Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
En son ne zaman yeniliğe ihtiyaç duydun ve en son ne zaman eski günleri bu kadar çok aradın? Vedalar daima hüzünlü olur, der herkes, bunu yaşamamış olsa da. Giden kalamadığına hüzünlenir. Kalan ise, gidenin gittiğine ya da gidenle gidemediğine. Sonuçta vedadır ve vedalar hüzün taşır sırtında. Ruhum, kendim ve ben, yani muhteşem üçlü; bugün bir ayrılığa, bir elvedaya hazırlanıyoruz, sadece vedaya değil, el’i de olan bir vedaya!.. Ruhum, çok zor olacağını söylüyor ve şimdiden canı acıyor. Kendim ise... Kendim ise sadece göz yaşları döküyor, canı acıyana destek olmak amacıyla. Peki ya ben? Ben de uyuyorum, üçlüyü tamamlamak adına onlara!.. Henüz bir çok şeyi yaşayacak kadar yaşamadım ben. Belki de o yüzdendir ki, her bir şeyler ‘yaşanılacak’ diye karşıma çıkıyor sürekli. Masamın üzerinde bir çerçeve var. İçinde ise iki resim. İki resimde de ben varım. Resimlerin çok uzak bir zamandan gelmediği aşikar. Çünkü, ben de o kadar uzak değilim henüz sararmaya bile yüz tutmamış o anılara. Dört yıldır masamın üzerinde o resimler ve dört yıldır hiç değişmediler. Fakat, bugün o resimlere baktığımda anladım ki, her şey değişiyor. O resimlerin verdiği anılar, bir cam arkasında sıkışıp kalmış ve değiştirilmeyi bekliyorlar. Kim bilir belki de bulunduğum yaştan kaynaklanıyordur, değişime olan tutkum!.. Bu yüzden, ben onları ve o anları değiştirmeye karar verdim. Ama, her zaman çok iyi anlaştığım o ruhum, bu kez bana ‘olur’ vermiyor. Kendim ise hiç el vermiyor. “En nihayetinde birkaç resim işte, dondurulmuş karelere sığınmış sahte gülüşler ve yapmacık birkaç enstantaneden başka bir şey değil” diyorum onlara, sessizliği tercih ediyorlar. Aslında onlar, benim de her baktığımda derinlere dalıp, tüylerimin ürperdiği karelerdi. Ama, ‘yaşanılacak’ an olarak karşıma çıkıyor, bu değişim. Ruhum beni anlıyor, ruhumu da kendim. Ruhum, kendim ve ben; muhteşem üçlü. Aramızda, kıskançlık yok, kızmak, kırmak, ağlamak ve ağlatmak yok. Yaşamda, bu ikiliden daha iyi anlaşabileceğim başka kişi var mıdır acaba?.. Ayrılık ve sonrası... Ya daha sonrası?!? Daha... Daha daha sonrası?.. Bilmiyorum... Bilemiyorum. Yaşadıklarımın yanında, yaşamakta olduklarımın da hangi anlama geldiğini bilemiyorum. Henüz karşılığını bulamadığım bir kelime, bir his, bir duygu... bir...bir...bir... Ama ayrılığın zamanı geldi. Belki de gelmedi, ama ben geldiğine karar veriyorum. Artık, buna hazırlık yapmak gerek. Önce kendimi alıştırıp, ruhuma bunu kabul ettirmem gerek. Aşk nefrete ne kadar yakın ya da ne kadar uzak bilmiyorum. Fakat ikisinin de birbirinden doğduğuna inanmıyorum. Belki de biri diğerinin dozajını arttırıyordur ama doğurmuyordur. Çünkü ikisi de zaten içimizde var olan ve açığa çıkacak zaman ve zemini bekleyen bir duygudur. Aynı, ayrılık hüznü gibi!.. Ruhum, kendim ve ben, böyle düşünüyoruz. Gelmek mi- Gitmek mi? Kalmak mı-Kalkmak mı? Kalıp da savaşa devam etmek mi gerek acaba? Diye sormuyorum. Çünkü, ayrılık kararını verdim bir kere. Artık hazırlıkları tamamlamam gerek hızla ya da yavaş yavaş!.. Her şeyin bir anlamı vardır, derler. Doğrudur. Boş boş oturup, uzun süren kışın rutubetinden boyası çatlamış çerçevelerin sınırlandırdığı buğulu camdan dışarıya bakmanın bile, bir anlamı vardı dün gece. Camdan dışarıya baktığımda, kaldırımın kenarına oturmuş, papatya desenli eteğini titreten rüzgara rağmen yerdeki yapraklardan bebek resmi yapmaya çabalayan, göremediğim o altı yaşında ki minicik kız çocuğu olmak istemiştim. Sokakları özlüyorum, çocukluğumu özlüyorum... O kadar çok şeyi özlüyorum ki, iki resim karesine sığınmış o sahte gülüşler bir hiç kalıyor!.. Ruhum ve kendim de katılıyor, özlemlerime benle!.. Dondurulmuş karelere baktığımda, gözlerimin içindeki o beni ve o bendeki kendimi de özlüyorum. Her nedense ruhum bizi yalnız bırakmış o karelerde!.. Bütün resimleri yırtıp atmak istiyorum, ruhumun olmamasına içerleyip!.. Fakat eskileri, anıları ve güzel olduğunu sandığım geçmiş günleri öldürmek istemiyorum, son bir kez daha baktığımda!.. Bu kez ruhum da ortaya çıkıyor ve izin vermiyor onları yırtıp atmama!.. Her şeyin güzel olacağına inanıyorum. El-Vedalaşırken biri gözyaşlarında diğeri de içinde yaşayacak belki de ayrılığın hüznünü. Bunlardan biri ben olacağım. Ama yalnız olmayacağım. Ruhum ve kendim de yanımda olacak. Belki de ruhum ağlayacak benim yerime, kendim bu satırları yazarken. Ben ne mi yapacağım. Tabi ki mutlu olacağım. Çünkü yanımda ruhum ve kendim olacak!.. İster, ihtiyaç denilsin, isterse yenilik. Bir şeyleri bırakmak, bitirmek de denilebilir...ya sonrası? Diye de sorulabilir. Hiç fark etmez... Çünkü, giden çoktan gitmiş, arkasından beyaz mendil sallayan da bitmiş olacak!.. Hızla, mendilini çantasına atmış da olabilir... Sonra?.. Sonrasını bilemiyorum... Ruhuma ve kendime de sormak istemiyorum. Çünkü onlar şimdi meşgul, aynı benim gibi!.. A.Çiftçi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Aylin Çiftçi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |