Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
NEFİSE’NİN FOTOĞRAF TUTKUSU Nefise, lise ikinci sınıfa başladığı yıl aşk yüzünden başı derde girince bir tekme, ardından Gediz ovasındaki çiftliklerine döndü; ama küçüklüğünden beri kent yaşamına alıştığı için hiç de kolay olmadı. Artık çiftlik yaşamına alışmaya başlamıştı. Canı sıkıldığı zaman aynanın karşısına geçip süsleniyor, fotoğrafçı dükkanlarının vitrinlerinde gördüğü pozlar gibi pozlar veremeye çalışıyordu. İlçeye son gidişinde, tren istasyonunun arkasındaki fotoğrafçıda gördüğü, kendisine benzeyen genç kızın siyah-beyaz olarak büyütülmüş o portre fotoğrafını hiç unutamıyordu. Unutmayacaktı, günün birinde kendisi de aynı fotoğrafçıya gidip onun gibi poz verecekti. Eylül ayı yarılanmıştı. İlk ve orta dereceli okullar açılmak üzereydi. Yanlarında çalışan dayısının küçük kızı, o yıl ilkokula başlayacaktı. Kayıt için okuldan fotoğrafı isteniyordu. Kızı yanına alıp, fotoğrafını çektirmek üzere ilçeye hareket ettiler. Çeyrek saat sonra, çiftliğin şoförü hususi taksiyle istasyonun arkasındaki fotoğrafçıya getirdi onları. Yeğenine vesikalık, kendisine de kartpostal ebadında portre fotoğraf çektirdi. Genç fotoğrafçı çekilen pozları üç gün sonra verebileceğini söyleyince bu kez Nefise: -Fotoğrafları almaya geldiğimizde daha çıkmadı, pozlar yanmış falan gibi bir şeyle karşılaşmayayım, dedi. -Pardon! İyi söylediniz. Beş-on dakika bekleyebilirseniz, filmlerinizi banyo yapayım. Sonuca bakayım, ona göre karar vereyim. -Tabi, bekleriz. Genç fotoğrafçı hemen makinedeki film kasetini çıkarıp, yıkamak için karanlık odaya girdi… Negatifler temiz çıkmıştı. Hafta sonunda gelip alacaktı fotoğrafları. *** Hafta sonunda fotoğrafçıya gidemeyen Nefise’yi, bu kez çiftliğin şoförü hususi taksiyle kente getirdi. Buraya gelmişken, hem evlerine uğrayacak, hem de komşularını ve kız arkadaşlarını ziyaret edecekti. Tüm bunlar akşama dek süreceği için şoföre beklememesini söyledi. Ardından, şoför araçtan inip kapısını açtı. Taksiden inen Nefise’yi genç fotoğrafçı tanımada gecikmedi. O gün Nefise, daha şık ve daha alımlıydı. Bacağında kalçasını sımsıkı saran siyah kumaş pantolon, ayağında çelik topuklu siyah rugan ayakkabı, omzunda siyah deri çanta, gözünde güneş gözlüğü, üstünde -fırlayıp çıkacakmış gibi duran diri göğüslerinin gerdiği- yakası açık beyaz bluz, gerdanında burcunu gösteren zarif bir kolye… Buğday rengi pürüzsüz teni, uzun kirpikleri, hareli gözleri, rujlu dudakları, kalkık burnu, uzun siyah saçlarıyla minyon tipli bir afetti. Genç fotoğrafçı, kendisini nezaketle kapıda karşılarken çiftliğin şoförü taksiyle ortadan silinmişti. Nefise stüdyonun müşteri ağırlama kısmında, kendisine gösterilen yere oturdu. Genç fotoğrafçı, rahatsız olmaması için, vitrinin arkasındaki perdeyi giriş kapısına dek çekti. İçerde loş bir ortam oluştu. Böylece, Nefise, içeriye sızan güneş ışığından ve stüdyonun önünden gelip geçen insanların rahatsız edici bakışlarından kurtuldu. Masanın başına geçti genç fotoğrafçı. Çekmeceden fotoğrafları çıkarıp, önüne uzattı. Nefise, önce yeğeninin, sonra da kendisinin fotoğraflarını inceledi. Çok beğendi. Karşılıklı bakıştılar. Nefise utanınca başını önüne eğdi. Bu kez genç fotoğrafçı: -Nefise Hanım, dedi. Nefise başını kaldırıp, yüzüne baktı. 2 NEFİSE’NİN FOTOĞRAF TUTKUSU -Bir şeyler ikram edeyim. Ne alırsınız? Teşekkürle geçiştirmeye çalıştı; ama genç fotoğrafçı ısrarlıydı. -Lütfen! Fotoğraf çektirmeye geldiğinizde, o gün yanınızda yeğeniniz olduğu için… Nefise hemen sözü nereye getireceğini anlamıştı. -Peki. Çay olsun. -İsterseniz soğuk bir şeyler ikram edeyim. -Yo yo, çay olsun. Genç fotoğrafçı, mesleği gereği gerek evli, gerek bekar az bayanla tanışmamıştı; ama buna gelince kendisine de bir şeyler olmuştu. İçinden “acaba bu kızda şeytan tüyü mü var?” dedi. Tavşan kanı çaylar içildi. Nefise genç fotoğrafçının çok ilgisini çekmişti. Asil aile kızı olduğu her halinden belli olan bu genç kadın kimdi? Eğitim durumu neydi? Ne iş yapıyordu? Nerede oturuyordu? Kaç kardeştiler? Anası babası var mıydı? Varsa ne iş yapıyorlardı? Tüm bunları merak etmiyor değildi. Kafasına koymuştu, öğrenecekti; ama öğrenirken de ürkütmeyecekti. Ürkütmenin de anlamı yoktu. Yol yolcuyla, orman baltayla… Zamanı geldiğinde, bu soruların yanıtlarını tereyağından kıl çeker gibi çekecekti kızın ağzından. Aceleye gerek yoktu. Genç fotoğrafçı, konuşmasına iltifatla başladı. İltifat ederken de dozajı iyi ayarlaması gerekiyordu. İşi sulandırmanın anlamı yoktu. Zaten, o da öyle yaptı. Kıza güven verdi; tedirginliğini giderip, rahatlattı. Bu arada, Nefise bacak bacak üstüne attı. Kızın rahatladığını hisseden genç fotoğrafçı içinden “Tamam! Düğümü çözebilmek için ipin ucundan tutmayı başardım. İnşallah, bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir.” dedi. Nefise’ye günlerinin nasıl geçtiğini sordu. O da anlatmaya başladı. -Ben, dedi. Liseyi terk edince evde canım sıkılmaya başladı. Babam başka yerde çalışmamı istemiyordu. Ben de çiftlikte çalışmayı sevmiyordum. Bu kez can sıkıntısından artist kartpostalları biriktirmeye başladım. Özellikle Fatma Girik’in ve Filiz Akın’ın hayranıyım. Bir defter dolusu kartpostallarını, özellikle de portre resimlerini biriktirdim. Beğendiğim çok güzel portre pozlarını aldım, hala da alıyorum. Artist olmak akılımın ucundan bile geçmedi; ama verdikleri pozlar gibi pozlar vermeyi çok istedim… Bu zamana kadar güvenebileceğim biri karşıma çıkmadı. Bu yüzden böyle bir şey yapamadım. Genç fotoğrafçı tam bu anı bekliyordu. Hemen taşı gediğine koydu: -Bu konuda, ben size her türlü yardımcı olmaya hazırım. Asil bir ailenin kızı olduğunuz her halinizden belli. Sizinle ilgili bazı şeyleri de merak etmiyor değilim; ama bir şeyler sormayı çekindim nedense. Yanlış anlaşılmasın, cesaretsizlik falan değil. Bu, belki de saygı duyduğum, sevdiğim bir insanı -ki bu insan bir de müşterimse- kaybetme korkusu. Şunu samimiyetle inanmanızı istiyorum: Mesleğim gereği bir çok hemcinslerinizle karşılaştım ve de karşılaşıyorum. Bunların içinde sizin kadar sevimli, güzel, ciddi, düzgün konuşabilen çok az insana rastladım desem inan yalan söylemiş olmam, dedi. Nefise genç fotoğrafçının konuşmalarını ilgiyle dinledi; konuşulanları kafasının içinde ölçüp biçti. İçinden “Giyim kuşamı, düzgün duruşu ve hitabetiyle güven veren biri.” dedi. Nefise için öncelikli olan güven duygusuydu. Karşısındaki insanın vereceği güven, amacına ulaşması için en önemli etkendi. Genç fotoğrafçı bu güven duygusunu vermişti ona. Diğer özellikleri kendisi için o denli önemli değildi. Çünkü duygusal bir yaklaşım içinde değildi. Onunla dost olmak, kendisi için amaç değil, araçtı. Şu anda en azından böyle düşünüyordu… Bir yıl önce okulda başlattığı aşk yüzünden başı derde girince hem aşkından hem de okulundan olmuştu. Bununla da kalmayıp ailesine karşı güvenini sarsmıştı. O günden bu yana ailesine yeni güven verebilmişti. Şimdi, kazandığı bu güveni kaybetmek istemiyordu. Bir daha yanılgıya düşerse ailesinin gözünde, ağzıyla kuş tutsa bile kendisine inanılmayacaktı. Bacağını indiren Nefise, oturduğu koltukta arkaya doğru yaslanarak: 3 NEFİSE’NİN FOTOĞRAF TUTKUSU -Hakkımdaki samimi ve iyi niyetli düşünceleriniz için teşekkür ederim. Size güveniyorum. Okul sıralarında talihsiz bir olay yaşadım, tekrar o tür şeyler yaşamak istemiyorum. Çektireceğim pozları kimseye göstermeyeceğinize, izinsiz asmayacağınıza inanıyorum. İyi bir esnaf önce müşterisinin güvenini ve gönlünü kazanan esnaftır. Bunu siz de biliyorsunuz. Ben buraya güven içinde gelip gidebilirsem size devamlı bir müşteri kazandırmış olurum. Güvenimi sarsmadığınız sürece güzel pozlar vereceğim ve fotoğraf albümümü zenginleştireceğim. İnşallah yanılmam ve hayal kırıklığına uğramam, dedi. -Asla! Bunda en ufak bir şüpheniz olmasın. Sizi yanıltıp, hayal kırıklığına uğratmak, bindiğim dalı kesmek demektir. -Bana da hak vermenizi istiyorum. Biraz önce de söylediğim gibi, geçmişte tatsız bir olay yaşadım. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Benimkisi öyle… -Tabi ki, yerden göğe kadar haklısınız. Mesleğimizin ne kadar hassas olduğunu biliyoruz. Bir o kadar da kanunlara ve topluma karşı sorumluyuz. Bunlara uymadığımız zaman zaten başımız ağrır. Hem mesleğimizi, hem de itibarımızı kaybederiz. Bu konuda rahat olun. Ben sizi çok iyi anlıyorum. Endişenizde haklısınız. Sizin gibi bir insanı asla ve kat’a üzmeyeceğimden emin olabilirsiniz. Bize, sevdiği kızın fotoğrafının negatifinden fotoğraf basıp vermemiz için para teklif edenler bile oluyor. Biz böyle bir şeyi kesinlikle yanaşmadık, bundan sonra da yanaşmayız. Çünkü biz ustalarımız tarafından böyle eğitildik ve böyle gördük. Başka türlü düşünemeyiz, yapamayız; aksi taktirde kendimizi de ateşe atmış oluruz. Bunun bilincindeyiz. Genç fotoğrafçı sözünü bitirince, Nefise kolundaki saatine baktı. 10,45’i gösteriyordu. -Geleli bir saatten fazla olmuş. Vakit ne kadar da çabuk geçmiş, dedi. Nefise izin isteyip, ayrıldı. Genç fotoğrafçı arkasından bakarken da *** Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Nefise kente her gelişinde, iki eli kızıl kanda olsa fotoğrafçıya uğruyor; façalıysa yeni bir poz veriyor, değilse fotoğrafçıyla bir iki laflıyor, sonra da soluğu çiftlikte alıyordu. *** Aşk yüzünden başı derde giren Nefise’nin o günden bu yana kalbi boştu. Boş olmasına boştu; ama kalbine girmek için can atanlar da yok değildi. En başta çiftlik kâhyasının oğlu… Son bir aya kadar, kendisine az kur yapmamıştı. Yüz bulamayınca da çekip gitmişti. Kendisini ne sanıyordu? Tamam! Yakışıklılığına bir diyeceği yoktu. Fakirliğini de geç. Ya o cahilliğine ve görgüsüzlüğüne ne demeli? Yenilip yutulacak şey değildi. Babası bir ara “Benim oğlan askerliğini de yaptı.” diyordu. Her insan askerlik yapmakla adam yerine konmuyordu ki... Eğer konsaydı ortalıkta adamdan geçilmezdi. Şu çiftlikte bile doğru dürüst adam yoktu. Çiftlik sahibine (babasına) yaranmak için yağ çekenler, yaltaklananlar, gammazlayanlar az mıydı. Bu yüzden çiftlikte çalışanların çoğunu sevmiyordu, sevemiyordu. Birkaç kişi hariç… Tennur ablayı çok seviyordu. O başkaydı, hem de bambaşka. Kaç kişi çıkardı onun gibi? Ağzı sıkı, güvenilir, sırdaş biri. Duygularını, düşüncelerini, dertlerini paylaşmada, ana-babasından daha yakın görüyordu Tennur Ablayı. Onunla paylaştıklarının pek azını başkalarıyla paylaşmaya kalksa, yer yerinden oynardı; ama ona güveniyordu. Şimdiye dek aralarında konuştuklarını kimseden duymamıştı. Dost dediğin onun gibi olmalıydı. Gerisi fasaryaydı. Tennur Abla’nın, annesinin dedesi şeyhmiş; ama öyle softa şeyhlerden değil… Babasının dedesi de Osmanlı zabitiymiş. Bir gün babası Nefise’ye “Kızım, demişti. “Soyuna bakacaksın soyuna. Soy çok önemlidir. Has soy azmaz. O her yerde has soy olduğunu belli eder. Bir kere soyu has olan 4 NEFİSE’NİN FOTOĞRAF TUTKUSU insanın gözü, gönlü tok olur. Görgülü, saygılı olur. Oturmasını kalkmasını bilir. ‘Cinstir çeker, b.ktur kokar,’ diye atalarımız boşuna dememişler. Demek ki bildikleri bir şey var.” Nefise babasına hak vermiyor değildi. Okuldayken girdiği aşk ilişkisinde, ne denli hatalı olduğunu sonradan anlamıştı; ama iş işten geçmişti. Şimdi, çiftlikteki günlerini kâh çeyiz hazırlayarak, kâh Tennur Abla’yla dertleşerek geçiriyordu. Kenti özlediği zaman alış-verişi bahane edip, ilçedeki evlerine gidiyordu. Bu gidip gelmeler sırasında hem akrabalarını, hem kız arkadaşlarını ziyaret ediyor, hem de fotoğrafçısına uğruyordu. Bazen, daha kentteki evlerine bile uğramadan soluğu fotoğrafçıda alıp, yeni pozlar çektiriyordu. Aylarca süren bu gidip gelmelerden sırasında genç fotoğrafçıyla yakından tanışıp, dost olmuşlardı. Nefise açısından genç fotoğrafçı yalnızca iyi bir dosttu, ondan öte bir şey değildi. Genç fotoğrafçı yönündense Nefise, hem platonik sevgili, hem de gelir sağlayan iyi bir müşteriydi. Stüdyoya her geldiğinde, genç fotoğrafçıyı bir heyecan sarıyor, içi içine sığmıyordu. Çoğu zaman, içinden “Nereden tanıdım bu kızı, keşke tanımaz olaydım. Dünyamı alt üst etti. Kendisine o kadar yakın davranmama rağmen duygusal yakınlık göremiyorum. Yanıma her gelişinde heyecanlandığımı fark etmemesi için aptal olması gerekir. Oysa cin gibi kız. Daha ne yapabilirim? Açıkça seni seviyorum desem, bu kez kırılır, bir daha gelmez diye korkuyorum” diyordu. *** Gecelerin en uzun, gündüzlerin en kısa olduğu günlerdi. Yeni yıl kapının eşiğindeydi. Genç fotoğrafçı yılbaşı için vitrindeki ve stüdyodaki bazı fotoğrafları indirmiş, yerlerine yeni yüzlerin pozlarını aşmıştı. Böyle bir değişikliğin müşteriler açısından gerekli olduğuna inanır, yılda iki kez vitrin değiştirirdi. Biri kışa girerken, diğeri de yaza. Genç fotoğrafçının, diğer meslektaşlarından farklı bir vitrin yenileme anlayışı vardı. Onlar, vitrinlerine ve stüdyolarına mevsimlere uygun fotoğraflarla süslerken, o tam tersini yapardı.… Örneğin: Kışın, vitrinini ve stüdyosunu yazlık giysilerle çektiği fotoğraflarla süslerdi. Bunların içinde bir tanesi vardı ki diğerlerinden farklıydı. İzmir pavyonlarından birinde çalışan bir şarkıcının pozuydu bu. *** Havaların aşırı soğuk gitmesi nedeniyle, Nefise üç haftadır kente inmiyordu. Birkaç gündür, kış ortasında yazdan kalma günlerdi. Gökyüzündeki parlak güneş, yurtsuz yuvasız canlıları -bir anne şefkatiyle- koynunda ısıtıyordu. Havanın bu durumunu fırsat bilen Nefise, ailesinden izin aldı. Çiftliğin şoförü hususi taksiyle onu kentte getirdi… Nefise önce evlerine uğradı. Giysilerini değiştirdi. Bacağına siyah pantolon; sırtına yakaları uzun, vücudunu saran, beyaz, uzun kollu blüz; bunun üstüne de siyah kaşmir kabanını giydi. Evden usulca çıktı, doğru istasyonun arkasındaki fotoğrafçının yanına gitmek üzere yola koyuldu… Kapıdan içeriye girdiğinde fotoğrafçıyı göremedi. Birkaç adım atıp, poz çekim yerinin açık duran kapısında dikilerek: -Kimse yok mu? diye seslendi. Karanlık odadaki genç fotoğrafçıdan hemen yanıt geldi. -Geliyorum! Bekler misiniz? Nefise oturup, beklemeye koyuldu. Karanlık odadan gözlerini kırpıştırarak çıkan genç fotoğrafçı, karşısında Nefise’yi görünce heyecanlandı, sevinçle “hoş geldin” diyerek elini uzattı. El sıkıştılar. 5 NEFİSE’NİN FOTOĞRAF TUTKUSU Nefise oturduğu yerden stüdyodaki fotoğrafları şöyle bir gözden geçirdi. Tam karşısında, 30x40 ebadında, kendisine benzeyen, göbeği ve göğsü yarı açık boy fotoğrafına gözü takıldı: Fotoğraftaki kumral güzelinin ayağında yüksek topuklu siyah rugan ayakkabı, bacağında siyah dar pantolon, üstünde uzun yakalı beyaz poplin gömlek. Üstten de iki düğmesi açık olduğu için hafif göğüsleri görünüyor. Gömlek, pantolonunun bel kısmından yukarıda, alttan iki düğmesi açılarak göbeğinin üstünden düğümlenmiş. Göbeği ve beli meydanda. Kollarını gergin şekilde başının arkasından yukarı doğru kaldırmış, parmakları düz ve bir arada, avuç içleri birbirine yapışık. Fotoğrafa bir süre karşıdan baktı, yetinmeyince bu kez ayağa kalktı, önünde dikilip yakından inceledi. Yerine oturduktan sonra fotoğrafçıya: -Kim bu? dedi. -Şarkıcı. -Tanıyor musun? -Hayır. -O halde?.. -İzmir’deki fotoğrafçılardan birinde kalfalık yaparken çekmiştim. Pavyonlardan birinde şarkıcı olduğunu söylemişti. -Haa! Şu mesele. -Hayrola? -Pozunu çok beğendim de… -Eee? - Ben de diyorum, aynı pozdan çektirsem. Acaba böyle güzel çıkar mı? -Ne demek? Aynı pozun ben sana daha güzelini çekerim. Zaten kendisine hem fiziki hem de yüz olarak çok benziyorsun. -Yaa! Gerçekten mi? -Evet. Ben çekeyim de sen beğenmezsen alma. -Ayy! Teşekkür ederim. -Ne demek? Lafı mı olur. İstersen hemen… Giyimin de onun gibi… Nefise baldan tatlı gözleriyle gülümseyerek: -O zaman hazırlanayım. Genç fotoğrafçı eliyle poz odasını gösterdi. -Buyurun. Hazırlan. Poz odasına girdi Nefise… Sonra spotların karşısına geçti. Genç fotoğrafçı örnek gösterilen pozun tıpkısını çekebilmek için dakikalarca uğraştı. Nefise yüksek vatlı spotların yaydığı ısılar karşısında terledi. Ama sonuç başarılıydı, istenilen pozun aynısı çekilmişti. Genç fotoğrafçı çektiği pozun negatifini görmesi için yıkayacaktı. Karanlık odaya girdi… Negatifte istenilen poz ve istenilen ton elde edilmişti. Negatifi alp yanına geldi, birlikte incelediler… *** Nefise, Kartpostal ölçüsünde çoğaltılan pozunu çok beğendi. İleriki günlerde bu pozdan bir tane 30x40 ebadında büyüttürüp çerçeveletmek istedi. Nefise’ye sırılsıklam aşık olan genç fotoğrafçı, onun bu isteğini yerine getirmede gecikmedi. Üç gün sonra aynı pozdan hemen büyütüp çerçeveledi; ama Nefise’nin bundan haberi yoktu. Ona sürpriz yapacaktı. Örnek alınanı duvardan indirdi ve yerine onunkini astı. 6 NEFİSE’NİN FOTOĞRAF TUTKUSU Nefise’nin fotoğrafının büyütülüp asılmasının üstünden daha bir hafta geçmemişti. Çiftliklerinde çalışan köylülerinden orta yaşlı bir kadın, liseye gidecek kızı için vesikalık fotoğraf çektirmek üzere birlikte aynı fotoğrafçıya çıkageldiler… Çekim işinin ardından genç fotoğrafçı kıza para alma makbuzu kesiyordu. Bu arada, kızın annesi beklerken duvardaki fotoğrafları göz gezdiriyordu. Gözü tam hizasındaki Nefise’nin fotoğrafına ilişince şaşırdı. Fotoğrafa daha dikkatli baktı. O idi, yanılmamıştı. Evet, o idi. Hem de ta kendisiydi. Kadın şaşkın halde kızına dönerek: -Zehraa! Bu bizim çiftlik sahibinin kızı değil mi? dedi. Fotoğrafa yaklaşıp, dikkatlice bakan kızı da: -Evet ana! Onun fotoğrafı. Bu kez o olduğuna iyice kanaat getiren annesi: -Vay kaltak, vay! Çırçıplak. Göbeğini, göğsünü açmış. Pavyon karılarına dönmüş aynen. Zahir babasının haberi yoktur bundan. Olsa, bu fotoğrafın burada işi ne? Bir dakka tutturmaz. Hem de bir güzel benzetir. Genç fotoğrafçı tehlikeyi hemen sezdi; ama hiç ses çıkarmadı. Kızın annesi Nefise’nin pozuyla ilgili hiçbir şey sormadı nedense. Sorsaydı, tanımadığını söyleyecekti. Anneyle kızı gittikten sonra, genç fotoğrafçı içinden : “Eyvah başıma çorap öreceğim!” dedi. Hemen, Nefise’nin duvarda asılı duran fotoğrafını indirdi, yerine pavyon şarkıcısının fotoğrafını tekrar astı. Nefise’ninkini gazeteyle sarıp, dolaba kaldırdı. Fotoğraf işi, çiftlikte gizliden gizliye bir virüs gibi yayıldı. Yayılmasına yayıldı; ama Nefise’nin bundan haberi yoktu. Babası olayı bir hafta sonra kâhyadan duydu, bununla ilgili kızına en ufak bir şey söylemedi; doğru olup olmadığını öğrenmek için kente hareket etti. Babasının fotoğrafçıya gitmek üzere çiftlikten ayrıldığı dakikalarda Nefise, olan bitenden habersiz; pikaba sevdiği plaklardan birini koymuş, çalan müzik eşliğinde salonu temizliyordu. Eylül 2005 Çiğli/İzmir
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nail uyar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |