Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
şöförümüz arabayı neredeyse durdurmadan inecekti “vaaza yetişelim” diye söylenerekten… çok kısa bir "hoş geldiniz" in ardından herkes aceleyle camiye doğru uzaklaşıyor, köyün aşağı tarafına yürüyorum, ağacın altında biri oturuyor… yüzüme baktı -ismin ne… -Feridun dedim. dudak büzdü “çokgüzel bir isim, her dudağa yakışmasa da güzel” dedi, güldüm… -niye böyle? dedi ardından… "ne niye böyle?" diyemedim, bekledim oysa her zaman sabırsızım ve açım öğrenmeye, birazda meraklı… derin çizgiler vardı güneş yanığıyüzünde... eski, rengi dönük saçlarını kapatan yeni kasketi uyumluydu, yaşına göre birazca genç, çok temiz giyimliydi… bir bilge oturuşu vardı dut ağacının altında ve yanı başına serdiği mendile arada bir düşen dutları bir tabağın içine yığmıştı… ”ne sabır” diye geçirdim içimden ve hırsız bir karatavuk ha bire dutlarını çalmaya uğraşıyordu umarsızca, sanki anlamıştı mecalsizliğini, ben uzun kiraz dalını niye yanında tuttuğuna o zaman anlam verdim… sustu bir zaman, gözlerini tekrar dikti gözlerime ”bu dağlar hepten çam ormanıydı, meyve ağaçları sadece dere boylarında vardı birde bostanlar herkese yetecek kadardı…” başımı dağlara çevirdim, hiç dikkat etmemiştim… zeytin ağaçları ekilmişti, kiraz birde…keskin çizgilerle ayrılan bir harita gibi…çok seyrek çamlar vardı balta ağızlarından ve yangınlardan esirgeyebilmiş kendini… o derin suskunluklarında yıllar evveline gidip geliyordu, bu yüzdenmiş uzun boylu suskunlukları… “ilaçlar yoktu o zaman, kimsenin para kazanma derdi de…dedim ya herkese yetecek kadar”inci gibi tane tane ve az konuşuyordu... ... “sevgi nedir?” dedi… eski zamanlar, çam ormanı, meyve ağaçları, para kazanma derdi, ilaçlar ve sevgi… bir bağlantı kurması için beynimi zorluyorum…zorluyorum, okuduğum tüm felsefe kitaplarına gidip geliyorum, altmış dört kareye sıkışıp kalmış acemi bir satranççıyım hamlelerin altında ezildikçe ezilen… “sevgi…sevgi… çok mu zor bir soru sordum, her zaman yaptığımız eylem değimli?” dağ başında, ücra bir köyde aklımı karıştıran sorular…toparlanamıyorum… ben bu kez uzun boylu susuyorum…upuzun… "yürek" deyiverdim, korkarak kelimemin yere düşüp kırılmasından… güldü ”basit bir cevap, sen en kolayını seçtin, sevgi dünyanın en zor işi” haklıydı zordu ve net bir cevabı yoktu… neydi sevgi? utandım… her zaman yaptığımız en güzel eylem ve dağıtıldıkça çoğalan… ama ya adı? "adını koyamadığımız şey" dedim, yine güldü… son birkaç dutuda koyup tabağa doğruldu oturduğu yerden ”hadi gidelim ”dedi yürüdük, susarak… onlarca yıldır tanıyor gibiydim, dostum diyebildim hiç tanımadığım bu sıcak insana... ... çok güzel bir ev, çok şirin, taştan bir şömine dışarıda, bir kuaför elinde biçimlenmiş saç gibi duran bir çardağın altına oturuyoruz…tertemiz… masada duran kitaplara takılıyorum “VE ÇELİĞE SU VERİLDİ– OSTROWSKİ” yıllar evvelinde kavgamı bileyiliyen kitaplardan biri ve işin garibi köy yaşantısıyla ilgisi yok, bolşevizmin ukranya ayağını ve orada yaşanılan kavga arası aşkları anlatanbir kitap, en çokta devrimci ve İNCE MEMED’i YAŞAR KEMAL’in, anavarzaya çıkıyorum mermilerin kayalarla seviştiği dağlara ve ovalarda sıtmalı çocuklar ve amansız takibi jandarmaların ve kara kuru ince bir oğlan; mert…delikanlı… ve NAZIM, MEMLEKETİMDENİNSAN MANZARALARI… şaşkınlığıma şaşkınlık ekliyorum… ... elinde kara dutlarla başımda beliriyor gülümsemesi noksan olmayan adam, "okuyor musunuz bunları?" diyorum “okudum…yıllar evvelinden, şimdi anlamaya çalışıyorum…inek gibi biliyor musun?” diyor. "haşa" diyorum, korkuyorum birazda estağfurullah demeye doğrusu… “hayır, o anlamda değil… inek önce amansızca yer sonra uygun zamanda onları tekrar ağzına alıp geviş getirir, avcı av ilişkisinin eski bir içgüdüsü, benimkiside öylebir şey…” gülüyoruz beraber… “ihtilaller gördüm, silahtan daha çok kitap ararlardı evlerde, onlarda anlamışlar okumuş adamın silahtan daha tehlikeli olduğunu, korkuları o yüzden… kitaplarımızı acele okurduk her an baskın yapılıp kitaplarımız toplanacak korkusuyla… işte bu bana o zamanlardan kalma bir alışkanlık” diyor ne yazık ki haklıydı bende bir sıkıyönetim ve bir ihtilal görmüştüm, hatırımda tandırda yanan kitaplarımız... İskenderiye kütüphanesi geliyor aklıma, dünyanın göreceği en büyük yangın; en büyük felaket! ... hoca vaazı bitiriyor, ezan başlıyor, eli düğmeye uzanıpta radyonun sesini kısınca farkına varıyorum müziğin. ""niye böyle?" diye sormuştunuz bana, ne niye böyle?merak ettim" diyorum. “sevgi ne diyede sormuştum sana, onuda unutma…” tekrar başa döndürüyor beni, "adını koyamadığımız şey" dedim ya… “aslında tarifleri yakıştıramadığımız şey” diye tamamlıyor… bu kadar zormuydu tarifi sevginin? " ilaçlar yoktu o zaman, ölümlerin adıda yoktu, ben onu kansere verdim... uçurum gibiydi gözleri, bakmaya korkardım, başım dönerdi, öğretmendik ikimizde, dedemin köyüne yerleşmeye karar verdik sol memesi ihanet ettiğinde ona… (yüzünün şekli yavaş yavaş değişiyor, hani gün batarya yavaştan? iki bereketli göz bulutlarını yağmur yüklemiş, kararsızım, dokunsam mı, dokunmasam mı?) bir gece elimi tuttu, sıktı…sıktı…sonra gevşedi parmakları… acısını saklamıştı benden, ağrısını paylaşmamıştı… (bir şey söylememi bekliyor, bir çocuk gibi dolmuş, bahane arıyor ağlamaya… kıyamıyorum, susuyorum…) ikinci kez benden bir şeyini saklamıştı, birindede yanağını saklamıştı bekarken daha… o gitti, usulca yumup gözlerini… o gözlerini usulca yumuşu depremler yaratmıştı, farkında değildi…" diyor kesik kesik, dolup dolup anlatarak... anlıyorum kimi ve neyi anlattığını, yutkunuyorum, su isteyeceğim ama hiçbir diyalog olsun istemiyorum, ağzımı açsam patlayacağız ikimizde... kalkıp içeri geçiyor, iki ince pınar süzülüyor yanaklarımdan aşağı (asla ağlamaktan utanmadım ama ondan sakladım, belki oda ağlamasın diyeydi…) ... elinde bir resim; bir anne, iki yanında birer çocuk, güneşe karşı durmuşlar, dostumun gölgesi düşmüş kareye elinde fotoğraf makinesiyle… "ismi ne?" diye sordum… ismi ne dedim neydi diyemedim…o bir yürekte yaşıyordu, ölü sayamadım, geçip gitmemişti, hiç bir sevilen ve sevginin karşılığını veren geçip gitmezdi, gidemezdi, buralarda bir yerdeydi, duyuyordu bizi, hissediyordum... "SEVGİ" dedi… dudaklarının kenarları aşağı doğru eğildi önce, gözlerinin altları şişti...(bulutlarına dokunmuştum, hıçkırık hıçkırık şimşekler çakarak başladı yağmur) sustum, yağmurun dinmesini bekledim… sustu, dindi yağmur, ıslandığım en güzel/anlamlı yağmurlardan biriydi… ... "SEVGİ" dedim gülerek…"ADI SEVGİ" “neyin adı sevgi?” dedi… " SENİN SEVGİNİN ADI SEVGİ, SENDE BAŞKA ADI YOK, HERKESTE BİR BAŞKA TARİFİ BİR BAŞKA ADI VAR SEVGİNİN, SENİNKİNİN ADI SEVGİ ÖĞRETMEN" güldü dostum… “ben mat oldum dedi” sanki biliyordu benim altmış dört karede sıkıştığımı, irkilmiştim… ... hoşça kal verdim dostuma bir ağız dolusu, biraz hüzün, biraz sevgi kokulu bir hoşçakal, yanına tekrar görüşmek dileklerimle… ve "ağlamak ilk kez sana yakıştı" dedim… “sana da yakıştı, ben içeri neden gittim sanıyorsun?" dedi gülerek… ... çocuklar yürüyordu ellerinde satranç tahtalarıyla onun evine doğru ve öğretmenim, dostum belkide ilk defa hoşça kalmıştı uzun yıllar sonra... ... asivemavi36 / feridun / denemeler
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © asivemavi36, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |