Kendi görüşlerim var -sağlam görüşler-, yine de her zaman onlara katılmıyorum. -G. Bush |
|
||||||||||
|
Ve düştüm… Ve düştüm, sonsuz bir susuşla… kurabileceğim cümleler, arasına serpiştirebileceğim noktalama işaretleri olmadığından değildi susuşum, bilirsin. Sustum… biraz dilimde kan tadında bir zehir olduğundan biraz da bizi kanatabilecek cümleleri ezbere biliyor olmamın korkusundandı… Ve düştüm… uzatmadım elimi tutasın diye. İstemediğimden değildi avuçlarımı kapatışım, bilirsin. Kapattım… biraz ellerimin bile artık bana ait olmamasından biraz da artık tenime dokunduğunda usumu, yüreğimi teğet geçişindendi… dokunsaydık biz bize, bizim dışımızda herkese dokunmuş olacaktık… Ve düştüm… gözlerim anlamsızlığa takılıp kaldı… tükettim... Anlamlandırma tutkumun bitişinden değildi takılıp kalmam, bilirsin. Boşluğa baktım… biraz yorgunluğumdan biraz da aslında her anlamın dibinde koyu bir anlamsızlık bulmamdandı artık… Ve düştüm… ne ben baktım geriye, ne de sen… birkaç ufak sevgi- saygı kırıntısı da kül oldu, savruldu… sevmiyoruz artık biz bizi… bu artık acı bile değil üstelik, koca bir boşluk sadece ömürlerimizin ortasında… Ve düştüm… düşerken ben ne gördüysem bilirim sen de gördün… uzun yıllar boyu biriktirdiğimiz her anıyı yüreğimizin arka mahallerinde, koyu bir sise boğarak ateşe verdiğimizde, geçici öfke sıcağının nasıl da bir anda sonsuz bir karanlığa ve soğuğa kestiğini biliyoruz artık ikimizde… bilmek bazen yetmiyor… Ve düştüm… kulaklarımda çınlayan boğuk kahkaha seslerimiz, ağlama nöbetlerimiz, ıslanan omuzlarımız, seslerimizin tınısı, kokularımız, türkülerimiz, şarkılarımız, halaylarımız, kitaplarımız, çocukluk anılarımız, ergenlik sıkıntılarımız… yani ne varsa bize dair, korkunç bir çığlıkla düştü yanı başıma… sen ve benden yaptığımız biz, bize rağmen sana ve bana yenildi işte… hidrojen ve oksijen ayrışmışsa artık su yok demektir, bir yerlerde tek başlarına var olmaları yetmez… Çocukluğumuz boyunca işittiğimiz azarlar, aldığımız cezalar aynı zaman dilimine denk geldiyse şayet yalnızken yapmayı akıl edemediklerimizi beraberken harmanlayıp icraata geçirmemizdendi. Sessiz kalışımıza huylanıp çok yakaladılar bizi suçüstü, sonra sessiz kalmamayı öğrendik. Hatalarımızdan sağlam temeller attık, sert adımlarla bastık. Biz hep birbirimizi yoğurmayı bildik. Belki de bu yüzdendi bir dönem yasaklamaları bizi birbirimize, belki de bu yüzdendi herkese bizi savunmak zorunda bıraktırmaları… çok savaştık, kaçaklık da yormadı, tüketemedi bizi. Hep 18 yaşında olmanın hayalini kurduk. 18 yaş özgürlüktü… Sonra sonra anladık (16 yaş ortalarıydı galiba) 118 değil 1118 yaşına gelsek de özgür olamayacağımızı. İlk hayal kırıklığımızdı belki de bu. Yılmadık. Kavramları deştik durmadan. Kendimizle ve hayatla barış imzalamamız bu günlere denk gelir, hatırlarsın. Karşı çıkışlar üzerine yaşadık çoğu zaman. İsyan etmek değildi bu, mücadele etmek gerekliliğiydi. Birilerinin bizi üzebileceği ihtimalini de aynı zamanlarda öğrendik, şaşırarak. Sonra sonra kanıksamayı da öğrendik. Yan yanaydık ama omuz omuza… her şey güzel olacak deyip avunduk, biz bize yeteriz deyip güç topladık. ‘biz’in parçalarına ayrılması ihtimallerimize dahil değildi. Kimseye göstermediklerimizin toplamıydık biz. Kimseye demeyeceklerimizin birleşimi… Bizi anlatan onca cümlenin içinde, senin ve benim anlattıklarım ayrılırdı bir vurgu ile bile olsa… Biz, bizim alfabemizle yürüdük kahveli, müzikli, uzun, koyu gecelerde. Bazen çok konuşarak, bazen çok susarak ama hep anlayarak ama hep anlaşılarak… sadece anılarımızı konuşmak için bile bir koca gece yetmezdi bazen, kalabalıktı birikimimiz… kalabalıklar içinde, kalabalıklara karşı, kalabalıklara dair bile konuşurken sadece ikimizin duyabileceği bir ritim, bir ses, bir sihir yaratmıştık biz. Öyle uzun soluklu ve öyle derin bir sihirdi ki bu, sonradan anladım aslında el yordamıyla yürüyecek kadar kör ettiğini bizi bu yanılsamanın…Tarihimin en yakın tanığıydın, tarihinin en yakın tanığıydım… ateş çaldığımız anların da, çamura battığımız anların da çetelesi kayıtlı işte bir daha asla erişilemeyecek olsa da… Alacalı bulacalı’ndım senin. Hiçbir tanım bu kadar üzerime oturmadı benim. Hiçbir tanım bu kadar anlatmadı… İçimde devinip duran onca renkle boğuşurken ben, sancımı dindiren ve nihayetinde bitirendin sen… Ömrümün hiçbir dönemi tek cümleyle yetinemediğimden sanırım, birden fazla cümleyle anlattım seni (bizi) hep, şimdi olduğu gibi… Zaaflarımızı, sınırlarımızı, korkularımızı, gücümüzü, ne yapıp ne yapmayacağımızı sadece biz bildik tüm yalınlığıyla.… ayna takıntını keşfeden ilk insan evladıydım ben ve bununla en çok kafa bulan… kızdırdığında beni, seni aynalara kilitlemek en büyük kozumdu ve aynı zamanda da en büyük şikem… bilirdim dikkatini ancak böyle dağıtacağımı… simetri takıntımı keşfeden ilk insan evladıydın sen ve bununla en çok kafa bulan… Seni kızdırdığımda en büyük kozundu bu ve aynı zamanda da en büyük şiken…. Bilirdin dikkatimi ancak böyle dağıtacağını…. en büyük kızgınlığım oldun sonra, en büyük kızgınlığın oldum.… şike de hayatın payına düşsün, onu suçlamak, her daim bizi suçlamaktan daha kolay olmuştur… Aynı olmadık, birbirimize benzemedik hiç. Bununla da gurur duyduk her daim. Bizi görenler anlamazdı, birbirimize hem nasıl bu kadar aykırı hem de bağlı olduğumuzu… Bir dönem birbirimize ‘anahtar’, ‘kilit’ diye seslenip gülmemiz bundandı. Algılarımız, tepkilerimiz hep karşı saflarda taraf tutsa da, keyif aldık, öğrendik, öğrettik… sen dağınıklığı ve onun içinde var olmayı severdin, benim dağınıklıkta hayat damarlarım kururdu. Sen anarşistin, ben sosyalist. Sen cesurdun, ben korkak. Sen macera severdin, benim adımlarım temkinliydi. Sen süreç içinde yoğruldun, ben sonucu önemsedim. Sen kahveni sek gavur işi severdin, ben illaki köpüklü türk kahvesi… Ben türkü severdim, hedeflediklerim hiç seninkilere benzemezdi. Sense rock müzikle aynı dönemlerde tanıştın, hedeflediklerin benimkilere hiç benzemedi. Ayrı ayrı zamanlarda dinlediklerimiz ayrışsa da, yürek yüreğe olduğumuz gecelerde ben senin müziğine katlandım sen de benimkine... sonra sevmeyi de öğrendik, seslerimizi birbirimize katmayı sevdiğimizden… biz birbirimize ne olmadığımızı göstermenin en iyi yolu olduk. Birbirimizin en azılı rakibi aynı zamanda, çok sonraları anlasak da bunu… Neden sonra değişti bir şeyler… ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı sabahlara uyandık, gecelere uyuduk. Ayrı ayrı insanların soluğunu tükettik, yüreğimiz giderek kalabalıklaştı. Ölülerimiz, cümlelerimiz arttı. Ayrı ayrı zamanlarda birbirimizin gözleriyle hayata bakmak, birbirimizin bilmediklerini tamamlamak, çeşitliliği artırmak, seçenekleri çoğaltmak diye açıkladık ayrılığımızı. Ben en çok kendim, sonra da senin için yaşayacaktım. Sen de öyle…. Özlemin gerekliliğini savunduk, ‘birey’ olmanın yükümlülüğüne dair nutuklar attık… Hayata dair söyleyeceklerimiz çoğaldıkça özümüz eksildi sanki. ‘Dostluk’ kavramını bilmeden önce daha bir dosttuk… Aslında biliyorduk ikimizde son üç yılımız köprüler üzerinde geçti. Yakıp yakmamak arasında gidip geldik. Kabullenemesek de bildik değiştiğimizi. ‘biz’in ‘sen’ ve ‘ben’ olarak ayrıştığını… Sonra bir gün belki de aynı zamanlarda ‘buraya kadar’ dedik… önceleri bizi harmanlayan farklılıklar şimdi keskinleşip sınırlarımızı zorlamaya başlamıştı. Tetikte beklemeye başladık, ihlal edilmemek adına, dostluk türkülerini dilimizden düşürmeden ama. Kendimizi kandırmayı en çok biz istedik bilirim. Kendimizi en kolay biz kandırdık bilirim. Ve düştük, ve sustuk, ve daldı bakışlarımız boşluğa, ve uzatmadık ellerimizi, dönüp arkamıza bakmadık… yitip giden onca şey içinde en büyük boşluğu, en büyük acıyı, en büyük yarayı biz verdik birbirimize, kimse bizi bizim kadar acıtamadı. İhtimallerimizin, hayallerimizin ve hedeflerimizin çok ötesindeyiz şimdi. Devam ediyoruz yaşamaya. Cümleler kuruyor, ağlıyor, gülüyor, düşünüyor, hissediyoruz… yalnızız ama… sen de benim kadar… iki koca yalnızlıktan, bir bütün paylaşım tamamlanmıyor, biliyoruz. Birbirimize öğrettiğimiz son dersti bu. Teneffüste ayrı ayrı köşelere çekildik, sonsuza kadar. Sensiz hiç kalmadığımdan, seni kendime dair saydığımdan, 20 koca yılımı senin tanıklığınla geçirdiğimden olsa gerek zor geçiyor buralarda zaman. Biliyorum oralarda da öyle… İyi ki varsın deyip sarılırken birbirimize, şimdi birbirimizi yok saymayı öğrettiyse hayat bize zihnimizi yüreğimizi nasıl susturacağımızı da öğretecektir…biliyorum, biliyorsun… Soruyorlar şimdi ‘biz’i birbirimize yasaklayanlar, dostluğumuzu idolleştirenler… Ne oldu size böyle? Susuyorum… ‘hiç’, diyorum ‘hiçbir şey olmadı’… çığlık atmak istiyorum bazen, çoğu zaman da kusmak… Koca bir hiç var ortada sadece… ikimize dair son kalıntı koca bir hiç… Hiçbir ses ve hiçbir koku, ‘biz’e ait değil artık. Kendi sesimiz ve kokumuzla yollardayız. Ayrı yollarda… Bu özlem ne sana ne bana dair biliyorum, bu özlem 20 yıla sığdırdıklarımıza… biz birbirimizi özleyecek kadar sevmiyoruz kendimizi… ‘Hayat devam ediyor’ diyor, biliyor, avunuyoruz… Hayat devam ediyor…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |