"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
İşte bu nedenle, ancak, takılıp kalırsam bir yerlerde, yani demem o ki iyileştirmezse zaman; (zaman dediğin de kardeşim; benim yüreğime sığar. Seninkine sığdığı gibi… eni yok, çapı yok, yüzölçümü yok, tanımı yok…) ancak o zaman tükenir kelimelerim… Yazıyorum ve çoğaltıyorum kelimelerimi. Benden çıkıp gittiğini ve birilerinin bir uzvuna çarptığını bilmek (yada düşünmek en azından) güçlü kılıyor beni. Herkesin edindiği bir silah vardır. Benim ki de cümleler (ne ironi ama!!!)… cümleleri savurur dönüp arkama bakmam bile… bir yerlerden ses gelmesini beklemek yorar yalnızca… ‘Dil kalptekine delildir’ derler… Cümlelere taptım, cümle kurmayı öğrendiğimden beri… amma ve lakin en güzel cümleleri kuranlar, canımı en çok yakanlar oldu istisnasız… Cümlelere tapmaktan vazgeçmesem de, korkuyorum güzel cümle kuranlardan… Elbette korkuların üzerine gitmek ve kanser hücresi gibi çoğaltmak içinde ve gözlerini kapamamak benim de söylemlerim arasındadır. Ama düşünüyorum, dikkate aldığım insanlara benim hakkımda istediklerini düşünme özgürlüğü vermek, onları yanıltma riskini taşıyor. Tıpkı onların beni yanılttığı gibi… Ben arının balı yapıp, bunu izah etmesi gerektiğini düşünenlerdenim ama öyle içselleştirmeli ki bunu, sırıtmamalı ve eğreti durmamalı… İşte bu nedenle ‘korku’yu aşmak için (ki gerekiyorsa şayet) yeterli nedenim yok. Mesela ‘biz’ olmak kimsenin umurunda değil artık hatta umurunda olmaması daha makbul çünkü bir sürü ‘ben’ olamamış, ‘ben’ olmanın ayrımında ve farkında olmayan bu insan kirliliği içinde ‘biz ‘olmaya çalışmak ceketin düğmesini ters ilmiğe geçirmekten farksız. Tek bir yanlış, tüm ilmiklere bulaşır sonunda… Ay tozu mitime çok sıkı bağlıyım işte bu yüzden. Hepimiz öyle, aslında. Sistemin her türlü kanalla empoze ettiği ve sadece adını değiştirdiği bu mit, ne yazık ki benim içime de işlemiş durumda, her ‘evren’ torunu gibi… bu yüzden de, maskelerim de var, yanılgı, zaaf ve basitliklerim de… Askıda kalmaya alışkın bir neslin ferdiyim. Dürüst değilim ben… en çok kendime yalan söyledim. Şimdi susturdum içimdeki seslerin çoğunu, sadece yaşıyorum. Evet, yüreğimi araladığım (ki aralamaksa bu…) doğru (ki neye göre, kime göre???) ama ne bir volkan var içimde ne bir giz. Ne bir ayrıntım var gizli saklı da, ne de girintim çıkıntım. Duvar gibiyim dümdüz ve sessiz. Her şey aşikar…boşluğa diktim gözlerimi. Ki bunlar dönüp dururken zihnimin içinde, ağlayamıyorum bile. Yoo, hayat mükemmel falan da değil üstelik… Güçsüzlük de demem bunun adına (ki aksine, bağıra bağıra, hakkını vere vere ağlayabilmeyi güç bilirim ben) ama ağlatmıyor hiçbir şey. Melankoli değil üstelik bu, hatta acı bile değil… belki delilik (ucundan, kıyısından)… Halbuki, deli bile değilim ben (ne yazık ki), günlük hayatın sıkıcılığından kurtulmak için deli gibi davrananlardanım eni sonu. Ama ömrüm boyunca en çok onlara özendim. Çünkü artık, her anlam, anlamsızlığa varıyor… Komünist, sosyalist, devrimci, anarşist, solcu, turancı vs vs…hepsinden sıyrılmayı, hiçbir şey (ama her şey –deli-) olmayı seçtim. Delilik, özgürlük en çok… ve elbet intiharı da ekleyebiliriz deliliğin yanına, çünkü doğru ellerde intihar bir manifestodur. Görüp katlandıklarına ‘yeter ulan’ diyebilme gücüdür… hoş, biz akıllı ve yaşama tutkun insanlar olarak küçümseriz bu aykırı grubu. Kıskançlıktan ama… çünkü delirmek isteyince deliremiyor, ölmek isteyince de ölemiyoruz. Hatta acı bile çekemiyoruz…. Bundan seneler önce bir haber çıkmıştı gazetelerde. Hafızam beni yanıltmıyorsa, bahsi geçen çocuk fiziksel acıyı hissetmiyordu. Okuyunca, zihnimde yankılanan ilk cümle ‘ne güzel! hayat böyle çok kolay olmalı…’ olmuştu… sonra düşününce acının gerekliliğini (ki bize yoğurdu üfleyerek yedirtendir o…), çözdüm içimde acı düğümünü. İşte bu nedenle acıdan uzak durmaya çabalamak, zihni ve yüreği karantinaya almak (korumak adına) çözüm değil... Acının gerekli olduğunu düşünürüm çoğu zaman. Bir boş vermişlik değil bu anlattıklarım üstelik… İnsanlara rağmen, insanlara, kızgın, kırgın değilim… İzliyorum renkli siluetleri… seviyorum tüm renklerini insanlığın, yanlışlardan ve sanallıktan ibaret olsalar da… Sanal deyince aklımıza sadece internet geliyor değil mi? Yok öyle bir şey… artık elini koyduğun her yürek mekanik… bir yere sığdırmaya çalışmak sanalı, sadece içimizi ferahlatıyor hepsi bu. Artık tenini, terini katacak salt kandan ibaret bir insanoğlu yok. Herkesin bir taraflarında sıkışıp kalan bir vida yada chip görebilirsin. Mesela vur demi dostluğa… ki nitekim çokça da söyledim. 20 senelik dostluğumu tüketmiş bir insan olarak rahatça söylüyorum ki, bir yerlerde bir dost yok. Aramak ve beklemek, umut etmek yani, kendini kandırmaktan öte değil. Diğerlerinin umut ettiği ve inandığı şeyler benim için ütopya artık. Umutların yittiği yer iki metre toprak altıdır sözünü reddediyorum bu nedenle. İşte bundandır, uzun zaman oldu kimseye, ‘hoş geldin gülüm ömrüme, sensiz geçen boşa geçmiş’ diyemedim… açtım kapılarımı , gelip gidenler var, hep de oldu. izole etmedim onlardan hiçbir zaman kendimi elbet, fakat kimse kök salamıyor bende. Belki de ben izin vermiyorum kim bilir… Kimseye yol göstermek, kimsenin yitiğini bulmak istemiyorum. Bu ülke ve halk içinse, artık cümle bile kurmuyorum. Onları anlamaktan değil ama, onlara anlatmaktan vazgeçtim. Peki edilgenlik mi bu? Sanmıyorum…Edilgenlik gibi görünse ve de edilgen olmak sürekli aşağılanıp, yerle bir edilse de ancak dervişane bir yürek başarabilir bunu. Dünya yıkılırken tepemize, kaçmak ‘etkin’liğinin aksine seyretmek ‘edilgenliği’ daha büyük cesaret ister… Siz etkin olmaya devam edin. Ben sadece, oturup izlemek istiyorum tüm edilgenliğimle…. İşte bu nedenle; saçmalıyorum! İtirazı olan var mı? Sanmıyorum… Pek çok şey elimizden kayıp giderken, tükenmenin eşiğine gelmişken itiraz etmeyen sizler mi itiraz edeceksiniz? Yok, daha neler….
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |