Sevgi sabırlı ve yürektendir, sevgi kıskanç ve övüngen değildir. -İncil |
|
||||||||||
|
Okuldan köye giden asfalt yolda, eriyen karlarla, TIR’ların tekerlekleri altında buzlaşmıştı. Batmaya bir adam boyu kalan güneş, okulun karşısındaki tarlaları örten karların üzerindeki buzlara vurunca parlaklığı artıyordu. Ayaklarındaki yırtık naylon ayakkabılardan karlar içeriye sızıyordu. İran transit yolundaki arabaların çokluğundan korkuyor, yolun kıyısındaki karların üzerinde yürüyordu küçük Nur Ali... Naylonların arkası tamamen parçalanmıştı. Küçük Nur Ali’nin topukları naylonların içinde değil, doğrudan doğruya kara basıyordu. İmranlı'ya yaz kış bu yoldan gelinip gidilirdi. Geriye döndü. Okulun tüm bölümleri gözlerinin önündeydi. Yemekhane, yatakhane, lojmanlar ve idare binası... Öğrenciler, bahçedeki karların üzerinde kara kara koşuşuyorlardı. Küçük Nur Ali, yıllardan beri gördüğü şeylere olanak dışı şeylermiş gibi bakıyordu. Ta yukarılardan, Kızıl Dağ’ın dibinden çıkan Kızıl- ırmak, yer yer buzların altında kıvrıla kıvrıla akıyor, bazı kentlerde olduğu gibi, İmranlı'nın da içerisinden geçerek, Karadeniz’e doğru akıp gidiyordu. Küçük Nur Ali, görebildiği kadarıyla gözledi. Kızılırmak, İmranlı'ya yaklaştığı yerde, önce bir ağaç köprünün altından geçiyor... Ray demirleri üzerine yapılan bu daracık köprünün eski olduğu her haliyle göze çarpıyordu. Şimdi sadece yayalar geçiyor. Şehir çıkışında, kocaman beton köprünün altındaki pislikleri de alan Kızılırmak, Zara'ya doğru uzanırdı. İleride yolun kıvrımından biraz aşağıda, değirmenin su ambarları göze çarpıyordu. Ambarların çevresini ve içini karlar doldurmuştu.. Değirmenin yukarısında, küçük bir sırta dayanarak, İmranlı'yı seyreden köy sessiz ve sakindi. Buradaki köylere kış geldi mi araba işlemez artık. Yalnız, bazı köylüler, TIR’ların geçtiği yolun kıyısına ev yapmışlar, ötekiler daracık patikalardan yaya olarak gelir giderler ilçeye... Acil hastası veya ağır yükü olanlar, ya kızak kiralar ya da çarnaçar, sedyelerle hastalarını ana yola dek indirirler... Kimi zaman da zorunlu olarak geri dönülür... Küçük Nur Ali, hiç bir şey düşünmeden ilerliyordu. Ne okuldaki arkadaşları, ne de yakalandıktan sonra öğretmenlerin ve idarecilerin çaldığı dayak aklında değildi. Dövülüp dövülmeyeceğini de düşünmüyordu. Usunda yalnız bir şey vardı. Bu yolu yeniden yürümek ve geri dönmek zorunda oluşu... Uzun uzun, bir ağlamanın sonundaymış gibi içini çekti. Gözlerini ileriye çevirince, değirmene yaklaştığını gördü. Değirmenin yanından geçip giden bu upuzun yol, yer yer buz tabakalarından ve badallardan meydana gelmişti sanki. Yukarılardan inen patikalar asfalt yolla birleşiyordu, ırmak kolları gibi... Küçük Nur Ali, değirmene giden patikanın hizasına gelince durdu... Güneş battı batacak; soğuk da alabildiğine bastırıyordu. Önce değirmene gitmeyi düşündü. Sonra vazgeçti. Küçükken hep anlatır dururlardı. Değirmenlerde kışın cinler, periler olurmuş, onların olduğu yere gidenleri çarparlarmış. Hatta bir kez, bir adam, böyle bir kış gününde fırtınaya tutulunca, yola yakın olan bir değirmene sığınmış. Değirmene girmesiyle çarpılması bir olmuş. Anlattıklarına göre, adam tam değirmene girdiği sırada, cinler yer sofrasında oturmuş; yemeklerini yiyorlarmış. Adamdan kaçmamışlar... Adamı sofraya davet etmişler: "Aklındakini demezsen gel misafirimizsin, yok aklındakini dersen, seni öldürürüz," demişler. Soğuktan ve açlıktan takadı kesilen adam, sofraya otururken: "Bismillah," der demez, cinler çarpıyor adamı. Uzun süre adamın ölüsü değirmende kalıyor. Küçük Nur Ali, korkan gözlerle değirmene baktı. Hızlandı asfalt yolda " olmazsa ilerdeki değirmende kalırım" diye düşündü. Koşmaya başladı. Duyduğu gürültüyle geri döndü. Yolun şarampol’ünde bir TIR devrildi. TIR'ın tekerlekleri boşlukta dönüyordu. Korktu, gerisingeri okula dönmek istedi. Yiyeceği dayakla birlikte, yapılan baskılar da aklına gelince, ister istemez yoluna devam etti. Küçük Nur Ali’nin gözleri delecekmiş gibi, dağa doğru uzayıp giden yola dikiliyor... Yolun sonundaki köyde, onu kucaklayıp bağrına basacak, sıcak bir ana ve baba kucağı olan köy... Ayakları üşümesin diye hızlı hızlı koşmaya başladı. Ama ayaklarında can yoktu sanki. Akşamın ayazı ile birlikte kar da adamakıllı serpiştiriyordu. Küçük Nur Ali, köyüne biran önce varmak için kendisini zorluyordu. Soğuktan sızlayan ellerini ovuşturmaya başladı. Yağan karla birlikte yeğnil bir rüzgar esiyordu. Esen rüzgarla gözleri yaşarıyor, mavi gözlerini saran kirpikleri çapaklanıyordu. İçinde duyduğu bir eziklikle, annesini düşündü. Annesinin ağlamaklı hali geldi gözlerinin önüne. Okula ilk yazıldığı gün, annesi bağrına basarak doyuncaya değin ağlamıştı. Ama babası annesine kızmış, azarlamıştı. Günlerce annesinin o ağlamaklı hali gözlerinin önünden gitmemişti. Henüz karanlığa alışmamış gözkapaklarına, kar taneleri çarpıyordu. Ağır ağır sırtından içeriye doğru işleyen ıslaklık, Küçük Nur Ali’yi titretmeye başlatmıştı. Okula ilk başladığı zaman sevmişti öğretmenlerini. Birinci sınıfta bayan bir öğretmen okutmuştu. Adı Nermin’ di öğretmenin... Ama sonunda kendisinin de bilmediği bazı şeyler olmuştu. Okula gelip gidenlerden, sonra Nermin öğret- menleri çekip gitmişti. Bir daha da okula dönmemişti. Zamanla öğrendi olanları. Dördüncü sınıftayken, okula karşı ilgisi azalmaya başladı. Ara sıra okuldan kaçtı. Okuldan kaçıyor diye, gelen öğretmen kulağını çekip, itekledi, giden itekledi... Öğretmenlerin bazılarına kızıyordu, ama elinden bir şey gelmiyordu. Sevdiği öğretmenler de vardı. Ama onlar da ötekileri gibi davranıyordu kimi zaman. Ufak tefek bir şeydi. Yaşıtları arasında en küçüğüydü. Yatakhanede olsun, yemekhanede olsun, nöbetçi öğretmen gider gelir, çubuğunu onun başında şaklatırdı. Nöbetçi öğretmenlere görünmemek için okulun tenha yerlerine gizlenir, uzun uzun düşlere dalardı. Sonunda da zorlu bir dayak ve azar işitirdi. Müdür yardımcısı haftada birkaç kez odasına çağırır, üzerine bağırırdı: " Yine mi sen ulan it herif!.. Sana kaç kez adam olacaksın, dedim. Ama sen yine aynı itliği yapmaktan geri kalmıyorsun," diyerek, zorlu bir dayak atardı. Küçük Nur Ali dayaktan sonra bir köşeye çekilir, sessiz sessiz doyuncaya değin ağlardı. Alacakaranlıkta yüzüne çarpan kar ve rüzgarın etkisiyle sıyrıldı düşlerinden. Giderek kararan gecenin dondurucu ayazından korkuyordu. İçine işleyen soğuktan, zangır zangır titremeye başladı. Ayaklarını daha da hızlı atmaya çalışıyordu... Ama ayakları birbirine dolaşıyor, zaman zaman karların üstüne düşüp kalkıyordu. Açlık ve yorgunluğu unutmuş gibiydi. Bir an önce köye varmak, iki tezek parçasını sobaya atarak bir iyice ısınmak, sonra da annesine doyası- ya sarılmak, onu bir iyice öpmek istiyordu. Babası kızarsa kızsın, annesi vardı. Birbirine çarpan dişleri arasında, bir korku kelepçe oldu yüreğine. Uzaklardan da hayvan sesleri geliyordu. Geçen TIR'ların gürültüsü ara sıra kesiliyor, ama biraz sonra aynı sesler yaklaşarak geliyordu. Arabaların gürültüsüyle korkusu azalıyor. Araba sesleri kesilince, aynı korkular çığlaşarak devam ediyordu. Olduğu yerde durup çevresine korku dolu gözlerle baktı. Birbirine çarpan dişlerinin çıkardığı sesle birlikte olanca gövdesini bir titreme sarmaladı. Çapaklanan gözlerini ileriye doğru çevirdi. Bir şey göremiyordu... Rüzgarla birlikte yağan kar gözlerinin içine doluyordu sanki. Bir korku duydu kendi kendine, bir yere sıkıştırılmış vahşi bir korku. Koşmayı denedi yeniden. Bacaklarına tonlarca ağırlık bağlanmış gibi, sendeleyip düştü. Bağırmayı denedi ama başaramadı. Gırtlağından acayip acayip sesler geliyordu. Döndü, tek iz olan patikadan ikinci değirmene doğru yürüdü. Değirmene yaklaştıkça hayvan sesleri daha da yakınlaştı. Karşıda, Karaçayır köy evlerin ışıkları bir bir sönüyordu artık. Yürüdüğü, patika yolun ilerisindeki ahlat ağacının çevresinde bazı karaltılar gözüne çarpmış, sonra da kaybolmuştu. Sırtındaki nemli ıslaklık bir hançer gibi saplanıyordu ciğerine derinden derinden. Boğazına bir şeyler takılıyordu sanki. Daha da hızlı yürümeye zorladı kendini... Göz kapaklarındaki karları silmeye çalışırken yuvarlandı. Kalktı. Birkaç adım sonra, yeniden düştü. " Demem aklımdakini, demem ne olacak sanki!.. Onlar şimdi yemek yiyorlardır. Bir iyice de ateşleri vardır... Isınır, yemeği de yerim. Onlar da bana dokunmazlar " diye, söyleniyordu kendi kendine. Çevresinde bazı karaltıların dolaştığını sezinleyebiliyordu. Bir de uykusu geliyordu ki, göz kapaklarına tonlarca ağırlık çökmüştü sanki. Donmakta olan parmaklarıyla, gözkapaklarını yukarı yukarı kaldırdı birkaç kez. Sonra konuşmasına kaldığı yerde seslice devam etti. Birilerine anlatıyordu sanki: "İnanın ki hiç suçum yoktu. Kimseye de karşı gelmedim. Ama onlar beni sevmiyorlardı. Neden sevmediklerini de anlamış değilim. Belki küçüktüm, belki de başka bir şeyden," bir hasret çekti derinden derinden. " Nedense bizi dövmek, bize eziyet etmek hoşlarına gidiyor. Müdür ara sıra bize el atsa da bir işe yaramıyor. Oysa, ben okulu ne kadar çok severim. Okuyup bir şey olacaktım. Kendi çocuklarına el bebek gül bebek... Bize de pat küt..." Birkaç kez olduğu yerde sendeleyip düştü. Patikanın karları üzerinde, kara bir leke gibiydi. Zorla kalktı olduğu yerden, değirmene birkaç adım bir şey kalmıştı...Tipi çevresini bir duman gibi sarıp sarmaladı. Yüzüne çarpan karlarla nefesi daralıyor, çevresini göremiyordu. Küçük Nur Ali, ellerini ileriye uzatınca, elleri yumuşak yumuşak tüylere dokunuyordu sanki. Değirmenin kapısına yaslanarak zorladı. Bir süre uğraşmasına karşın kapıyı açamadı. " İnanın ki aklımdakini demem; açın kapıyı, yalvarırım açın. Açlık ve soğuk öldürecek beni," dedi, küçük Nur Ali. Sonra ağır ağır yığıldı kapının önüne. Boz tüylü bir şeyi karşısında görünce titredi. Yalvararak sürdürdü konuşmasını. Sözcükler dudakları arasında parça parça dökülüyordu; " İnan ki daaayııı!.. Demem aklımdakiniiii!.. Vallahi demem!.. İnan kiii!.. " düştü, kalktı kapının önünde birkaç kez daha. Bir kez daha doğrulmaya çalıştı, ama başaramadı. Bir yontu gibi yığıldı karların üstüne yeniden. Birinin kendisini sürüklediğini, bazılarının da bırakmamak için öteki yana çektiklerini sezinliyordu, Küçük Nur Ali... Taki Akkuş
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Taki Akkuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |