Neşeli çocuk cıvıldamaları eşliğinde girdim köyden içeri, heryerde bir sevgi seli heryerde bahar, heryerde mutluluk, rahatsız oldum bu şefkat sağanağının içinde. Küçücük bir çocuk geldi yanıma, en yeşil yapraktan daha yeşil gözleriyle baktı gözlerime, esir etti karanlığa tutulmuş ruhumu, çırpındım o ufacık çocuğun karşısında, uzattı elini dokundu terli avuç içime, kavradı gece gibi kararmış, boğulmuş ruhumu, bir şimşek çaktı gözlerimde. Sıktım minicik elini elimde bırakma dedim beni bu zalim kör karanlığa, güldü bana en şefkatli haliyle, yaklaştı, kızarmış yanaklarıma kocaman bir öpücük kondurdu, rahtsın artık dedi bana. Gülümseyerek uzaklaştı yanımdan, hoplaya zıplaya koşuyordu yemyeşil çimenlerin üzerinden. Neşeli bir şarkı çaldı yakındaki müzik çadırından, sardı benliğimi kör etti kararmış kömürleşmiş varlığımı. Açtım gözlerimi yeni bir şafağa, mutluydu artık bedenim, kurtulmuştu tonlarca yükün ağırlığından, ayaklarım benden izin istemeden kaptırdılar kendilerini melodinin notalarına. Gülüyordum, yoksa bana mı öyle geliyordu hayır hayır gülen benim, yanılmıyorum ilk defa. Minik afacan hopladı sırtıma minnacık elleriyle örttü aydınlanmış gözlerimi, dedi ki “söyle bakalım kimim ben”, hiçbir tereddüt göstermeden konuştu dudaklarım, “sen bir meleksin, hayatımı kurtaran.” Birkez daha koşarak kaçmaya başladı ama ben artık biliyordum kim olduğunu çakan bir ışıkla ufacık bedenin sırtındaki belli belirsiz kanatlar aydınlığa çıktı, durdu ve baktı yeşil gözleriyle, merhamet vardı o gözlerde sevgi vardı, yanaklarım ıslandı akan gözyaşlarıyla. Yere indi bakışlarım gözyaşlarımın düştüğü toprağa, siyah bir çiçek büyümüştü ayaklarımın dibinde, kopardım hiç düşünmeden attım ateşe. Sırt üstü uzandım ölümde ve yaşamda kadim dostum toprağa, bir ışık huzmesi belirdi kafamın üstünde, saçlarımı okşadı arkasında kalan yıldız tozlarını yüzüme serperek yok oldu masmavi gökyüzünde, teşekkürler Tanrım bana yol gösterdiğin için.