"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
J.P. Sartre - Bulantı İstanbul. Fatih’te küçük, karanlık, sigara kokusunun -hiç terk etmeyecekmiş gibi- her bir köşesine sindiği bir apartman dairesi. Soğuk bir kasım günü. Güneşsiz. Üstelik sadece bugüne mahsus değil; temmuzun en bunaltıcı sabahında da güneş girmez bu eve, sıradan bir kasım gününün herhangi bir saatinde de. Burada… Öğleden sonra bir vakit, saat üç gibi, evde yaşayanlardan bir tanesi uyanmakta: onu genç gösteren yaşlarını çoktan geride bırakmış, saçlarına çok erken yaşlarda düşen ak tellerin giderek çoğalmasından artık rahatsızlık duymaz olmuş bir adam. Hafif bira göbeğiyle bıyıksız bir adam bu, evin sahibi: yalnız yaşayan bir turist rehberi. Yapraklar dökülmeye başladığında işleri azalan rehberlerden. On iki gündür işe gitmiyor, iki gündür de evden dışarıya adımını atmadı. Onun için uyku bir süredir yalnızlığının, işsizliğinin, kimsesizliğinin ellerinden tutuyordu. Çaresizce teslim olduğu uykunun içine o kadar çekilmiş ki, üstüne kalan hayata karşı hangisinin daha tehlikeli olduğunu anlayamıyor. Başına uykuyu musallat eden hayatı mı daha kalleş, yoksa kafasında sürekli vardiya değiştiren, -bazen yitirdiğine hayıflandığı gençliği bazen aşık olmadan seviştiği kadınlar- şeylere karşı sürekli yenik düşmesine henüz uyanan varlığı mı? Hep… Evin gölge sahibi mutfakta: eklembacaklılar familyasından yirmi iki günlük, irice, hantal, yeşilli kızıllı bir karasinek bu; ömrünün sonbaharında olmalı. Bir berber dükkanında doğmuş. Bu gün, bu evde geçirdiklerinin on altıncısı. Bir önceki akşam yemeğinden kalma bulaşık tabakların birinden havalanıp diğerine konuyor. Canlı… Adam bir başına uyuduğu iki kişilik yatağın sol başındaki komodinin sivri ve aşınmış köşesine dirseğini vurduğunda yüzünde bir ekşimeyle gözlerini açtı. Dirseği acıyla yanıyordu, üstelik gece boyunca yorganın dışında kalmış kolu da uyuşmuştu, üşüyordu. Bir süre, tepesinde serili, boyası çok yerinden kabarmış çıplak beyaz tavanı seyretmeye koyuldu acısını unutmak için. Bu kısa süre içinde hiçbir şey düşünmemeye çalıştı ama bunu bir türlü beceremedi. Hangi vakti yaşadığını, ne zaman uykuya daldığını bir türlü anımsayamadı. Dışarıdaki kolunu yorganın içine sokmaya çalışırken önce içerideki durgun, sıcak ve eskimiş havayı, sonra da sıcak bedenini hissetti eliyle. Çıplaktı. Yatağa zor giren İngiliz kızları, yataktan çıkmak bilmeyen İsveçliler, işi bitince uykuya dalan orta yaşlı Almanlar alıştırmıştı onu çıplak uyumaya. Buz kesmiş kolunu gövdesinin yanına yapıştırdı boylu boyunca. Diğer eliyle de yorganı kafasının üzerine çekti. Karanlık... Karasinek kendini oyalamayı beceriyordu. Bir ucundaki pirinç tanelerinin kuruyup sararmış, diğer ucundaki yağın ise donmuş ve tozlanmış olduğu derin porselen tabağın üzerinde gezmekten sıkılınca, artık köpükleri kenarlarına sıvanmış bira bardağının içinde aşağı yukarı dolanmaya başladı. Vakumlu ayaklarıyla tutunamadığı yer yoktu. Uçmaktan pek hazzetmediğinden olsa gerek ufak adımlarla bardağın dış yüzüne çıkıp etrafını izlemeye koyuldu. Soğuk bir günde loş bir mutfakta etrafındaki her noktayı rahatlıkla görebiliyordu, her kokuyu az ya da çok duyabiliyor, hışırtıları ve tıkırtıları uzaklığını tahmin edebilecek kadar işitebiliyordu. Bardağın üzerinde de fazla kalamadı. Mutfağı terk etti. Ev sahibinin yatağında uzandığına emin olduğu odaya doğru kanatlandı. Eski komodinin üzerinde gazı tükenmek üzere olan renksiz bir çakmak ve bir paket amerikan sigarasıyla yan yana duran -lacivert ciltli kapağının üzerinde kalın yaldızlı harflerle Y-E-N-İ H-A-Y-A-T yazan- kitabın üzerine kondu. Ardından, yorganın üzerinde bir süre gezindi. Sonra havalanarak tavana yakın bir irtifada süzülmeye başladı. Uyanık… Yorganın altında, yalnızca ve yalnızca hafif bir fiskeyle dipsiz bir kuyuya yuvarlanmış gibi hissedebilmek için hülyalara dalmaya çalışan adam odaya giren bir karasineğin ağırca vızıltısıyla irkildi. Yorganı aniden üzerinden attı. Çıplak vücuduna çarpan soğuğa aldırmadı. Hızla ayağa kalktı ve öylece banyoya doğru yürüdü. Çıplak... Banyo kapısının önünde yerde duran sararmış atletlerin, kararmış donların üzerine basarak içeri daldı. Duş kabininin içine girmesiyle musluğu açması bir oldu. Buz gibi soğuksu tepesinden yağmaya başladığında musluğu kapamak yerine kollarıyla gövdesini sarmalayıp kabinin içinde zıplamaya, sağa sola çarpmaya başladı. Farkına varmadan musluğu kapattığında vücudunun her yeri ıslaktı, titriyordu. Sessizlik... Kabinden çıktı. Çıplak ayaklarıyla yere döşenmiş soğuk taşlara basarak aynanın önüne gitti. Garip bir inatla havluya sarınmadığı için titremesi durmadı. Saçlarından yere düşen ve ıslak ayaklarına sıçrayan su damlalarına aldırış etmeden kendini izlemeye koyuldu. Ayna… Odadaki adamın kalkıp gitmesini izleyen karasinek onu takip etti. Evin dar ve kısa koridorunda bir süre uçtuktan sonra ışığı gördüğü kapı aralığından banyoya girdi. Aynanın üst kenarına kondu ve o kenarı boydan boya gezinmeye başladı. Bir süre gürültüyle akan suyun sesi kesildikten sonra adamın kendine doğru yaklaştığını fark etti. Adamın aynanın karşısında dikilmesini, ön ayaklarını birbirine sürterek seyretti. Dört duvar arasında aynanın karşısında kendini seyreden şu adamdan başka hiç kimsenin olmadığını ve bundan rahatsızlık duymaya başladığını fark etti. Her zaman yiyecek de değildi ki derdi. Zavallı... Adam, aynada birbirleriyle çarpışan dişlerini gördüğünde bornozu ve havluyu alarak banyoyu terk etti. Uzun süredir yıkanıp temizlenmediği ıslak ve ağır kokusundan anlaşılan havluyla saçını kuruladı. Havluyu kapının koluna asarak banyodan çıktı. Odasına geçti ve yatağın üzerine oturdu. Sonra da vücudunun kuruduğunu düşünmüş olacak, bornozun kuşağını çözdü ve önünü açtı. Kendini öylece yatağın üzerine bıraktı. Böyle boşluklarda geriye dönüp hatırlayacak bir uzak geçmişe bile sahip değildi artık. Taşıdığı bir zihni vardı hakim de olamadığı. Meşgul olduğu anlarda onu ürküten zihni, boşaldığında şaşırtan… Bazen… Günleri, saatleri, dakikaları ve uykuları birbirlerini yineledikçe eskiden yaşadıklarını unutmaya başlamıştı. Bir işi vardı... Var mıydı? Ya ailesi? Uzaklarda yaşayan bir kız kardeşi vardı, artık konuşacak hiçbir şeyi kalmadığı için pek görüşmez olduğu. Önce annesini sonra da babasını yitirmişti. Hepsi bir zamanlar... Onlarla neler yaşadığını anımsaması çok güçtü. Arkadaşlarını, dostlarını, ortak anılarını… Bu eve taşınalı çok olmamıştı. Yalnız yaşıyordu. Önceleri, şimdi hatırlaması kolay, ikna edebildiği yabancı kadınları misafir ettiği bir yatağı vardı, imdi üzerinde uzandığı. Yabancı... Kadınlar işte: geldiler, gittiler, gitmek istemediler, geri döneceklerine söz verdiler. Bir süredir peşlerinden koşmaz olmuş, belki de isteyerek, ahir zamanda aklından bile geçirmeyeceği, bir oyunu oynar hale gelmişti tek başına. Hayatı boyunca kadınları sevmekten korkmuş bir adamın onlarla sevişmeye de ara vermesi tuhaftı... Bütün bunlar aklından belli belirsiz geçerken yine üşüdüğünü fark etti. Soğuk... İşte o an, ilahi takdir mi desek yoksa takdir-i ilahi mi, karasinek ani bir solunum yetmezliği yaşadı. Bir süredir gezindiği aynanın yüzeyinden önce lavaboya düştü. Orada sırtını yere vermiş çırpınırken onu kimsecikler duymadı, görmedi. Yaratanıyla baş başa kaldı. Kanalizasyon ağına bağlanacak olan boruya doğru yuvarlanmadan evvel tüm vücudu kasıldı ve ardından canını oracıkta teslim etti. Gider… Gitmek isterdi o da belki. Gitmek isteyenler, aslında gitmeyi hiçbir zaman beceremeyecek olanlar… Hiç öğrenemeyecek kadar, hep uykulu olanlar… Yatak odasında günün geri kalanına uyacak giysilerini ararken hayal edemeyeceği kadar yenikti artık. Bir zamanlar, saat üçte, farkına bile varmadığı bir tek yakini vardı, en yakınında duran, şimdi o da geri döndüremeyeceği kadar uzaklara gitmişti. Ölüm…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet Gündoğan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |