Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
"Kışın bizim sobamız, bu hayvanlarımız işte oğul. Toplanırız çoluk çocuk, kuru ekmek soğan aşımızı yer, üstüne de tas tas kar suyu içeriz. Yıllar yılı yediğimiz içtiğimiz değişmedi. Bu yaşantımızın bir parçası oğul... Hayvanlarımızla bir arada yatar, bir arada kalkarız. Onlar gübrelerinin üstüne, biz de onların yanına; yarımız da minderimsi kara çulların üstünde dalarız uykuya!.. Üşüdüğümüzde de sıkıca sarılırız hayvanlarımıza... Gurbet elde yine de özlüyor insan bu yoksulluğu. Çoğu kez oğul, bizlerin, yalnız birkaç ev dışında, mart'ta biter unumuz. Hele bir var ki arpa unu bulabiliyoruz. O'da bulunmazsa hepimiz göçeriz bu dünyadan. Gün boyu umutsuzluklar sarar içimizi, bir tek göz damda bir sürü canla... Umutsuzluk kışa, tipiye, yoksulluğa sırdaş. Çaresizlik çıyan ağısı, ağılı bir ok... Ok böğrümüze saplanır!.. Ama ehbablarımız var, birbirimizin elinden tutarız. Sen ehbabsız edebilir misin?..Kışın tipi kamçı gibi çarpıp, kapılarımızı açar sonuna dek. Çoğu zaman ölülerimizi kaldıramayız günlerce. El ulaşmaz, ün çatmaz.. Dedik ya bavo, çaresizlik ağılı bir ok. Ok böğrümüze, böğrümüze saplanır!.. Düşünsene be oğul!.. Ölenlerimize bir doyunca ağlayamıyoruz. İşiten olur, gören olur korkusu. Oysa ağlayan insan rahatlar, bir ferahlık, bir hoşluk kaplar içini. İçimizdeki kini nefreti gözyaşları siler süpürür... Ama biz öyle değiliz. Kinle, acıyla hıçkırıklar yığılmış boğazımıza. Düğüm, düğüm... Düğümü çözdük mü bir... Çözdük mü kurban, sesimiz sel gibi gürül, gürül akar. İşte o zaman, anında biter bu amansız acılar. Böğrümüzdeki sancılar yok olur..." Cebinden çıkardığı tabakadan bir sigara sardı. Acı acı çekti birkaç kez ardı ardına. Yerinden yekinip tekrar oturdu. Altındaki çulu düzelttikten sonra sürdürdü konuşmasını: "Bize umut olanlar, umut değilmiş meğer oğul. Umut sözü bir yalan bir safsata. Tek umudumuz ala dağların, karlı dağların dalı oğul... Düşündük taşındık, insanın umudu kendisidir. İyi de oldu. Beyinsizliğimiz, bu avanaklığımız başkalarını umut sanmamıza neden olmuştur.. Bak oğul, kış yaklaşanda, kudurgan kancıktan da beter tipi başlamadan önce ne ettin, ettin. Yoksam tipi köyü, dört bir yandan yutmaya başladı mı gayrı çırpınmak boşa. Aha köşede yığılı kevenleri görü yon ya, onları güzden sökmeseydim, ineğimle eşeğim açlıktan ölürdü. Demem o ki zamanında tedbiri elden bırakmamalıyız... Aha şimdi umut bağlamışız da ne etmişiz. Elimiz kolumuz bağlı araba urganıyla. Yorgunuz, aç ve çaresiz, ama daha son olmadan , bir yol, bir çare bulmak gerek. Yoksa Mart'a varmadan içerdeki malımız-maralımızla birlikte ölürüz. Bak oğul, ne zaman karnımız tok, sırtımız pekse, o zaman umutsuzluk yok olur, tipi yok olur. Çaresizlik çıyan ağısı değil, bal olur... Böğrümüzdeki ağılı ok, gül olup çiçek açar kızıl, kızıl... Aman ha aman!..Siz,bizim gibilere bakmayın. Kendi kendinize umut olun. Umudu başkalarından beklemeyin. Başkasından beklenilen umut engerek yılanın ağısıdır. Girdi mi damarlarımıza iflahımızı keser, öyle kıvrandırır ki anamızı ağlatır. Ferin, çekilir tüm kanın beynine hücum eder. İşte o zaman oğul, işte o zaman beyninde bir acıyla, göğsündeki ağılı oka çare bulunmaz. İnsanın umudunun kendisi olması öyle mi ya?.." Güllü, soğuktan sızım, sızım girdi içeri. Durmadan ellerine hohlayıp pufluyordu. Gitti köşedeki yığılı, mal gübresinin içine soktu ellerini... Dışarıda tipi ile birlikte soğuk da giderek şiddetini arttırıyordu. Acı bir soğuk... Güllü bir serçe; donmaktan kurtulan biri... Bir karaltı gibi, gübrenin önüne çömeldi. Uzun süre ses etmeden bekledi. Isınır gibi olunca ağır, ağır doğrulup babasına yaklaştı. Hasan'la göz göze geldi. Güllünün içinde bir sıcaklık, bir hoşluk aktı!... Gitti. İki tezek getirip attı teneke sobanın içine.Tezeklerin önündeki küle biraz gaz yağı döküp, kibriti çaktı. Birkaç gündür kesilip, karın altına istif edilen yaş tezeklerden birkaçını, sobanın altında kurutmaya bıraktı. Yeniden Hasan'la göz göze geldi. Seydo, kızının acelesine bir anlam veremedi. Kızını hiç böyle görmemişti. Ahırın yeğnilce ışığında sürdürdü söylenmesini: "Ateş, yakacağa; tipi de kara, kamçı oğul. Sevgi aşka, inanç da ölüme kamçı. Kişi oğlu sevmeye inanmaya görsün. İşte o zaman ne ağılı ok, ne de ölüm göze görünür. Ama açlık acılı bir hançer, yüreğine saplanmaya görsün, ne sevgi kalır ne de inanç... İşte o zaman var olma, yok olma uğraşı başlar!.." dedi. Güllü sevecenlikle baktı Hasan'a yeniden. Bir kuş gibi çırpındı yüreği, usuldan kaygusuz, bir küçücük umuda doğru!... "Umut çok uzaklarda, karlı dağların ardında. Beydağ’ının duldalarında, sevgililer naçar oğul," dedi, Seydo yeniden. "Acıktınız, yiyecek bir şeyler getireyim mi baba," dedi, Güllü. "Heee Yaaa!.. Getir kızım getir!.." dedi, Seydo. Gözerin içinde bir tasta yeşillenmiş çökelekle, bir baş kuru soğan, bir sürü arpa ekmeğini ev damından alıp, gerisin geri ahıra döndü. Hasan: "Bana müsaade Seydo amca," dedi ve kalkmak için yekindi. Seydo, Hasan'ı omzundan bastırarak: "Hele dur oğul, iki lokma bir şeyler atıştırıp, birkaç söz daha edelim. Gidip de neydeceksin. Hem baksana oğul, dışarıdaki tipi kancıktan da beter... Otur, otur..." dedi Seydo. Hasan'ın canına minnet. Olduğu yere bıraktı kendini yeniden. Güllü ile göz göze bakıştılar yeğnilce ışıkta. İkisinin de yüreği çırpındı gürp, gürp. Güllünün içini tatlı bir hoşluk sarmaladı yeniden. Sobanın sıcağı yüzüne vurmuşçasına kızardı. Geri, geri çekildi direğin duldasına. Güllü, sobanın üzerindeki yaş tezekleri kaldırıp, yerine arpa ekmeklerini kızdırmaya bıraktı. Seydo, ekmek, çökelek ve soğanı dürüm yapıp iştahla yedi. Hasan'da onu izledi. Yediklerinin üstüne tas, tas kar suyu içtiler. Güllü zevkle izledi ikisini. Sonra da ekmek gözeriyle inek ve eşeğin yemini dağıttı. Samanın üzerine dövülmüş birkaç koşam keven serpti. Artan ekmekle soğanı gerisingeri evdamına götürdü. Sonra da gelip karanlık bir köşeye çekildi. Dışarıdaki tipi ve fırtına yavaş, yavaş kesiliyordu. Yemekten sonra ahırda bir sessizlik başladı. Tek ses inekle eşeğin kevenle samanı kütür, kütür yemeleriydi. Seydo, cebinden çıkardığı tabakasından ağır, ağır sigara sarmaya başladı. Sırtını direğe bir iyice yasladıktan sonra sürdürdü söylencesini: "Bizim buranın köyleri böyle işte. Yaşantılarımız tümden aynı. Ayrımız gayrımız yok. Gözün görüyor işte. Şehre gitsek de yine değişmez bizim için. Barınaklarımız her yerde aynı. Tümümüzün yaşantısı aynı, yediklerimizde içtiklerimiz de..." Ahırın içindeki alaca karanlığın yerini, koyu karanlık alınca, sesler kesildi. Yalnız sobanın içindeki ateş yalımları parıldıyordu. Güllü: “Umut biziz Hasan’ım” dedi, kendi kendine...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Taki Akkuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |