Kötü insan korkuya itaat eder, iyi insan sevgiye. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Türk sinema tarihine korku türünde sağlam bir örnek teşkil edeceği belli olan Büyü filmi, beklendiği gibi tarihe unutulmaz bir şekilde geçti ama filmin içeriğiyle değil de filmin başına gelenlerle. Önceki akşam G-Mall kültür sanat ve alış veriş merkezine gelenler dışarıdaki ışık oyunuyla karşılandılar. Ağaçlara tutulan ışık, dallar arasında gezindikçe, insanı bir ürküntü kaplıyordu. Elbette şehir hayatına adapte olmuş bir insan için "a ne güzel gösteri" şeklinde düşünülebilecek ışık oyunu, akıl sır ermeyecek olayları hemen hemen her gün duyan, iyi ya da kötü biçimde bir şekilde ‘büyü’ler yüzünden silinmez bir hayat yaşayan, cinlerle ilgili anlatılanlar neredeyse insan hayatının bir parçası olmuş olan Anadolu’da büyümüş, hamuru bir şekilde Anadolu’da yoğrulmuş olanlar için ağaçlardaki ışık oyunu ürperticiydi. Sinema salonlarına giden yürüyen merdivenin önüne bir çadır kurulmuştu. Filmin konseptine uygun olarak korku veren çadırı geçen yukarıya, yani kokteylin yapıldığı bölüme ulaşıyordu. Kendi adıma lunaparklardaki korku tünellerini bana hatırlattığı için yan merdivenleri kullanmayı tercih ettim. Hollywood’un korkusu sanal, büyü ise gerçek Kokteyl bitmiş, gala seyircisi sinema salonlarına akın ediyordu. Davetiyesi bile bir gizem barındıran filmin bizde nasıl bir iz bırakabileceği üzerine yoğunlaştığımda şunu düşündüm: Hollywood filmleri genel olarak bakıldığında tüm ustalık çalışmasına karşın bir yerde yapaylık duygusu filme hakim olur. Özellikle de korku filmlerinin genelinde insanları kendinden geçiren sahneler, hem dönem izleyicisini büyük ölçüde etkiler hem de sinemanın dolaşımda olduğu dünya coğrafyasında bu korkunun efektleri ilginç bir biçimde ‘adamlar yapmış yahu" duygusunu vermekten öteye geçemez. Amerikan toplumu için korku üretilebilen bir şey. Özellikle devletin çıkarları doğrultusunda ülkelere yaptığı sürekli operasyonların gerekçelerini oluşturan bir ‘öteki’leştirme çabası, topyekün Hollywood’u, bir “oluşturulmuş korku”nun toplumlara servis edildiği düşüncesine götürüyor. Sinemalarda sürekli kendini gösteren Şeytan filmlerine bakıldığında, batı toplumlarının sürekli uğraştığı konular arasında görürüz şeytanı. Özellikle İncil’i iyi bilen, toplumu tanıyan avcılar ya da din adamları, toplumun önüne çıkan büyük düğümü çözmeye gayret ederler. Önlerindeki düğüm o kadar büyüktür ki, Amerikan sinemasının ya da batı sinemasının çözüme ulaşması zor gibi görünür. Çünkü ortada kalıcı hiçbir yönü olmayan, hayal ürünü bir korku vardır. Yakın bir zamanda sinemalarımıza gelen "Ölüler Cehennemi" de insanlık için geliştirilen senaryoların bir ilginçlikle uç vermesiydi. İnsanların birbirini ısırdığı, giderek vampirleştiği, aklı başında insanların iletişim kurmaya ve karşılarına çıkan anlaşılmaz durumdan en azından ‘hayatlarını’ kurtarabilmek için çaba göstermeleri anlatılır. Çıkış yoktur. Sinema tarihi boyunca buna benzer örneklerin çokluğu, beyazperdeyle ünsiyeti olan hemen herkes için bilinen bir durumdur. Daha öncesinde videoların, kısmen televizyonların ve son dönemde CD ve DVD’den meraklıları için önemli bir tür olan ‘korku’nun son yıllardaki örnekleri ise bir “eskiyi yeniden filme çekme” aşamasında. Korku türünün artık doğu toplumlarından yardım alarak yeni bir konsept geliştirmeye başlaması, dünya sinemasının bundan sonra doğu toplumlarının ‘korku’larıyla yüzleşmeye başlayacağının da işareti bir bakıma. Büyü filminin korku türünün şahı sayılabilecek bir filmden farkı ne? Hemen söyleyelim; konusunun gerçek olması. Bunu Büyü filmini izleyebilmiş bir insan olarak söylemiyorum. Anadolu’da büyü bugün bile önemini koruyan, İslam inancına göre şiddetle yasaklanan ama bir şekilde varlığını koruyan ‘tehlike barikatları’ kurmayı sürdürüyor. Birçok insan, psikologların, tıp dünyasının çözemediği acı durumlarla karşılaşıyor, yaşıyor ve hayatının hangi mecrada nasıl sürebileceği hakkında fikir sahibi değil. Bundan birkaç hafta önce şahit olduklarım bu konuda uzaktan söylenenlerin ne kadar yetersiz, tartışmaların ne kadar konunun dışında olduğunu gösterdi. Çoğumuz için bir şey ifade etmeyen rahatsızlıkları olan insanlar, yaşadıkları büyük sıkıntıların dermanına kavuşmak için uzun yollar katederek geliyorlardı gittiğim kasabaya. Bir insan düşünün ki görünürde hiçbir problemi yok ama aslında o, bizim için sıradan olan eylemleri sürdüremiyor. Vücudunu saran ağrıların tıp ilminde karşılığı yok. Her evli insanın özlemini duyacağı çoluk çocuğa karışma sadece bir hayal. Ya da iki insanın yolları kesişmiş evlenmişler ama bu evliliği sürdürebilecek takatleri yok. Birbirini seven insanların mutluluğu bulamamaları garip bir şey değil mi? Geceleri uyuyamayan, keyifli bir sohbet içindeyken birdenbire delicesine hareketler yapan insanlar hakkında hüküm vermek kolay değildir. Sürekli çevresinde bulunan insanların dışında birilerine seslenen, kendilerini korusunlar diye etraflarından yardım isteyen, ‘normal’ olmayı özleyen bir sürü insan. Elbette tıp ilminin ne kadar ilerlediğini biliyorum, bu insanların da bu yollardan geçmesi gerektiğine inanıyorum. Ama ya o insanlar bütün çareleri denemiş, çözümsüzlük girdabına yuvarlanmış insanlarsa… Büyü bu toplumu o kadar tesirine almış ki kendinizi güvende hissedebileceğiniz donanıma sahip değilsiniz. Anadolu’da halen uğursuz sayılan bazı şeyler vardır. Özellikle gece tekin değildir. Buna yapılan işlerden memnun olmayan ve gizli ilimleri imdadına çağıran insanları ekleyin. Bir erkeğin ya da kadının hayatını bağlayan büyülerden söz ediyorum. Bozdurmak için dolaşan ve acı gerçekle yüzleşen insanlar. İstanbul’a, büyük şehirlerin yayıncı ağına girmeyen kitaplar okudum bir de. Cinlerin insan hayatıyla karışan yaşamlarını. Bunlar hayal veya uydurma değil, yazanların başlarından geçen olaylar. Ve büyüklerimizden dinlediklerim. Köy yerinde insanın her zaman bir ikinci yoldaşı vardır. Hiçbir zaman yalnız değilsindir. Allah’a tevekkül eden insanın kötü insanların şerrinden de emin olmaları gerekiyor. Sizi takip eden gölge iyi saatte olsunlar olabileceği gibi, sizin hayatınıza kasteden bir büyü de olabilir. Yeter ki birisinin istemediği bir şey yapın. Ya da siz bir şey yapmayın kendi mutluluğunuzu kurarken bundan canı sıkılanların size hazırladığı kötü sürprizleri anlamaya çabalayın. Gerçekçi korkular Büyü filminin bendeki çağrışımları oldukça can sıkıcı ve tedirgin edici. Sıradan bir sinema izleyicisi için “canım bu çağda hâlâ bunlar oluyor mu”, ya da “yönetmen iyi canım, baksana nasıl bir film çıkmış ortaya, çok gerçekçiydi” şeklinde cümleler kurulabilirken, bir şekilde hayatına ‘büyü’ girmiş insanlar için film, cümle kurulamayacak kadar ‘nötr’ izlenir. Türk sinemasının bugüne kadar karikatürize ele aldığı ‘büyü’ konusu, yapımcılığını Faruk Aksoy’un üstlendiği yönetmenliğini Orhan Oğuz’un yaptığı, oyuncuları arasında İpek Tuzcuoğlu, Ece Uslu, Özgü Namal, Okan Yalabık’ın da olduğu "Büyü" filminde nasıl ele alındı, ilk üç dakikasından yola çıkarak cevaplanabilecek bir soru değil. Şunu biliyorum; filmin çekim aşamasında Kur’an’ı bilen, dini hassasiyeti olan insanlarla görüş alış verişinde bulunuldu. Filmin danışmanları arasında dindar camianın pek çok ismi yer alıyor. Galaya gelen Emine Şenlikoğlu, Selahattin Aydar, Canan Ceylan, filme ilginin, filmin konusunun nasıl bir etki oluşturduğunu ortaya koyuyor. Filmin editörlüğünü Mehmet Metiner’in yaptığını söylersem sanırım fotoğraf daha da netlik kazanır. Evet, filmin konusu bir izleyici için ne ifade edecekti bilemem ama, benim için ya da bu kültürü bir şekilde bilen (gerek başına gelmiş, ya da şahit olmuş, gerekse de söylenceler şeklinde duymuş) insanlar için zor bir film olacaktı Büyü. Filmin galası filmin içeriğine uygun olarak bir gizemle ortaya konmuştu gecede. Filmi izlemek için salonlara girenleri kötü bir sürpriz bekliyordu. Özellikle de protokolün yer aldığı büyük salon. Daha önce Yazı Tura’nın galasını izlediğim küçük salonu tercih ettim. Çoğunluğu basın mensuplarından oluşan salonu dolduran izleyiciler önce filmin ilk sahnesindeki şimşek çakmasından ürktüler. Avlusunda küçük kız çocuğunun çember çevirdiği evde babanın müşfik yüzü, (duvardaki ayet bir de) annenin ise karanlık yüzüyle karşılaştık önce. Ardından küçük kızını büyüten baba ve gece karanlığında dışarıya çıkan anne. İnsanı iliklerine kadar korkutan şimşekler çakarken kadının taşlar arasında sakladığı bir kutuyla ilgilendiğini, ardından tepedeki evde ateş başında kara büyülerle uğraşan bir yaşlı kadının gelen kadını soyarak elindeki dikenli bir sopayla vurduğunu gördük. Ardından sopayı kendi vücudunda gezdirdi büyücü kadın ve…. Bu ne dumandır Işıklar söndü, film koptu. Filmin makarasının hızlıca geri sarılış sesi geldi sonra. Ardından "Hangi çağda yaşıyoruz. Bu binanın jeneratörleri yok mu" diyen, her şeye konuşmayı görev bilmiş bir seyirci sesi. Ardından dışarıdan gelen ‘yangın çıktı’ cümlesi ve kapıya yığılmalar. Girişte kameralar ve fotoğraf makinnelerik toplanmıştı. Fotoğraf makinemi görevliye teslim etmedim, çünkü önceki tecrübelerden biliyorum, film bittikten yarım saat sonra size sıra geliyor ve onca zamanı hayıflanarak geçiriyorsunuz. Merdivenleri inmeye davrandığımızda bir kamera ışığıyla önümüz aydınlandı ve “bu taraftan çıkış mümkün değil, yangın çıkışına" sözü duyuldu. Perdenin yanından dışarıya doğru yöneldik ve bu arada sinema içinde üzerimize düşen su damlalarının artması için dua etmeye başladık. Çünkü gelen duman genzimizi yakmaya, az sonra hareket edemeyecek bir hale geleceğimize, yani ölebileceğimize işaretti. Bakalım ölüm ne kadar yakınımızdaydı? Üzerine gecenin ihtişamına uyum sağlamak için en göz alıcı elbiselerini giyen taife gelen dumanla bir anda şaşırmış, birbirini çiğnemeye başlamıştı. Bütün sakin olun çağrılarımıza rağmen yangın merdivenlerinde birbirini itenler, telaştan kendini öne atanlar, düşenler oldu. İyi bir yardımlaşmayla telaş daha fazla büyümeden inmeye başladık. İçeriden gelen dumanın içinden nefeslerimizi tutarak dışarıya çıkabildik. Temiz havaya çıktığımızda önce ne kadar zehirlendiğimizi ölçmeye çalıştık. Bizden sonra çıkanların halini görünce kendi durumumuzu unuttuk. Yarım saati geçtiği halde dışarıya çıkamayanlar vardı. Basın mensupları olarak içeride kimlerin kaldığını tesbit etmeye çalıştık. Ve sonunda yangınzedeler bir bir çıktı da yüreklerimizin pırpırı azaldı. Kimi gazeteci arkadaşlarımız "Fotoğraf çekelim, gazeteye döndüğümüzde bir de müdürlerden fırça yemeyelim" sözüne bir diğer yüzü kapkara arkadaşım şöyle cevap verdi "Ya, biz burada habere gelirken haber olmuşuz. Bırak ölümden kurtulduğumuza şükredelim, ne fotoğrafı" Sonuçta bir mum yangına sebep olmuştur belki de. Belki zamanında müdahale büyük bir faciayı önlemiştir ve yine belki de bu sinema faciası kolay atlatılamayacaktı. Galanın yapıldığı G-Mall’ın bu tarz etkinliklere uygun olmadığı ortaya çıkmış oldu. Sade ve düzenli bir gecenin albenili süslemelerden, karışık dekorlardan daha da önemli olduğu anlaşıldı. İsminde "Büyü" olan filmin gösteriminde böyle bir korkunun yaşanacağı hesaplanmalıydı. Kafalardaki konsept belliydi çünkü. Bu filmin içeriğine uygun olarak şakalar hazırlanmıştır mutlaka. Bunlardan biri neden ‘yangın var’ olmasın. Ve sen tut filmin şakası zannederken gerçek bir yangınla karşılaş. Şimdi Küçük Emrah ağlamasın da kimler ağlasın! Türk sinema tarihine geçecek özelliklere sahip olan "Büyü" filminin, içeriği ya da sanatsal değeriyle değil de "büyülü bir yangın"la hatırlanacak olması kötü. En güzel ve en moda elbiseleriyle geceye teşrif eden sanat camiası bu ölüm korkusunu üzerinden kolay kolay atamayacak, yapılacak film galaları hep bu korkuyu onlara tekrar hatırlatacak. Türk sinemasında yeni bir tarz deneneceği vakit ‘harbi korku’ filmimizin ilk gecesi dikkate alınarak tedbirli davranılacak… filan. Filmi daha sonra seyirciyle birlikte oyuncuların da katıldığı bir gösterimde izledim. Açıkçası, Türk sinemasının gidişatı açısından hayli önemli bir film. Yazı Tura gibi elindeki malzemeyi çarçur etmemiş, işin içine ne kadar ondan bundan katarsam kar anlayışı güdülmemiş. Elbette şehir insanınîn yabancı olduğu bir konu olması dolayısıyla ilginç ama bir o kadar da tehlikeli sularda yüzüyor film. Eğer gerçekten Anadolu’nun bağrına inilirse filmde temsil edilen durumların hayli ötelerde değişik örnekleriyle karşılaşılabilir. En azından şunu sevindirici buldum: Bir şekilde nesilden nesile aktarılan, kulak dolgunluğuyla konuya aşina olduğumuz pek çok durumun perdeye yansıması gerekiyordu. Hollywood’un kötü ruh dediği duruma net bir açılım getiren Büyü, bütün olayların etrafında döndüğü karakterin hıristiyan temalı filmlerdekine benzer bir korunma yolu basitliği denemesi bir açıdan hayal kırıklığı. Ortalama dini bilgisi olan seyirci için belki anlamlı ama işin manevi boyutuna eğilmiş insanlar için basit bir metot deneniyor filmde. Cevşen ve Kulhuvallauehad, Felak; Nas gibi surelerin koruyucu etkisine vurgu yapılıyor. Din dersleri orta öğretimden kaldırılsın mı kaldırılmasın mı tartışmalarının yaşandığını, dinine uzak utulan öğrencilerin popüler kültürün tuzaklarına itildiğini biliyor, toplumun aynası olan magazinci şarkıcı taifesinin din iman inancını cevşen taşımaya, ramazanda dua etmeye indirgemesini kabul ediyor ve benimsiyorsanız filmin anlam dairesinin sizi tatmin edeceğini belirtebilirim. Ama eğer topluma yutturulan popüler alanda kıstırılmış din kalıbının ötesinde bilgi ve hikmet arıyor, o deryadan beslenmek istiyorsanız filmin hafifliği de dikkatlerden kaçmıyor. Türk sinemasının kendi kültür değerleriyle olan kavgasını, cedelleşmesini bilenler için yeni ufuklar açılıyor. Cem Yılmaz’ın atalarını bir teneke robot kovalayan portre olarak çizdiği Gora’nın hayal kırıklığını bu filmde yaşamayacağınıza eminim. Belki geleceğe kalmayacak ama Okul gibi silinip de gitmeyecek. Bu filmin benzerlerinin iş yapmayacağını düşünüyorum. Buna muhafazakar yönetmenlerin yapacağı işler de dahil. Ama mistik boyutta sinemamızın yeni açılımlara ihtiyacı var ve artık bu topraklara göz atmanın asırlık çınarlara yaslanmanın vakti geldi. Türk sinemasını üzerindeki büyü ancak bu topraklara kulak kesildiğimizde bozulmuş olacak.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nihat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |