..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Modern Şiir > Hulusi Geçgel




18 Ekim 2007
Şiirimizde İçki ve İşret Üzerine  
Hulusi Geçgel
İçki ve işret, Divan edebiyatımızdan bugüne şiirimizin önde gelen temaları arasında yer almaktadır.


:EECA:
İçki ve bezm (işret meclisi), gerek mazmun gerekse tema olarak şairlerin ilgi gösterdiği konuların başında gelmektedir. Divan edebiyatının en çok kullanılan nazım şekillerinden biri olan gazellerde, işlenilen temel konulardan biri de şaraptır. Klasik edebiyatımızda “şarabı” ya da “sâkî”yi övmek üzere yazılmış -genellikle mesnevî ya da kaside biçiminde- “sâkînâme” adı verilen şiirler de bulunmaktadır.
Türk Edebiyatı Ansiklopedisi’nin “mey” maddesi açıklamasında, “Divan edebiyatının ana konularından, en çok kullanılan mazmunlarındandır. Bu yaygın kullanış Divan edebiyatının bir mey edebiyatı olduğu yargısına bile yol açmıştır. Sarhoş edici niteliğiyle bezm’in ana öğesidir” ifadesine yer verilmektedir. Divan şairi için “mey her şeydir; dilberdir, sevgilidir, mâye-i cünûndur, gevher-i candır, devâdır. Her türlü hassa onda mevcuttur” (Özkırımlı, 1990: 851):
Şarabın vazgeçilmez oluşu özellikle sevgilinin dudağına benzemesindendir:
Lebine benzediğiyçün mey-i nâb
El üstünde tutarlar hürmeti var
(Necati)
Mutasavvıflarca şarabın İlâhî aşka ulaşmada mecazî anlam yüklenmesi de bu yaygın kullanışta etkili olmuştur:
Şöyle mestem tâ kıyâmet dahi huşyâr olmazam
Çün beni vahdet meyinden eyledi dildâr mest     
(Nesimi)
Şarap içilen yer olarak meyhâne de, derdin tasanın unutulduğu yerdir:
Meyhâne mukassi görünür taşradan amma
Bir başka ferah başka letavet var içinde
(Nedim)
Bu anlayış meyhanenin mecazî anlamda, Tanrı aşkıyla kendinden geçilen yer olarak görülmesiyle de beslenir. Mutasavvıflarca meyhane tekke sayılır, kutsal bir yer, makam olarak görülür:
Fuzûlî buldı genc-i afiyet meyhâne küncinde
Mübârek mülktür ol mülk virân olmasın yarab
(Fuzûlî)
“Su veren, su dağıtan” anlamına gelen “sâkî”, klasik edebiyatımızda “içki meclisinde şarap sunan, dağıtan kimse” anlamında kullanılmıştır. Sâkînâmeler sâkîden, içkiden, içkinin çeşitlerinden, meclisten, kadehten, sürahiden, meyden, mahbubdan topluca söz eden eserlerdir. Mesnevîlerdeki bölüm sonlarında, ara sıra “sâkî-nâme” başlığı altında iki beyitlik küçük bir bağlantı ile sâkîye seslenildiği görülür. Sâkî-nâmeler içinde tasavvufî nitelikte olanları da vardır. Buradaki sâkî “mürşid”tir. Şarap “ilâhî aşk”, âşık “Allah’ın güzelliğine vurgun”, mâşuk “Tanrı”, kadeh ve sürahi “âşıkın kalbi”dir (Özkırımlı, 1990: 1011).


Salaş Meyhâne ile Lüks Otel Arasında: Edip Cansever
İkinci Yeni şiirinin önde gelen temsilcilerinden biri olan Ece Ayhan, anı-günlük-deneme türü eserlerinde, sanatçı dostlarıyla salaş meyhanelerde yaptıkları işret sohbetlerinden de söz eder. İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi sanatçı dostların katıldığı bu toplantıların müdavimleri arasında ekonomik durumu çok iyi olan Edip Cansever de bulunmaktadır. Edip Cansever, ilerleyen saatlerde son model otomobiliyle şoförü tarafından alınmakta, “beş yıldızlı” otellerde iş çevresinden arkadaşlarıyla içmeye devam etmektedir.
Yaşamı boyunca ekonomik sıkıntılar içinde yaşayan ve İkinci Yeni şiir hareketinden her fırsatta bir “parasız yatılılar” hareketi olarak söz eden Ece Ayhan’ın, daha çok maddî durumunun iyi olmasından ötürü Cansever’i dışladığı ve şiiriyle ilgili olumsuz değerlendirmelerde bulunduğu görülmektedir:
İkinci Yeni akımından sayılan şairlerin hemen hepsi de parasız yatılı ve taşra çocuklarıydı temelde. Akıma sonradan katılan Edip Cansever ise antikacı, tüccar bir aileden geliyordu; yabancı bir dil bilmezdi ve lise çıkışlıydı ama akıma bir çarşı esnafı şairliği rengini ve bu arada Kumkapı kültürünü de getirmişti (Ece Ayhan, 1993: 21).
İçki sohbetinin keyfini ikinci sınıf meyhanelerde sanatçı dostlarıyla yaşayan Cansever, “Yerçekimli Karanfil” şiirinde sevgiliyle birlikteyken beliren güzel duyguların nesnel karşılığını “insanın içine düşen bir karanfil” imgesiyle dile getirmektedir. Rakı ve karanfil sözcüklerinin aynı dize içinde birbiriyle ilişkilendirilmesinden doğan alışılmamış bağdaştırma, okuyucunun zihninde yeni tasarımlara yol açmaktadır:
“Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda”


Park Otel’de Yahya Kemal
Ece Ayhan, benzer bir tutumu, “şiiri boş vakitlerin değerlendirilmesi değil de, bir meslek olarak benimseyenlerin başında” gördüğü ve şiirimizin müstesna isimlerinden biri olarak kabul ettiği Yahya Kemal için de sergilemiştir. Çok geniş bir anlamda da olsa, bir gün çağdaş Türk şiirinin Yahya Kemal’le başlatılacağına inanan Ece Ayhan’ın bu değerlendirmelerinde, şiirimize tarihi ilk sokan kişi olarak Yahya Kemal’i görmesinin rolü bulunmaktadır.
Ancak, tüm bu olumlu değerlendirmelerine karşın, yaşam tarzını da ortaya koyan içki ve yaşanılan mekân farklılığı (köpek öldüren şarap yerine viski; salaş bir meyhane yerine Park Otel), Ece Ayhan’ın Yahya Kemal’le ilgili ironik şiir yazmasına da yol açabilmektedir. (Çünkü Yahya Kemal, Park Otel’de yaşamakta ve -Ece Ayhan’ın deyişiyle- ayaklarını Boğaz’a karşı uzatıp viskisini yudumlarken şiirlerini yazmaktadır.)

DENİZ KIYISINDA BİR OTAĞ
1.     Ordu bir sefere çıkıyor. Bilinmiyor nereye gittikleri. Kocalmış
bir boğa çökmüş.
2.     Ölümün üzerine bir Otağ çatar Osmanlılar.
3. Üç oğlu vardır; en küçüğü Cem, Beyazıt en sarı. Haberler salınır taht’a ulaşamayana vay!
4. On iki gün ve gece kalır bir otağ, kök boya, Gebze.
5.     “Fatih kokmadı mı?” diyedir düşünürmüş sepici Kemal, Şehzade Adaları’na karşı.
Şiirde, Fatih Sultan Mehmet’in menzilini gizli tuttuğu bir sefer sırasında 1481’de Gebze yakınlarında ölmesi ve tahta yeni padişah geçinceye kadar bu ölümün gizlenmesi hadisesinden yola çıkılarak, “O kadar süre içinde Fatih kokmadı mı?” sorusuna cevap arayan Yahya Kemal’in tarih bilgisinin “sığlığı”na gönderme yapılmaktadır. “Bence devlet felsefesini, dolantıları ve fıkraları bilmek değil de belirli bir kültürün içinde oturtmak önemlidir” diyen Ayhan; Yahya Kemal’in ve yakın çevresindekilerin bu sorunun cevabını bulamamalarını, “bu topluluğun küçük çapta bir göstergesi”, “ilgi çekici ve anlamlı bir durum” olarak değerlendirmektedir:
     Kaygılanılmasın, gerçekte ve kesinlikle Fatih kokmamıştır. İçi temizlenmiş, tuzlanmış, baharat dökülmüştür. Kök olarak hayvancı bir aşiretten gelen Osmanlılar, sepiciliği, deri tabaklamasını (yani bir çeşit ‘mumyalama’) çok iyi biliyorlardı (1993: 37).     
Türk şiirinde gerçeküstücü bir akımdan, dönemden ya da şairden değil de, olsa olsa gerçeküstücü esinlemelerden söz edilebileceğini savunan Doğan (1995: 13), İkinci Yeni’nin -varsa- gerçeküstücü yanının yalnızca şiir diliyle, “imge” ile sınırlı kaldığını, Gerçeküstücülerin nerdeyse anarşizme varan başkaldırıcı, yıkıcı, yerleşik düzene ve kurallara karşı yanının -belki bir tek- Ece Ayhan’da görülebileceğini düşünmektedir.
Yaşadığımız dünyanın gerçeklerini masalsı bir dünya atmosferi içinde gizemli bir dille anlattığı Bakışsız Bir Kedi Kara şiirinde, sanatçı bu içeriği taşıyabilecek kalıbı düzyazının geniş söyleyiş imkânlarında bulmuştur:
BAKIŞSIZ BİR KEDİ KARA
Gelir bir dalgın cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üfler lambayı. Uzanır ağladığım yanıma. Danyal yalvaç için. Aşağıda bir kör kadın. Hısım. Sayıklar bir dilde bilmediğim. Göğsünde ağır bir kelebek. İçinde kırık çekmeceler. İçer içki Üzünç Teyze tavan arasında. İşler gergef. İnsancıl okullardan kovgun. Geçer sokaktan bakışsız bir Kedi Kara. Çuvalında yeni ölmüş bir çocuk. Kanatları sığmamış. Bağırır Eskici Dede. Bir korsan gemisi! Girmiş körfeze.
“İlenç”in hiç yalnız bırakmadığı şair, netameli işlerden de sevgiyle söz etmektedir:
SEVGİLİ UĞURSUZLUK
“Konuşuldu bir cumartesi kırımlardan. Kapalıydı büyücüler. Astılar içine bir içki şişesinin. Ayaklarında gümüş ağır potinler. Sevgili uğursuzluk. Serseriyi.”
Cahit Sıtkı Tarancı, sevgilinin verdiği hazzı, heyecanı, mutluluğu dile getirebilmek için “evimde şenliksin”, “bahçemde bahar” benzetmelerinin arkasından, daha güçlü bir benzetmeyle, sevgiliyi “soframda en eski şarap” metaforuyla yüceltmektedir:
     
“İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.”
(Desem ki)
Ahmet Haşim, I. Dünya Savaşı’nın en buhranlı yıllarında yazdığı “Akşam, yine akşam, yine akşam / Göllerde bu dem bir kamış olsam” dizelerinin de yer aldığı şiirleriyle tepki toplamış, “Göl Saatleri” kitabının yayımlanmasıyla “gölden, geceden, kuşlardan” söz eden şiirleriyle “kurbağa şairi” yakıştırmasıyla alaya alınmıştır.
Şerif Hulûsi’ye göre, “Sanatı hiçbir zaman toplumun içine girmemiş, çarpan bir kalbe sahip olmamış, kuru bir soyutlama denemesinden öteye geçmemişti.” (Kurdakul, 1976: 157).
“Onun bencil kişiliğini yabancı sermayeye bağlı kuruluşlarda yöneticilik yapabilme ahlâkını” ilk kez Nâzım Hikmet “Cevap No 2” adlı şiirinde yererek şöyle yazdı (Kurdakul, 1976: 157):
İki serseri var
Birinci serseri
Köprü altında yatar.
Sularda yıldızları sayar geceleri…
İki serseri var,
İkinci serseri
Atlas yakalı sarhoş sofralarında
Bağdatlı bir dilencinin çaldığı sazdır.
Fransız emperyalizminin
İdare meclisinde ayvazdır…

Orhan Veli, “Eskiler Alıyorum” şiirinde Ahmet Haşim’in şiir anlayışıyla dalga geçmiş ve “Bir de rakı şişesinde balık olsam” dizesi adeta mısra-i berceste olarak zihinlere kazınmıştır:
ESKİLER ALIYORUM
Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

Haşim, gül renkli şarabın Fuzulî’den Mecnun’a kadar birçok kişiyi büyüleyen iksir etkisini, “ateş dolu kadeh” benzetmesiyle çok güçlü bir şekilde dile getirmektedir:
MUKADDİME
Zannetme ki güldür ne de lâle
Âteş doludur, tutma yanarsın
Karşında şu gülgûn piyâle
İçmişti Fuzulî bu alevden,
Düşmüştü bu iksir ile Mecnûn
Şi’rin sana anlattığı hâle…
Yanmakta bu sâgardan içenler,
Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı
Baştan başa efgân ile nâle…
Âteş doludur, tutma yanarsın
Karşında şu gülgûn piyâle…

     
Toplumcu şiir geleneğinin etkili isimlerinden biri olan ve Cahit Külebi’nin 1982 tarihli bir söyleşisinde kendisi için “şaşırtıcı bir olgu” tabirini kullandığı Ahmet Erhan, kendisiyle yapılan bir söyleşide şiire ve alkole başlamasını şöyle anlatmaktadır:
Beni yetiştiren, beni edebiyata yönlendiren babam alkolden ölmeden önce içkiden nefret ederdim. 17 yaşındaydım ve onun ölümü her şeyi tersine çevirdi. Öldüğünde alkolik bayrağını aldığım gibi meyhaneye koştum. Şimdiki yaşım (49) o yıllarda o kadar büyük gelirdi ki bana. Ama şu an ölmeye niyetim yok. Babamın yaşı 51’i geçmeye çalışıyorum… “Babamın öldüğü yaşa az kaldı yani!”
Yine de oğlum iyi bak, adama benzer baban
kirlenmemek için kendini alkolde saklar…(Radikal, 2007)

Şiirimizde içki ve işret üzerine ancak kısa bir değinme yapabildiğimiz yazımızı, Ahmet Erhan’ın “Bir Kadeh Rakı” şiiriyle noktalayalım:

BİR KADEH RAKI
Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Defterini dürmüş ve Bingöl´de bir dağ köyü kadar yalnız
Aylardır aramadınız, yolları da kapanmadı
Ayak izleri betonlarınızın üzerinde saklıdır

Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Taşikardi, ülser ve panik ataklı anksiyeteyle dalaşır
Aşağıeğlence´den çıkın, Etlik İlkokulu´nun altında
Ankara´da, bir belediye otobüsü yalnızlığını yaşar
Görseniz bir yerlerden hatırlarsınız mutlaka

Elleri artık titriyor, eski gibi değil
Başını sanki dünyayı taşıyormuşçasına yorgun tutuyor...
Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Gözleri şehrinizin bütün dumanlarıyla kaplıdır

-Bir kadeh rakının kırk yıl hatırı vardır..
Kaynakça
Doğan, Mehmet H. (1995): “Gerçeküstücülük ve Türk Şiiri”, Varlık, Sayı 1048, Ocak: 13-16.
Ece Ayhan (1993): Şiirin Bir Altın Çağı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Erhan, A. (2007): www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=222744&tarih=31/05/2007 - 36k -
Kurdakul, Ş. 1976): Çağdaş Türk Edebiyatı Meşrutiyet Dönemi, İstanbul: May Yayınları.
Özkırımlı, A. (1990): Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul: Cem Yayınevi, 5. Baskı.

.Eleştiriler & Yorumlar

:: sağlıklı günler.
Gönderen: ibrahim kabahaliloğlu / , Türkiye
14 Haziran 2008
paylaşımınız için teşekkürler hocam.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın modern şiir kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şiirde Modern ve Modernizm Üzerine
Şiir ve Musiki
Bir Görüntü (İmgeler) Sanatı Olarak Şiir
Modern Türk Şiirinde Ece Ayhan
Şiir ve Eleştiri
Şiirde ve Şairde Kendilik Sorunsalı
Ses Mimarlarımızdan Kitabı Üzerine

Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Drama ve Eğitici Drama
Modern Türk Şiirinde İkinci Yeni
Denemekten Korkmayan Bir Yazı İnsanı: Enis Batur


Hulusi Geçgel kimdir?

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü Öğretim Üyesi


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hulusi Geçgel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.