Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
İki yıl önce, sıcak bir yaz sabahıydı. Uludağ'daydım. Bir işgörüşmesi için Grand Yazıcı Otele gelmiştim. Kahvaltı yapmadan erkenden otelden çıktım. Arabama atladığım gibi Bursa'ya doğru yöneldim. Güzel bir yoldu, ancak çok virajlı olduğundan çok dikkatli kullanmak gerekiyordu arabayı. Milli Park dışına çıktım, Kirazlıyayla'yı geçtim, camı biraz araladım. Çamın reçine kokusu sarhoş ediyordu beni. Bu kokuyla yaşamış, bu kokuyla büyümüştüm. Reçine kokusu benim vazgeçilmezimdi. Çeşitli çam ağaçları, kestaneler, kiraz ağaçları, ıhlamurlar,kayın , meşe, çınar ağaçları, bodur fundalıklar, makiler, dut ağaçları, yabani meyve ağaçları, gürgenler, armutlar, kırçiçekleri, çilekler, kekikler, naneler, fesleğenler, yer yer laleler, papatyalar, ebegümeçleri, kayaların arasından fırlayan doğa harikası çamlar, yabani otlar, köylülerin diktiği ve doyumsuz bir tad veren sırık fasulye, çiçek balı kovanları, altın sarısı patatesler, hormonsuz domates, patlıcan başta olmak üzere diğer sebzeler, ismi saymakla bitmeyen meyveler,örneğin ahududu, bu yöreye özgü nefis tatlı soğan birer doğa harikasıydı. Her yerde satılan şişe suları ile bu sebze ve meyveler sulanıyordu, tadına doyum olmuyordu. Burada yetişen sütkuzusunun eti de harikaydı, özellikle pirzolası her köşede açılmış kendin pişir, kendin ye türü et mangal lokantalarında kesiliyor, satılıyordu. Buradan geçmeyen ünlü insan yoktu. Mesleğinin zirvesinde olan her ünlünün yolu mutlaka Uludağdan geçer. Bursa'ya 32 kilometre uzaklıkta ve denizden 2165 metre yükseklikteki bu doğa harikası ülkemizin vazgeçilmeziydi. Kışın rengarek bir kasaba büyüklüğünde oluyordu. Telesiyejler, jetskilerle, rengarenk kayak giysileri giymiş ünlüleriyle bir turizm cennetiydi burası. Dağbaşı olmasına karşın yok yoktu. Fiyatlar çok yüksekti. Zaten rezervasyon yaptırmadan yer bulmanız imkansızdı. Bunları düşünürken ve virajları dikkatle alırken çam ormanın arasından bir karaltı haykırarak kendisini arabamın önüne attı. Atmasıyla ani bir refleksle direksiyonu sağa kırıp sert bir fren yapmam ve arabanın yokuş yukarı ters dönmesi bir oldu. Bu hareket beni mutlak bir ölümden, uçurumdan aşağı yuvarlanmamdan kurtarmıştı. Çok güzel araba kullanırdım, bununla hep övünürdüm, ancak böylesi ilk kez başıma geliyordu. Direksiyona kapaklanıp kaldım. Çok korkmuştum. Dikiz aynasından yüzümün bembeyaz olduğunu gördüm. Direksiyona yapıştım, ellerim titriyordu. Ölümün soğuk nefesini yüzümde hissetmiştim. Ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Allah'tan yol bomboştu. Saate baktım, altıyı çeyrek geçiyordu. Arabamın önünde genç bir kadın belirdi:" Affedersin," dedi," ben sebep oldum. Az daha ölümünüze sebep olacaktım. Ne olur kapıyı aç bineyim, benim peşimdeler, beni öldürmek istiyorlar, saatlerdir ormanda oradan oraya can havliyle, yakalanma korkusuyla koşup duruyorum. Arabanı görünce kendimi can havliyle arabanın önüne attım. Ne olur beni arabana al, yoksa öldürecekler!" O kadar korkmuştum ki, konuşamıyordum. Elimle binmesini işaret ettim, Kapıyı açtım, yanıma oturdu. Arabayı çalıştırdım, büyük bir zorlukla yokuş aşağı döndürdüm arabayı. Ellerimin titremesi geçmemişti. Ağır ağır ilerledim ve kadına ," Kimler seni öldürmek istiyor? Ne yaptın da seni öldürmek istiyorlar?" diye sordum. " Ben İstanbul'da oturuyorum. Çok uzun hikaye. Evlenip boşandım. Kocam beni başkalarına pazarlıyordu. Bir kızım var üç yaşında, şimdi annemle İstanbul'da. İstanbul mafyası beni zorla getirip bu orman içerisindeki fuhuş yaptıran lokantalara sattılar. Beş aydır buradaydım. Bu gece müşteri çok sarhoştu, kapıyı açmamla ormana doğru fırlamam ve sabaha kadar oradan oraya koşmam bir oldu. Ne olur beni kurtar!" " Peki ama nasıl, seni nereye götüreyim?" " Beni otobüs terminaline götürürsen ve İstanbul otobüsüne biletimi alır bindirirsen ömür boyu dua ederim sana! Ne olur beni kurtar!" "Peki," dedim,"tamam." Arabayı hızla Bursa'ya doğru sürdüm. Alacahırka mezarlığına nasıl geldiğimi, oradan kestirme sokaklardan nasıl terminale geldiğimi doğrusu ben de bilmiyorum. Bütün bildiğim, çok korktuğum ve büyük bir şok yaşadığımdı. Bir de bu söz konusu mafya benim plakamı da almışsa beni yaşatmazlardı. Ömrümde böyle pis işlere bulaşmamıştım. Ara sokaklardan, tali yollardan terminale girdim. İlk kalkan otobüs beş dakika sonraydı. Hemen biletini aldım. Cüzdanımdan bir miktar para çıkarıp kadına uzattım. Almasıyla bana sarılıp ağlaması bir oldu. İçim burkuldu, bir fahişe bile olsa, o da insandı, onun da bir çocuğu, bir yaşamı vardı. Otobüse bindirdim, otobüs hareket edene kadar bekledim. Otobüs gidince arabama binip büroma doğru yola çıktum. Sanırım dört ay kadar sonraydı, bir gün büromda gazetelere göz gezdiriyordum. Uludağda önüme çıkan o kadının gazetede resmini gördüm. Kadının Beyoğlu'nun arka sokaklarında cesedinin polis tarafından bulunduğunu, kollarında şırınga izlerinin olduğunu, muhtemelen yüksek dozda eroin alarak komaya girdiğini, sokakta öldüğünü gazetelerde okudum. ERDEN ERKİN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ERDEN ERKİN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |