Aşk eski bir masaldır ama her zaman yepyenidir. -Heine |
|
||||||||||
|
GİRİŞ Kedi-insan ilişkisi bağlamında, Salâh Birsel’den öğrendiğimize göre, “Tan Oral, kedinin insandan üstün olduğuna da inanır. Ona göre kediler insanoğlunun ilgisiz kalamayacağı sesin, kendi yavrusunun sesi olduğunu çakmışlar ve evrim sürecinde o sese öykünerek insanı en yufka yerinden yakalamayı başarmışlardır.” (1) Kedilerin marifetleri bununla kalmaz; “Yazarlar kedilerden insanlar gibi konuşur yaratıklar diye söz etmeye de bayılırlar. Suarès’e göre Sokrates, Voltaire, Proust, Melville ve Shakespeare kedilerin karşılaştırmalı edebiyat okumuş ve felsefe öğrenimi görmüş kültürlü yaratıklar olduklarına inanırlar.” (2) Espri bir yana, biz insanların, en yakınımızda barınan, hemen her kültürde önce (farelere karşı) pratik nedenle, sonraları hayvan sevgisiyle bir bebek gibi sütle beslediğimiz kedilere karşı tutumumuz aslında çok farklı biçimlerde gerçekleşir. Bu tutumlardan en uç örnek olarak; insanın, kediye karşı, kıyıcılığa varan acımasızlığının, iki farklı yazar tarafından nasıl işlendiği, bildirimizin konusunu oluşturacaktır. Daha sonra bir üçüncü yazarın şiirini temel alarak, çıkarımlarımı genellemeye çalışacağım. 1. LUİSE RİNSER Günümüz Alman yazarlarından olan Luise Rinser, (doğumu: 1911), pedagoji ve psikoloji öğreniminden sonra 1935-1939 tarihleri arasında öğretmenlik yapmış, 1944 yılında da Naziler tarafından, rejime muhalif davranışlarda bulunması nedeniyle, tutuklanmıştır. Bir süre edebiyat eleştirmenliği de yaptıktan sonra, 1963 tarihinden beri serbest yazar olarak yaşayan Rinser, 18 mart 2002'de ölmüştür. Luise Rinser, Alman edebiyatında, II. Dünya Savaşı’nın getirdiği zorlukları, bunalımları, açlığı, çaresizliği vs. doğrudan yaşamış ve bunları öykülerinde dile getirmiş bir yazardır. Aynı konuları işleyen diğer yazarlardan farkı, belki hem I. hem de II. Dünya Savaşlarını bir kadın olarak; bir çocuk, bir eş, bir anne, bir sevgili olarak yaşamış, olaylara bu perspektiften bakmış olmasıdır. Yaşamının birçok aşamasında kendini açlığa, hatta ölüme mahkum eden o koşulları yaratanlara, Rinser, inançlı bir katolik kimliğiyle, hiç bir partiye angaje olmadan hep karşı çıkmıştır (3). Yaşadığı sevinç, üzüntü, bunalım gibi duyguları O, kurmaca gerçekliğe aktarırken, aynı zamanda dayanma gücü geliştirir. Rinser'in öyküleme üslûbu büsbütün yalındır; günlük dili kullanır. "Günümüz öyküleridir bunlar, ard-alanı günümüz olan. Konuları dün ve yarın olan bugünün öyküleri." (4) Yazılarını otobiyoğrafik bulanlara şunları söyler Rinser; "…okuyucularımdan birçoğunun inandığı gibi, kitaplarımın özyaşamsal olduğu doğru değildir. Kitaplarım öyle değildir. Fakat hepsi beni içermektedir, daha doğrusu: benden bir parça, bir kesittirler “(5). Konu seçimi üzerine şu bilgileri verir: "… özel sayabileceğimiz konu […], her halükârda daha önce bizzat yaşamadığım ve yazarken algılamadığım ve hakikat olarak kabul etmediğim bir şeyi yazmadığımdır, ve beni tarihsel bir şeyin değil, aksine hep yaşayan gerçeklerin ve bu gerçeklerden de sadece gerekli olan, açıklama isteyen ve geleceğe yönelten şeyin cezbettiğidir." (6) "O kötü yılların meyvesi” (7) diye nitelediği “katı gerçekçi” öykülerinden olan ve 1945-48 yıllarında kaleme aldığı Die rote Katze [Kızıl Kedi]'de bu tavrının çok belirgin biçimde yansıdığını görmek mümkündür. Kızıl Kedi (8) Rinser, 1945-48 yılları arasında yazdığı Kızıl Kedi (9) öyküsüne, Ben-Anlatı ve kişisel anlatım tutumuyla, “Hep o kedi kılığındaki kızıl şeytanı düşünmekten kendimi alamıyorum” diyen bir çocuğun sözleriyle başlar; Böylece, "bilmiyorum, yaptığım doğru muydu” (s. 36) sorusuyla, en sonunda öldürdüğü kedi için, vicdanen kendi kendini sorgulamasını dile getirir. Ben-anlatıcı, on üç yaşında, annesi ve iki küçük kardeşiyle yaşayan bir çocuk. Maddi gereksinimlerin giderilmesinde son derece büyük güçlüklerin yaşandığı savaş sonrası Almanya’sında, babasız evlerden birinin erkeği konumunda olan Ben-anlatıcının “kırmızı şeytan, melun şeytan” diye nitelediği kedi ise en az kendisi kadar zavallı bir hayvan. Onunla karşılaşması, elindeki ekmeği düşürdüğü bir anda gerçekleşir. Bir lokma ekmeğini kaptırdığı kediyle gerilimli bir ilişki başlar böylece. Aralarındaki ilişkinin temel belirleyeni ekmek kavgasıdır; nasıl kendi ekmeğini kaptırdığı zaman öfkelendiyse, kardeşlerinin de kediye ekmek, süt vermelerini bir türlü kabul edemez. Sadece ürkütmek için attığı taşın ona isabet etmesiyle, kedinin çıkardığı sesi bir çocuk sesine benzetir ve bu benzetmeyi birkaç kez yineler. “»Defol', dedim ve ayağımla onu ittim. Fakat o gitmedi. Sadece küçük ağzını açtı ve »miav', dedi. O diğer kediler gibi bağırmadı, sadece öyle söyledi, bunu açıklayamıyorum.” (s. s. 37) Açıklayamaz, ama bilir. Kedi aslında onunla aynı dili konuşmaktadır; açlığın dilinden. Öfkeyle birlikte kediye acıma duygusunu saklamaz, elindeki son lokmayı bile ona verir. Kedinin evde yaşadığı sürece, insanca duygulardan dolayı paylaşmak zorunda kaldığı ekmeğin gittikçe azalması, hatta en nihayet çocuğun, kediyi kesip yemeyi teklif edecek duruma düşmeleri, onu kötü bir iş yapmaya zorlar. Paylaşmak, burada artık “adalet” olmaktan çıkmıştır. Ya paylaşmayacaktır, ya da paylaşıp kaybetmeyi göze alacaktır. Sorumluluk bilinci üstün gelir. “O zaman kedi iyice bana sokuldu ve sonra ben onu okşadım ve onunla konuştum. »Buna artık dayanamıyorum', dedim, »bu böyle olmaz kardeşlerim açlıktan ölürken, sen bu kadar semizsin, buna artık seyerci kalamam'. Ve birden yüksek sesle bağırdım, sonra kızıl hayvanı arka uyluklarından tuttum ve bir ağaç gövdesine vurdum. Fakat o sadece bağırdı […] Kedi bir çocuk gibi bağırdı. […] Onu sürekli olarak buza çarptım […] Fakat sonunda öldü işte.” (s. 40) Kedinin öldürülmesi, öykü boyunca, Ben-anlatıcının yaşadığı gerekçeli öfke nöbetleriyle haklı gösterilir. Rinser, böylece "gaddarlık" kavramını görecelendirir. Eleştirmen Manfred Durzak, "bu kesinlikle sadist bir taşkınlık ya da hayvanların canını yakan bir gencin vandalca davranışı değil, aksine, koşulların ona yüklediği ve altında bir mücrim olarak kendinin de kaldığı bir mecburiyettir", der (10). Ona göre, bireyi, yaşamak için yok etmeye zorlayan ve ahlâki bir dünya düzeninden ayrılışı gösteren yaşam koşullarının gaddarlığı, bu sahnede ortaya çıkar. Rinser, figürlerini var olmanın uç noktalarında dener. Kızıl Kedi’ de ölmemek için “gereksiz yiyici kediyi“ öldüren çocuk, ekmeğini ailesiyle paylaşmak ister. Aslında o, içinde bulunduğu yaşam koşullarına karşı tavır geliştirir. Rinser şu ayrımı yapar: “Bir steril düzenler vardır bir de yaşayan. Keyfi düzenler olduğu gibi, yaşamın zorunlu kıldığı düzenler vardır. Düzen denilen şey çoğunlukla iktidardakiler tarafından dikte ettirilir. (…) Bu ise gerçekte “düzen” değil, kargaşadır. (…) Kendini kötüye teslim eden kişi, düzensizlik, ya da sözde düzen yaratır. Dünyadaki sefaletten ise düzensizlik yaratan insan sorumludur …” (11) Çocuk, her dışarı çıkışında bir rekabet, bir yaşam savaşımının içinde bulur ve dönerken, yiyecek ve yakacak türünden birşeyler getirmek zorunda hisseder kendini ve insanların yarattığı savaş ortamında bir çıkış yolu arar. Kedinin öldürülmesi o kötü düzenin bir sonucudur, bir çözüm önerisi değil. Yaşam koşullarına, o koşulları yaratanlara karşı duyulan öfke, burada kediye yönelmiştir. Nitekim, daha önce kedi için oğlunu cezalandıran anne, onu, kediyi öldürdüğünü bildiği halde bağışlar. Rinser, Kızıl Kedi' de gaddarlığı bir çocuğun masumiyeti kontrastı içinde verir. Çocuğun içgüdüsel davranışı böylece varlığının bir parçası oluverir. En sonunda çocuk, baştaki sözünü yineler ve pişmanlığını "aslında öyle bir hayvan o kadar da çok yemiyordu" (s. 40) diyerek dile getirir. Böylece yazar, Ben-Anlatıcının kendini sorgulamasını sağlar. Eleştirmen Hermann Kesten, onu, "ahlâki açıdan şaşkınlığa düşmüş", ama "güdüsel olarak acı çeken" biri olarak niteler ve Rinser'in "candan sempatik figürler" inden sayar (12). Hilmi Yavuz'un tespitiyle, öykülerinin büyük bir bölüğünde, sürekli olarak 'geçmişteki ben'leri sorguya çeken (13) bir yazarımıza geçmek istiyorum. 2. OKTAY AKBAL 1923 doğumlu olan Oktay Akbal, ilk öğrenimini Fransız okullarında tamamlamış, liseden sonra bir süre hukuk ve edebiyat fakültelerinde dersler izlemiştir. 1943-44 yıllarında Servet-i Fünun dergisinde sekreterlik yapan Akbal, bundan sonra yazarlığı seçmiş ve değişik gazetelerde yazılar yayımlamıştır. Öyküleri için, "okurlarda bir gerçeklik, bir yaşanmışlık duygusu uyandırır. Bu yüzden yaşanmış öykülerdir onlar diyorum", der (14) ve "Öykülerimin hemen hepsinde yaşantımdan izlere rastlanır, ama tümüyle 'ben' hiçbirinde yokum…" diye ekler. Behçet Necatigil'e göre, "Maskelenmek istenen otobiyografik izler, anılar, hayaller, kahramanın kendisiyle kararsız, sonuçsuz, hesaplaşma ve çalışmaları, Akbal'ın hikâyelerinde bir eksen görevindedir." (15) Necatigil gibi Doğan Hızlan da O'nu, büyük şehirlerin orta sınıfını anlatan bir öykücü olarak nitelerler; anlatımı ise yalındır (16). Mahir Ünlü ve Ömer Özcan, yazarın edebiyat anlayışını şöyle anlatırlar: "Akbal, çokluk, kendi çocukluk ve gençlik anılarıyla geçmişe; umut ve tasarılarıyla geleceğe yönelerek yaşadıklarını, gözlemlerini, düşünce ve düşlerinin yapıtlarında yaşattığı kişilerininkiyle birleştirmiştir. […] [Öyküleme esnasında] ağırlık verdiği betimleme ve çözümlemeler, gözlemlediği ve yansıtabildiği gerçekler ölçüsünde 'gerçekçi'dir. Ona tüm öykü ve romanlarıyla bu niteliği vermek olanağı yoktur." (17) Bir Kediyi Öldürmek (18) Oktay Akbal, İlkyaz Devrimi’nde (1972) yer alan bu öyküsünde, arkadaş iki çocuk arasında gelişen bir rekabete kurban giden bir kedi yavrusunu konu edinir. Ben-Anlatıcı, kırk yıl önce, kendinden yaşça daha küçük, daha fakir Selim ile aralarındaki bir rekabeti aktarır. Olayın odağında İnci adında bir kız vardır. Selim'in İnci'yle oynamayamamasının sebebi olarak gördüğü Ben-Anlatıcı'ya duyduğu öfke kediye yönelir: "Bir ses geldi aşağıdan. Bir kedinin acı bağrışması. Başka bir acılıktaydı bu ses. İncecik, uzayan, yitip giden…" (s. 244) Selim, bir kedi yavrusunu tekmeleyip öldürür. Rinser'in öyküsünde, kedi için kullanılan "Canavar" sözcüğü burada Selim için kullanılır (s. 245). Onun gaddarlığı, içgüdüsel değil, yaşam koşullarının dayatması ise hiç değildir. Anlık bir öfke sonucu, yaptığı işin yanlış olduğunu bilse de, olayı hafife almaktan çekinmez: "Kedi o, bir hayvan, (…) Ölmüşse ne çıkar?" (s. 245) Bu nedenle, Rinser'in kahramanının aksine, annesinden tokat yer Selim, cezalandırılır. Yalnız, Akbal, Selim'in attığı tekmenin hedefini çok boyutlu kılmaya çalışır. Ben-Anlatıcı, kişisel anlatım tutumu ve iç monolog sunuş biçimini kullanır: "Vurmuştu. Kediye öldürücü tekmeyi vurmuştu. Ama kedi diye vurmamıştı. Biliyordum, başka bir şeye indirmişti tekmeyi. Bana mı, İnci'ye mi, ikimize birden mi? Yoksa yaşama mı? Yazgıya mı? Kendi geleceğinin karanlığına mı? Bir anda duydum hepsini. Anlayamadığım birçok şeyi." (s. 246) Kedilerse, artık her türlü öfkenin, şiddetin boy hedefi olarak simgesel bir anlam kazanır öykünün sonunda: "Nerde bir kedi yavrusu görsem, nerde o kedi yavrusuyla oynaşan çocuklar görsem içim titrer, bir tekme geldi gelecek diye… Kendimi bir kedi yavrusu gibi duyarım. Yalnız, kimsesiz tüm tekmelere, yumruklara açık. Ölü bir kedi yavrusu kırk yıldır yaşar durur belleğimde. Gerçekte bana atılan bir tekmeyi yediği için ölüp giden bir kedi…" (s. 247) Görüldüğü gibi, istenmeyen olaydan sonra asıl sorgulamayı yapan mücrim Selim değil, Ben-Anlatıcıdır. Gerçi yazar, tekmeyi atan Selim'e öykünün ortasında "yanlış yaptım, […] Nasıl oldu bilmiyorum" (s. 245) dedirtir, ancak, bundan başka bir hesaplaşmaya sokmaz. Aksine öykünün kurgusuyla, olaydan ders alanın, ya da alması gerekenin sanki, buna neden olan kişi olmalıymış izlenimini verir. Böylece Akbal’ın, fakir Selim’in, kendi yazgısına karşı isyanından yana bir tavır koyduğunu anlarız. İster kediyi öldüren isterse öldürülmesine neden olan kişi olsun, her iki öykü bağlamında da verilmek istenen, "kedilerin öldürülmemesi" mesajıdır. Bu düşünceyi tüm insanlığa genelleyen bir başka yazardan söz etmek istiyorum şimdi. 3. PETER PORTER Çağdaş İngiliz şairlerinden "Peter Porter, 1929'da Avusturalya'da doğmuş, en önemli yapıtlarını İngiltere'de üretmiş, yetmişli yılların İngiliz şiirine özgün sesiyle katkıda bulunmuş bir ozan. 'Tarihe olan ilgisi', Porter'ın şiddet olgusunu 'derinlikli ve sağlam' bir yaklaşımla irdelemesini olanaklı kılmıştır." (19) Mort aux chats Porter, 1972 tarihli bir şiirine başlık olarak Kedilere ölüm!" (Mort aux chats) (20) sloganını seçer. "Artık kediler olmayacak" diye başlayan şiirde, baştan sona kedilerin suçlanmasınına yer verilmiştir: Kediler hastalık yayar/ Kediler havayı kirletir/ kediler haftada ağırlıklarının/ yedi katı yiyecek tüketir/ kedilere tapınılıyordu/ yozlaşmış toplumlarda (Mısır'da/ Eski Roma'da), Yunanlılar/ katlanamazdı kedilere… şiirin son iki dizesi şöyledir: Tüm Kedilere Ölüm! Köpeklerin Egemenliği bin yıl sürecek!" Nezih Onur'un, çok yetkin bir analizle değerlendirdiği bu dizelerle ilgili yorumunu buraya alıyorum: "şiirin sonunda yer alan köpeklerin egemenliğinin bin yıl süreceğini dile getiren sav-söz okura 'şimdi anlaşıldı' dedirtmektedir; çünkü gerçekte tüm sözler ancak bu sav-sözle belli bir anlam kazanmaktadır. Bu söz elbette bir üstünlük savaşını dile getirmektedir, ancak bunu dile getirirken benimsenen yaklaşım sonuçta yine söz konusu üstünlük savının nedensizliğini ortaya koymaktadır. Anlaşılabilir hiç bir gerekçeye dayanmayan bu savla[,] dile getirilen egemen olma amacının gerçekleştirilmeye çalışılması durumunda, şiirin başında açıkça belirtildiği gibi, kedilere yaşama özgürlüğü tanınmayacaktır." (21) Peter Porter'ın, köpeklerin bakış açısını kullanmak biçimindeki dolaylı anlatımını, Onur şöyle değerlendirir: "şiirin tümünde geçerli olan kişileştirme ya da eğretileme için kedilerle köpeklerin seçilmiş olması elbette anlamlıdır. Bununla, insanoğluna anlamsız gelen kedi köpek çatışması anımsatılmaktadır. Kedi köpek çatışması ilkel içgüdü ya da itki dışında insanların anlayabileceği başka bir gerekçeye dayanmadığı için, bu tür bir imgenin kullanılmasıyla, kendinden olmayana, kendine benzemeyene karşı beslenen düşmanlığın anlamsızlığı vurgulanmakta, bunun ilkel bir yaklaşım olduğu imlenmektedir." (22) Dolayısıyla, şair, "şiddete yol açan hoşgörüsüzlüğü irdelemekte, eleştirmektedir. Burada ele alınan hoşgörüsüzlük kedilere karşıymış gibi görünse de, gerçekte insanlara yöneliktir. İnsanın insana karşı hoşgörüsüzlüğü, giderek nedensiz, dolayısıyla anlamsız düşmanlığı dile getirilmekte, sorgulanmaktadır. şiirde açıkça belirtildiği gibi, düşmanlığa dönüşen hoşgörüsüzlük, sonuçta, kendinden olmayanlara, ırkı, dili ya da inancı ayrı olanlara yaşamlarını sürdürme olanağı tanımama, soykırım uygulamaya değin vardırılmaktadır." (23) 4. KARŞILAŞTIRMA Salâh Birsel, kedi ile insan arasındaki ilişkiye adadığı denemesinin bir yerinde, kedi ile insan arasında sürtüşme çıktığında buna her zaman insanoğlunun anlayışsızlığının neden olduğunu, insanlarınsa bu tutumlarının karşılığını kedilerin tırmıkları ile ödediklerini belirtir (24). Bu galiba ancak barış ortamında geçerli olmalıdır; çünkü dayatma yaşam savaşımının sonucunda, kediler insanoğlunun anlayışsızlığını canlarıyla ödüyorlar. Üzerinde durduğumuz üç metni karşılaştıralım: Kızıl Kedi öyküsünde, dışardan dayatılan yaşam koşullarına karşı geliştirilmeye çalışılan tavır ve aranan çıkış yolu sonucu bir kedinin öldürüldüğünü görüyoruz. Ölüm burada yaşama dönüşmekte, insan için hayvan feda edilmektedir. Fakat bu gerekçeyle bile olsa yazar, işlenen suçun sorgulanmasına olanak vermektedir. Kediye yönelen şiddetin asıl hedefi, içinde bulunulan savaş sonrası zor yaşam koşullarıdır, dahası bu koşulları yaratanlardır. Keza Bir Kediyi Öldürmek' te de kediye atılan tekmenin hedefi aslında atanın hemcincisidir, yani bir insandır. Yazar bu hedefi biraz daha açımlayarak, yaşamı, yazgıyı, gelecek kaygısını ya da anlayamayacağı birçok şeyi gündeme getirir. Ve adeta kediyi öldüreni haklı çıkarır. Arada kalan savunmasız kedilere dönük acıma hissini önplana çıkarır. Öyle anlaşılıyor ki, ‘tepişen ve dalaşan köpekler’ arasında, darbeyi, pençeyi yiyen kedilerden yana bir tavır koyar. Kedilere Ölüm şirinde ise anlaşılmaz bir içgüdüyle kedileri sevmeyen köpeklerin maskesi arkasında, kendinden olmayanı yok etmek isteyen hoşgörüsüz ve şiddet yanlısı kötü insanlar eleştirilir. şairin tavrı tıpkı Bir Kediyi Öldürmek 'te olduğu gibi zayıf kedilerden yanadır. İlkel güdülerini kontrol edemeyen, üstünlük tavrını bastıramayıp, "it dalaşını" sürdürmek isteyen ırkçı tutumları eleştirisinin boy hedefi haline getirir. Her üç yazarın da aynı konuya değişik açılardan yaklaştığını söylemek istiyorum: Luise Rinser, Ben-Anlatı, kişisel anlatım tutumu ve içe bakış perspektifiyle kediyi öldüreni; Oktay Akbal yine aynı üslûbu kullanarak kedinin öldürülmesine sebep olan kişiyi vicdanıyla başbaşa bırakır. Peter Porter ise, bir köpeğin, yani kedi düşmanı bir başka hayvanın açısından ironik, dolayısıyla mesafeli bir yaklaşımla kedilerin (zayıfların) öldürülmesini haklı göstermeye çalışan hoşgörüsüzleri hicveder. İnsanlar arasındaki anlaşmazlıklarda, çoğunluk biribirine diş geçiremeyen taraflar, en yakınlarında bulunan varlıklara zarar verebiliyorlar. Bu bir kedi olabileceği gibi, bir çocuk ya da alt kademede çalışan biri de olabilir. Ben buradaki kedilerin "nankör kediler" olduğunu düşünmüyorum; "her zaman dört ayak üstüne düşen kediler" de değil bunlar. Bunlar sırt üstü düşüp bir daha kalkamayan zayıf, korunmasız ve savunmasız kediler. Aslında kanaatkârdırlar; Ciğercinin kedisi olmaları şart değil, sokak kedisi olarak da yaşamayı bilirler. Onun için dileğim: N'olur kediler ölmesin! DİPNOTLAR 1) Birsel, Salâh, Kediler. Bağlam, 1001 Gece Denemeleri: 10, İstanbul 1988, s. 79. (Burada, kedi seven ve yapıtlarında kedilere yer veren diğer sanatçılar hakkında bilgi bulunabilir.) 2) A.g.e., s. 81. 3) Bkz. Rinser, L., Grenzübergänge. Tagebuch-Notizen, Fischer Bd. 2043, Frankfurt a.M. 1991, 325 vd. 4) Kesten, Hermann, "Luise Rinser'den Sevgi Öyküleri: Bir Demet Beyaz Sümbül" (Çev. Muallâ Öztürk). Batı Edebiyatında Sevgi ve Hoşgörü Üstüne, Yay. Haz. A.O. Öztürk - N. Onur. Gündoğan Yay., Ankara 1997, s. 22. 5) Rinser, L., "Özyaşamsal Sonsöz". Öyküler. Çev. Ali Osman Öztürk. Konya 1996, s. 85. 6) A.g.e., s. 86. 7) A.g.e., s. 88. 8) Burada bu öyküyü de kapsayan bir yazımdan ilgili bölümlere özetle yer verilecektir; bkz. "Luise Rinser'in Üç Öyküsünde Sevginin Kalıpları". Gündoğan Edebiyat 17, 1996, s. 29-36 9) Öykü Seçkisi (Haz. Gürsel Aytaç), Gündoğan Yay., Ankara 1991, s. 36-40; “Kızıl Kedi”; metin içindeki sayfa numaraları bu seçkiye göredir. Ayrıca bkz.: Almanca’dan Öyküler. Çağdaş Yazarlardan Seçmeler (Haz. ve Çev. Arif Gelen), Yapı Kredi Yayınları, Edebiyat 37, İstanbul 1993, s. 135-139; “Kırmızı Kedi“ 10) Durzak, M., "Luise Rinser: »Die rote Katze'". Luise Rinser. Materialien zu Leben und Werk. Hrsg. von Hans-Rüdiger Schwab. Fischer, Frankfurt/M. 1986, s. 159 vd. 11) Rinser, L., Mit Wem Reden, Fischer Bd.5379, Frankfurt a.M. 1992, 76-79; passim. 12) Bkz. Kesten, H., a.g.m., s. 23. 13) Yavuz, H., Milliyet Sanat Dergisi, 4 Mayıs 1973'ten Ünlü, Mahir ve Özcan, Ömer, 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı. C. 3, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1990, s. 463. 14) Varlık, Mart 1976'dan a.g.e., s. 456. 15) Necatigil, B., Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Varlık, 14. Basım, İstanbul 1991, s. 22. 16) Bkz. Ünlü-Özcan, a.g.e., s. 462 vd. 17) A.g.e., s. 460, 461. 18) Verilen sayfa numaraları, Akbal, Oktay, Bütün Öyküleri II: Akşam Kuşları (İnkılâp Kitabevi Çağdaş Yazarlar Dizisi, İstanbul), s. 244-247’deki metne göredir. 19) Onur, N., "Peter Porter'ın 'Mort Aux Chats' Adlı şiirinde Hoşgörüsüzlüğün Eleştirisi". Batı Edebiyatında Sevgi ve Hoşgörü Üstüne, s. 96. 20) Şiirin İngilizcesi ve N. Onur tarafından yapılan Türkçe çevirisi için bkz. a.g.e., s. 94-95. 21) A.g.e., s. 100. 22) A.g.e., s. 104. 23) A.g.e., s. 96. 24) Bkz. Birsel, S., a.g.e., s. 79.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |