fırsat buldukça da öykülerimi yazıyorum. Edebiyat,sanat ve felsefe dışında doğaya özellikle de denize aşığım.

Etkilendiği Yazarlar:
Sait Faik,Halikarnas Balıkçısı,Dostoyevski,Oskar Wılde.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © erkan şahin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.