Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Bilindiği gibi, Nasrettin Hoca’nın nükteleri çok yönlüdür. Bunlardan bir kısmı başkalarınca uydurulup Hoca’ya yakıştırılır; bir kısmı ise Hoca’ya ait olup başkalarına mal edilir. Nükteler arasında hangisinin hakiki olduğunu ise ayırmak oldukça güçtür. Bu konuda araştırmalar henüz bitmiş değil (1). Ancak, Hoca’ya yakıştırılan nüktelerin temelinde yatan felsefeyi araştırmak sanırız, bunların kime ait olduğu sorusuna verilecek yanıttan daha işlevsel olmalıdır. Yıllar önce Süleyman Arısoy şöyle der Onun için: “Bu felsefe ve düşüncede, Bektaşilik, Mevlevilikteki gibi halka ve halk için alçakgönüllülük, birlik, beraberlik, iyilik görülür. Bu sebeple iki Türk-İslâm mezhebinden Nasrettin Hoca’ya yakıştırılarak aktarılmış nükte ve hikâyeler çoktur. Nitekim, Bektaşilik İslâm âleminin geniş hoşgörülülük (tolerance) görüşü ile dokunulmaz denen varlık ve fikirlere olumsuz durumları ile karşıt olarak güldürü ve alayla daima hücum etmiştir.” (2) Prof. Wilfried Buch ise Hoca’ya yakıştırılan sayısız “ekleme ve dallanma”nın “ardında ya da üstünde, el yordamıyla yakaladığı(…) tarihsel öze en çok yaklaşan bir ana tiplemeye ulaşma (…)yı olası buluyor: “Kahraman olmayan bir antikahraman; gücü tümüyle ‘insanca’ bir zayıflıktan kaynaklanan biri; içinde hepimize özgü zayıflıklar barındıran, bu nedenle de ‘insanca olan hiçbir şeye yabancı olmayan’, özellikle bu zayıflıktan yola çıkarak doğmalardan bağımsızlaşan hoşgörülü bir insan; ‘sağduyulu insan aklı’ ile desteklenen özgür ve özgürleştirici bir nesnellik ile bütünleşmiş biri” (3) Nasrettin Hoca’nın, yukarıda belirtilen “doğmalardan bağımsızlaşan hoşgörülü insan” ve “sağduyulu insan aklı ile desteklenen özgür ve özgürleştirici bir nesnellik ile bütünleşmiş biri” olarak kimliğini, Onun çoğu nüktelerinde yeniden saptamak mümkündür. Biz bu yazımızda yalnızca biri üzerinde durmaya çalışacağız. “SEN DE HAKLISIN” “Sen de haklısın” esprisi taşıyan fıkrayı bilmeyen pek azdır. Özetlersek; Hoca’nın kadılık ettiği günlerde biri yanına gelir, komşusunu şikayet eder. Hoca adamı dinler ve “Haklısın” diyerek gönderir. Biraz sonra şikayete konu olan komşu gelir. Hoca onu da dinledikten sonra “Haklısın” der. İkisinin birden haklı olamayacağını belirten karısına “Karıcığım sen de haklısın” diye cevap verir (4). Yaşayan Alman yazarlarından olan Luise Rinser’in bir güncesinde, Hoca’ya ait olduğunu bildiğimiz bu fıkrayı görünce, Hoca’nın nüktelerinin ne kadar yaygın ve aynı zamanda ne denli edebî ve evrensel değerde olduğunu düşünmek durumunda kaldık. Bu fıkrada yatan derin ve hep güncel kalacak dersi, Rinser şöyle açıklar güncesinde: »Ortaçağ felsefesinde coincidentia oppositorum'dan söz edilir: karşıtlıkların BİRLİK içinde buluşmasından (yani, Tanrı denilen şeyden). Alşimistlerse coniunctio oppositorum denilen karşıtlıkların izdivacından bahsederler. Her varlık, diğer kutbunu içinde taşır. Biri diğerinden oluşur. Var olan her şey sonsuz bir devinim içindedir, her şey akar, her şey kendi »karşıtı'na dönüşür. Yaşamın ölüme dönüşmesi doğum anında başlar, tıpkı daha sabahleyin akşamın başlaması gibi; çürüyen meyve içindeki çekirdek yeni bir yaşam demektir. Eulenspiegel (Almanların Nasreddin Hoca’sı), dağdan aşağı inerken ağlar, çünkü biraz sonra yokuş çıkacağını bilir. Dağa tırmanırken güler, çünkü o an rahat inişi düşünmektedir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Peki bunu bilmek trajik değil midir? İnsanın zorluklarla ulaştığı hiçbir şeyi elinde tutamaması bir sisifos yaşamı değil midir? Hayır: yalnızca elde tuttuğunu düşünen kişi acı çeker. Kendini akıntıya bırakan yüzer. Hiçbir şeyin devamlı olmadığını bilen ise dönüşüme ayak uydurur. Bu TAO öğretisidir; bu Çin felsefesi, Kore bayrağında ifadesini bulmuştur. [5] Fakat bu, Sokrat öncesi düşünürlerin de, Hazreti İsa'nın da öğretisidir. »Tanrı' varlıkları harekete geçirir. Kendini ona bırakan, varlık halindedir. Peki bunu bilmek neye yarar? Yahudi fıkraları koleksiyonunda bir fıkra vardır, ki aslında hiç de fıkra değildir, aksine çok derin bir Kassidim [Hasidlik] bilgeliği içerir: Bir adam, hahambaşına gelir ve ona biriyle kavgasından bahseder. Hahambaşı “haklısın” der. Sonra öbürü gelir ve aynı kavgadan söz eder. Hahambaşı “haklısın” der. Bunu üçüncü biri duyar ve derki: “Ama Hahambaşı, her ikisine de nasıl ‘haklısın’ dersin!” Hahambaşı, ona da “haklısın” der. Bir kimse, bir şey, tarihin bir anında haklıdır. Başka bir anında ise durum çoktan değişir. Bunu bilmek gerçi eylemden alıkoymaz, ama hiç olmazsa eylemin dar görüşlü saldırgan haklılık iddiasını bertaraf eder.' (6) Görüldüğü gibi, andığımız Nasrettin Hoca fıkrası Albert Einstein’ın “görecelik kuramı” (izafiyet teorisi) bağlamında ele alınmıştır; her şeyin hareket halinde olduğu, dolayısıyla Tanrı dışında hiç bir şeyin mutlak olmadığı anlatılmaktadır. “Sen de haklısın, sen de haklısın” esprisi aslında bir oportünistlik değil, aksine bilen için bir bilgeliktir. Gülmeyi, güldürmeyi göz ardı etmeyen bu tür bakış açısına, Halide Edip Adıvar, “Maske ve Ruh” (1945) adlı eserinin önsözünde “Nasreddin Hoca gözü ile bakmak”, çok yönlü kavrayışa da “Nasreddin Hoca gibi kavramak” diyor. Akşehir’de her tarafı açık, ama kapısında kocaman bir kilidin asılı olduğu türbeyi görünce bir “Nasreddin Hoca zihniyeti”nin ayırdına varır Adıvar. Bu görüntüyü bir simge olarak algılar. Burayı, pencere ve kapılarını dünyaya açmış bir ruhun kendine özgü bir köşesi olduğunu ilân eden bir simge. Nasreddin Hoca diye bir insan yaşamış olsun ya da olmasın, asıl olan Onun temsil ettiği zihniyettir: “Fakat bu zihniyet - umumiyetle inanıldığı gibi – her şeyle alay eden, hiçbir şeyi ciddi telâkki etmeyen 'adamsendecilik» zihniyeti değildir. Bilâkis, bu, dünyaya, insanların dertlerine bakarken, benliğini bertaraf eden hiçbir sabit fikir veya şahsi arzuya kapılmadan, serin ve doğru bir görüşle realiteyi seyreden bir zihniyettir.” (7) Orhan Veli Kanık’ın söz konusu nükte ile ilgili yorumu, her ne kadar gerçekliği yansıtıyorsa da, sanırız işin özünü kavrayamamış görünüyor. Şöyle diyor Kanık: “Dünya böyle! / İşini bilen kişi/ Kendi çıkarına uydurur işi/ - İyi, kötü - hep konuşan haklıdır./ İşte bu hikâye bunu anlatır./ Bir Ters görüş bir anda nice bin aklı çeler./ Eskiler de boşuna dememişler/ »Anlatılışa göre fetva verilir' diye…” (8) Abdullah Özbek, bu espriyi “ferdî farklılık” kavramıyla değerlendirir. Hoca bir kadı olarak haksızlık etmemek; “hakların tevziinde ne derece dikkatli olunması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Diğer taraftan kimin delili kuvvetli ise, kim meselesini daha güzel ortaya koyarsa, hâkim onun lehine hükmedebilir. Bu konuda Hz. MUHAMMED’in de bir uyarısı vardır. Güzel bir dil ve delille hakkı lehine çevirmeye çalışan kimseye, ‘Ben dinlediğime göre hüküm veririm, bu durumda hemen onu alıver[mesin], yoksa ona ateşten bir parça vermiş olurum.‘ diye ikazda bulunmuştur.” (9) Bu bağlamda Şinasi Altundağ’ın değerlendirmesini, aynı doğrultuda görüyoruz: “Hoca, burada bize muayyen bir meselede bile telâkki, kavrayış ve anlayışların ne kadar farklı olduğunu, bir hâkimin, bir âmirin verecekleri kararlarda ne derece dikkatli olmaları gerektiğini bu vasfiyle de Hoca’mızın, kelimenin tam mânasiyle, bir halk filozofu olduğunu açıkça göstermektedir.” (10) Bu iki yorum yukarıda belirtilen temel düşünceyi içermektedir: Her şey göreceli (izafî)dir. Mutlak doğru yoktur, her konu değişik cephelerden ele alınmalıdır. Doğru diye hükmedilen bir karar, zaman içinde, yeni kanıtlar ve bilgilerle geçerliliğini yitirebilir. Hoca’nın her görüşe hak vermekle, doğruya varmak için bir arayış içinde olduğunu da gösterir. Hoca adaleti aramaktadır. Arayış’a yüklenen önem hem Doğuda hem de Batıda düşünenler için aynıdır. Mevlana, insanın değerini, “aradığı şeyde” bulur (11) Keza Luise Rinser, gittiğimiz yolun aynı zamanda amacımız olduğunu söylerken, “arayışımızın” aradığımız şey” olduğunu dile getirir (12). SONUÇ “Sen de haklısın” esprisiyle hiçbir kimsenin yüzde yüz ve mutlak haklı olamayacağı dile getirilmiş oluyor. Her şeyi karşıtıyla düşünme gereği vardır. Bu bilinç, insanı bağnazlıktan kurtarır, hoşgörüye yakınlaştırır. Göreceli düşünebilme yeteneği, nihayet kişiyi iki tarafı da dinleme ve taraflara hakkını verebilme olgunluğuna ulaştırır. Bu da kişiye “iyimserlik” yeteneğini kazandırır. Mevleviliğin temelinde de bu yaşantı var görünmektedir. Rinser’in belirttiği “karşıtlıkların izdivacı”nı, (her dinden inananları dergahına çağıran ve ölümünü düğün gibi algılayan) Mevlana’da da görmek mümkün değil midir: “O, hoşgörünün sultanıdır. Ancak O her iyinin içinde bir kötü, her kötünün içinde de bir iyi olduğunu vurgulamaktan geri kalmaz. ‘Dünyada hangi şey kötüdür ki, onda iyilik olmasın ve hangi şey iyidir ki, onda kötülük bulunmasın?’ ” (13) Fakat Nasreddin Hoca’nın nüktelerindeki felsefeyi yüceltmeye ne kadar çabalasak da, Ondaki insancıllığı, Prof. Wilfried Buch’un deyişiyle, ‘insanca olan hiçbir şeye yabancı olmayan’ı, kısaca insana özgü olanı unutmamamız gerekir. Tıpkı Fikret Adil’in vurguladığı gibi: “Nasreddin Hoca’nın sevimli kişiliğinde mizah, hikmet, hak ve şiir vardır, bunlar mahalli olduğu kadar da insanîdir.” (14) Dipnotlar ve Kaynakça 1) Nasreddin Hoca Fıkralarındaki motiflerin yaygınlığı üzerine bkz. Sakaoğlu, S., Türk Fıkraları ve Nasreddin Hoca, Konya 1992, s. 123-126. 2) Arısoy, S., “Nasreddin Hoca’nın Kişiliği ve Felsefesi”. Cumbul, Sadi (Haz.), Nasreddin Hoca Antolojisi. Cilt: 1, Nasreddin Hoca Derneği Yayınları: 5, Akşehir 1966, s. 61 vd. 3) Buch, W., “Türk Nasreddin Hoca’nın Yaşam Belirtileri”. Çev. Yıldız Ecevit. Gündoğan Edebiyat 10, 1994, s. 18 vd. 4) bkz. Koz, Sabri, Nasrettin Hoca’dan Fıkralar. 3. Baskı, İstanbul 1981, s. 15. 5) Yukarıda sözü edilen Kore bayrağının ortasında bir daire ve bu dairenin içinde ise sürekli devinimi, yani dönüşümü simgeleyen iki balık vardır. Buna benzer bir resmi Karatay Medresesi’nde sergilenen Kubadabad Sarayı’na ait çinilerde de görmek mümkündür. 6) Rinser, Luise, Kriegsspielzeug. Tagebuch 1972-1978, Fischer, Bd. 2247, Frankfurt am Main 1991, s. 8. 7) Adıvar, H.E., “Maske ve Ruh’un Önsözü”. Cumbul, Sadi (Haz.), Nasreddin Hoca Antolojisi. Cilt: 1, Nasreddin Hoca Derneği Yayınları: 5, Akşehir 1966, s. 6. 8) Kanık, O.V., Nasrettin Hoca, 70 Manzum Hikâye. Doğan Kardeş, İstanbul 1970, s. 15. 9) Özbek, A., Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca. Esrâ Yay., Konya 1990, s. 45. 10) Altundağ, Ş., “Nasreddin Hoca’nın İlim Cephesi Hakkında”. Cumbul, Sadi (Haz.), Nasreddin Hoca Antolojisi. Cilt: 1, Nasreddin Hoca Derneği Yayınları: 5, Akşehir 1966, s. 41. 11) Bkz. Gürdoğan, N. Ersin, “Konya”. Konya 1 (4), 1995, s. 10. 12) Rinser, L., Mit Wem Reden. Fischer, Bd. 5379, Frankfurt am Main 1992, s. 69, 71 13) Gürdoğan, N. Ersin, a.y. 14) Adil, Fikret, “Nasreddin Hoca”. Cumbul, Sadi (Haz.), Nasreddin Hoca Antolojisi. Cilt: 1, Nasreddin Hoca Derneği Yayınları: 5, Akşehir 1966, s. 10.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |